неделя, 17 юли 2016 г.

FETHULLAHÇILARIN HARAKİRİSİ

 “Neler oluyor, Ankara üzerinde uçaklar, Eskişehir yolunda ambulanslar...”

Ankara’da yaşayan göçmen bir kardeşimin ilk alarmı bu şekildeydi.

Bu satırları ise bundan 15 saat sonra yazıyorum. Tivilerin canlı yayınları sayesinde bir askeri darbe teşebbüsüne tanıklık etti bütün dünya.

Devlet televizyonu ele geçirildi ve darbecilerin bildirisi okundu. Sabah altıdan sonra sokağa çıkmamız yasaklandı. Ama bütün bunun bir inandırıcılık yanı yoktu. Sanki karşımızda, sonu trajedi ile noktalanacak ucuz bir komedi oyunu kurgulanıyordu...

Çok uzun bir gece başlamıştı. Olup bitenin şaşkınlığı üzerimde ağır basarken, Amerika’da çalışan bir gazeteci arkadaşım aradı ve bu işin sonunu sordu. Hiç fazla düşünmeden ona bu darbe girişiminin başarısız olacağını belirttim.

Neden mi bu şekilde cevapladım bu soruyu?

Ben ilk kez, bundan 26 yıl öncesi “Zaman” gazetesi okumuştum ve o zaman hayretler içinde kalmıştım. Bu gazetenin ruhunda Cumhuriyet ilkeleri  ve Türklük yoktu. Okuyucuyu onlarca asır geriye sürüklüyordu.

Daha sonraki yıllarda, Fetullahçı tarikat mensuplarıyla uzun tartışmalarım oldu, bazen onlarla yumruklaşmaya kadar gittiğim oldu, çünkü farklı Türkiye hayalleri yatıyordu gönüllerimizde...

Ve dün akşam, Fethullahçılar Meclisimizi bombalayarak harakiri yaptılar. İŞİD’in bile elinde olmayan F-16 uçaklarıyla!

Bu saatten sonra, herhalde Türkiye topraklarında, Fetullahçı hareketin bütün tohumları ve kökleri yok edilecektir.

FETÖ örgütü, daha 1990 yılında, kendisine Bulgaristan’da da uygun bir zemin bulmuştu. Nasıl olduysa, esrarengiz bir şekilde ülkemizdeki karanlık güçlerle işbirliği içine girdi ve yarınki gün, Bulgaristan’da çıkmaya devam eden “Zaman”gazetesini manşetinde askeri darbe girişiminde bulunanlar için methiyeler yazılacak. Bu  saatten sonra, bizim için bir lekedir bu gazete...

Böylece, namlunun ucundan demokrasi çıkmayacağını da canlı yayında görmüş olduk.

Şimdi biz tezelden Meclisimizi onaralım!

Mümin TOPÇU

сряда, 13 юли 2016 г.

BUGÜN, TEHLİKE ÇANLARI ÇALIYORUM!

Eski Bulgaristan Devlet Güvenlik Teşkilatı'nda (DS) eğitilmiş, görev almış, uyduruk, sahte ve gerçek özgeçmişleri olan; "Angelov, Sergey, Sava" (yoldaş Doğan), "Peter" (Ruşen Rıza), "Pavel" (Mestan) "Ognyan" (Osman Oktay), "Murad, Sider" (Ünal Lütfi), "Vergil" (Ramadan Atalay), "Georgiev" (Güner Tahir) ve diğer ajanlar kurgularıyla, entrikalarıyla ve sahneledikleri türlü türlü oyunlarla artık bizi aldatmaları zor gözüküyor. Onlar çoktan sahne arkasında bulunan sahiplerine kendilerini ispatladılar. Ne hikmet ise bugünlerde yine yöneticileri tarafından aktivize edildiler.

Ben, kesinlikle polemiklere girmek istemiyorum. Bilindiği gibi, daha HÖH kurulmadan önce, illegal Bulgaristan Türkleri Milli Kurtuluş Hareketi örgütünün  içerisindeydim. O dönemden beri halkımız ile beraberim ve hala bu çok ızdıraplar çekmiş, dürüst, çalışkan insanlarımızın haklı davası namına gayret gösteriyorum.

Bana sıradan HÖH mensubu, HŞHP mensubu veya herhangi bir Bulgaristan vatandaşı tarafından yöneltilecek sorulardan asla çekinmem ve korkmam, yeter ki, bunlar eski Bulgaristan Devlet Güvenlik Teşkilatı'nda (DS) görev almış ve cellatların maşası olmasın.

Benim, komünist ajan ve muhbirlerden farklı prensipler üzerine kurulmuş erdemlerim bulunmakta. Ajanlar ve muhbirler hayatlarını totaliter komünist istihbarat teşkilatının yardımı ile kendi halkını kurban edip, onların acıları üzerine inşa etmeyi seçtiler.

İşte bu yüzden halkımın cellatları ve maşalarına taviz vermek istemiyorum.Ben,prensiplerimden asla ödün vermem. Bir defa yalan söyleyip, beni aldatmayı başardılar ve davam uğruna verdiğim mücadelede, gençlik coşkum ve enerjimden dolayı faydalandılar ama  bu sefer başaramayacaklar.

Bu yüzden Bulgaristan'da yaşayan Türk ve Müslüman topluluğunu yeniden başka bir “porsiyon” yalan ve aldatmacadan korumak istiyorum.

Bulgaristan’ın, sözde demokrasiye geçiş döneminde yer alan sağduyulu kişiler, aslında her şeyin bir tiyatrodan ibaret olduğunu biliyorlardı ama sessiz kalmayı tercih ettiler. Böylece, totaliter rejimin cellatlarına büyük iyilik yapmış oldular.

Şimdi bütün o sağduyulu kişileri uyarıyorum ve karanlık işbirlikçiler ile yeni bir aldatmacanın, yeni bir senaryonun parçası olmayın diyorum.

Geçmişte yaptığınız hatalardan ders alalım, Bulgaristan'da Türk ve Müslümanları yalan yanlış yollara sevk etmeyelim.

Bugün tehlike çanları çalıyorum ! Çalıyorum ki, tertemiz, çalışkan ve  dürüst insanlarımızı yeniden aldatmasınlar ve yalan dolanlarla gençlerimizi zehirlemesinler!

Benim bu pozisyonum prensipler üzerine kurulu ve kişisel bir gönderme değil!

Kasım DAL

събота, 2 юли 2016 г.

BAĞDAŞ KURMAK BİLMEYENLER, DUBAİ’DE ELÇİ OLSUNLAR...

Bulgaristan’daki Türkler ve göçmenler üzerinde,
çeyrek asırdır siyasi deneyler devam  ettiren,
totaliter sistem istihbaratı, bütün demokratik
oluşumlara engel olmaya devam etmekte.

Sadece, Türklere çelme atılmıyor, Bulgar ve
diğer etnoslar da hala perde arkasındakilerin
çaresiz ve çileli kurbanı.
Hiç kuşkusuz, ülkemizin iç acıtıcı kötü kaderi,
 yaşantımızı berbatlaştırdıkça  berbatlaştırıyor.

Miladı çoktan dolmuş istihbarat/siyasi partisinin,
şimdilik eli kolu bağlı ama devletin çeşitli yönetim
kademelerine monte ettiği elemanları sayesinde,
Bulgaristan’da köklü bir değişiklik olmadığı
müddetçe, kan kaybına uğramış, kanadı kırık
ördek gibi bulanık suyun akıntısında yüzecek...

İşlevsiz ve aleyhimize olan bu partinin alternatifi
var artık. DOST, legalizasyon bekliyor
ve kitle partisi olmaya namzet.

Bu günlerde medyalarda iki yorum dikkatimi çekti.
DOST, iğneleyici sözlere maruz  bırakılmıştı.


BG Haber yazarı Dr.Mustafa Kahraman diyor ki;

”Bizde yeni bir hareketlenme başladı. Kıpırdananlar bağımsız olmayı seçiyor. 26 yıl sonra halkın aklı başın gelmiş gibi. Hak ve Özgürlük Hareketi’nden gönlü soğanlar, hemen koşup DOST partisine kayıt yaptırmıyor. Biri “ana” öteki “yavru” olan iki parti arasında bir yeni durak kuruldu. Adı “bağımsızlık durağı”. DOST, HÖH’ten uzaklaştıkça aralarındaki “bağımsızlar boşluğu” kendiliğinden “bağımsızlar cephesinde” büyümeyi seçiyor ve güçleniyor. Bu, yaklaşan seçimlerin en büyük özelliği olarak dikkat çekiyor ve şimdilik yalnızca Müslüman Türklerin yaşadığı bölgelerde gözleniyor...
Şu dönem halkımız, kendisi yol arayışı içindedir. Bir “bağımsızlar” hareketi aldı yürüdü.   Siyasi sahnede, HÖH’ten atılan ve bağımsız olarak isim yapan milletvekillerinden Günay Hüsmen ile Musa Paşev, tabandaki “bağımsızlar” hareketinin liderleri olarak aranıyor, ün yapıyor. TV’de ilk çıkışları ilginçti. Yaygın bir kitleyi temsil ettikleri ve örgütledikleri ortaya çıktı. Belediyelerde ve muhtarlıklarda bu maya tuttu. Dirilen “bağımsızlar” hareketinin Türkiye’deki derneklerle ve diğer STÖ ile sıkı işbirliği bağları düğümlemesi zamanı geldi.
Bağımsızlar kitlesi, Cumhurbaşkanlığı seçimleri arifesinde çok büyük önem kazanıyor. Yerel liderlerle ilk temaslar hemen kurulmalıdır. Cumhurbaşkanlığı seçimlerine bağımsız bir Türk aday yükselterek gidilmelidir. Türkiye ve Bulgaristan’daki derneklerin ortak bağımsız aday üzerinde anlaşmaları gerekiyor.”

Dr.M.Kahraman,  bağımsız siyasilerimizin varlığını
 ima etmekte.
Bunların amacı ve hedefi şimdilik açıklanmıyor.
Bir seçim esnasında nasıl hareket edecekleri belli değil.
Çoğu, DPS gibi bir totaliter örgütten kovulmuş
veya gönüllü ayrılmış. Bizzat, Lütfi Mestan’ın başkanlık
 döneminde yaşanmış bu olaylar. Bundan dolayı,
şimdilik, DOST’a karşı sıcak bir yaklaşım sergilemiyorlar.
Halbuki, L.Mestan, sözde bir başkandı. Her adımı için
kulağına, Drındarlı ve Mitko Gestapo’nun emirleri
fısıldanıyordu. Bu tür bir fısıltı sayesinde, az daha şişko
 Peevski, DANS’ın başına geçecekti. Mestan ve
arkadaşları, ajan partisinden uzaklaştığına göre, artık
onlardan özgür bir  siyaset beklentimiz hakkımızdır.

Bu etapta, bağımsız bir Türk aday, Cumhurbaşkanı
olabilir mi?  Hele bu adayı, bir göçmen derneği göstermiş
olursa?

Bazen, Türkiye’de yaşayan göçmenlerin ve derneklerin,
Bulgaristan siyaseti üzerindeki etkisini gerçekten
haddinden fazla abartıyoruz. Geçen yıl, Başakşehir’de
gencecik göçmen kızları, polisler tarafından tekme tokat
dövüldü.O zaman bu kızlara bir tek göçmen kuruluşu
sahip çıkmadı. Yalnız Trakyalı bir dernek başkanının
teselli yorumunu beğenmiştim. Kanlar içinde kalan,
kendi öz kardeşinin bağrına basmayan, memleketin
siyasi durumunu biraz zor değiştirir.

Bağımsız bir Cumhurbaşkanı adayımız, ancak bütün
siyasi partilerin ve sivil toplum  örgütlerinin birleştiğinde
 başarılı olabilir.

Bulgaristan’daki Türklerin, neden Milli Kurultayı yapılmıyor,
bunu hiç düşündünüz mü?

Birazcık da Ajans Bg’nin yorumuna değinmek niyetim.

”Türkiye’de Bulgaristan doğumluların en etkili sivil toplum kuruluşu olan Bal-Göç’te DOST partisi huzursuzluğu yaşanıyor.Bir süredir DOST ile Bal-Göç Federasyonu arasında oluşan soğukluğun nedeni ise yakın gelecekle ilgili görüş ayrılığında yatıyor.”

Bal-Göç'ün saf değiştirdiği bir gerçek. Artık ajan partisinin
peşini bıraktı ve kimin gerçek Türk ve Türkiye sevdalısı
olduğunu gördü.
Bal-Göç yönetimi, tüzüklerinin izin verdiği kadar,
bir tek DOST  partisine saygı duymakta ve imkanlarının
izin verdiği kadar ona  sahip çıkmakta. Sonuçta, bir
dernek siyasallaşmamalı!

Şimdiden, Lütfi Mestan ve Yüksel Özkan arasında
herhangi bir psikolojik diyalog soğukluğundan
bahsedersek, buna bir tek ajan partisi mensupları
sevinebilir. Zaten, kendilerinin tek derdi,
Yüksel Özkan’nın ofisinde bir foto kareye girebilmektir.
Ayrıca, ne DOST partisi, Lütfi Mestan’ın dır,
ne de Bal-Göç Yüksel Özkan’ın...

Biz en iyisi psikolojik ve hibrit savaşlarını paydos edelim!
Fukara işi, sini bezlerini yeşil çayırlara serelim
ve kardeş sofrasına hep beraberce oturalım.

Türk üsülü bağdaş kurmak bilmeyenler ise,
gitsinler Dubai’de elçi olsunlar ve şişko Peevski’nin,
kaçak cıgara kargolarını, Türkiye’ye yönlendirsinler.

Bu arada, CHP ve MHP’lileri sevsinler!

Mümin TOPÇU

петък, 1 юли 2016 г.

KALELER DÜŞERKEN, KOLTUKLAR DA GİDER...

Ramazan ayı o kadar mübarek ki, yıllar boyu şahit olmadığımız görüntüleri, bu yılki iftar sofraları vesilesi ile  bize gösterdi.

Eskiden ve küçüklüğümüzde, hani Kadir gecelerinde, nasıl gök kapılarının açılmasını beklemekten yorgun düşerdik, son çeyrek asırda ise, Bulgaristan'daki Türk asıllı "siyasetçilerimizi" Ramazan sofralarında aramaktan yorulduk...

Bu seneye dek, ancak, bazıları için Boyana'nın saray sofrası daha ballı ve ihtişamlıydı. Orada "Ebava"sözcükleri bile havada uçuşuyordu ve alkışlanıyordu...

Meydana gelen son siyasi gelişmelerden sonra, "siyasetçilerimiz", kendilerine yıllarca oy veren bir de unutulmuş halk olduğunu hatırladılar. Belki de, ilk defa, belirgin bir şekilde, oturdukları koltukları, bu halka ve onun oylarına borçlu olduklarının farkına vardılar ve bu insanları küstürmenin, ileride bal dökülü bu koltuklardan mahrum kalacaklarını anladılar...

Ve otuz günlük bir yarış maratonu başladı. Kim daha çok iftar daveti sunacak, kim daha çok davete icabet edecek ve kim daha çok insana hitap edecek?

DOST, HÖH, Balgöç'ler yöneticileri iftardan iftara koşturdular ve ne kadar halkımıza yakın olduklarını, örf, adet ve dini duygularına ne kadar ortak olduklarını ispatlamaya ve daha doğrusu göstermeye çalıştılar. Feysbuklar, adeta foto albümlerle dolup taştılar...

Ancak, şu da gözden kaçmadı. Birçok davette, siyasetçilerimizin sofrası ve masası ayrı idi. Güya halkın sofrasına geldiler, fakat nedense onun masasına oturmaya cesaret edemediler. Belli ki çok korkuyorlar ve ürkekler. Saraycıların bellerinde tabancalar görünürken, antisaraycılar ise herhalde "gaz tabancası" taşıyorlardı...

Evet, ayrı bir masaya oturdular ve kendi gündemlerinin, dertlerinin, duygularının, diğer “basit” insanlar ile aynı olamayacağını şehven de olsa gösterdiler.

Bazı saray soytarıları ise bu sofralara hiç katılmadı. Onlar, derin felsefe ve yüksek siyaset ile uğraşmaktan, yemek yemeye bile vakit bulamıyorlar!

Şöyle veya böyle, Ramazan ayı,  "siyasetçiler" ile sıradan insanlarımızı  yan yana, karşı karşıya  getirebildi.

Ancak, Ramazan ayı bitiyor ve asıl imtihan şimdi başlıyor.

"Siyasetçilerimizin" rahatsızlığı adeta dışa vurmakta, çünkü artık keyfi hareketlere son verilmekte ve Ramazan ayındaki halkımızla sağlanan kerhen birliktelik bir şekilde devam ettirilecek. Mecburen seçmenin kaprizlerine katlanacaklar.

Sofya ve uyduruk saray kapıları ardına gizlenemezler, çünkü artık siyasi rekabet kızışmak ta.

DOST partisi, yerelde bütün oylara talip ve bunun için çok ciddi bir yapılanmaya kalkıştı. Eski rahatlık, bizden başkasına oy veremezler kabulü, adeta buharlaştı ve yok oldu.

Kaleler düşmeye başlarsa, koltuklar da gidecek!

Bu sebepten dolayı, "siyasetçilerimizi" sorgulamaya, taleplerimizi dillendirmeye, dibine kadar tenkit etmeyi ve biraz da naz çekmeyi öğrenelim.

Çünkü gerçek Patron, uyduruk sarayındaki, göbeğini kaşıyan değil, kalın enseli ve işe yaramaz dümbükleri seçen halktır.

Boşa geçen 25 seneyi, bir türlü elde edilmeyen  hak ve özgürlüklerimizi, eğitim, medya, ekonomik kalkınmayı ve ticari kapasitemizi çok kısa bir zamanda telafi etmemiz  gerekmiyor mu?

Bu ise ancak siyaset ile mümkün. Artık kapalı kapılar dönemi bitti sayılır. Bu iş, her köye, her belediyeye ve her eve hizmet götürmekle olacaktır. En azından, öyle umut ediyoruz ve arzuluyoruz.

Lafın kısası, nefesimiz artık ensenizde!
Yapılan iyilikte, kötülükte görülecektir!

Feridun ÖZTÜRK


четвъртък, 30 юни 2016 г.

ORUÇ TUTMAYIP TA, İFTARA OTURANLAR...

Kırcaali’de, kreşlerde Türk afacanlara domuz etli menüler
sunulması tartışılıyor.

Hatta, bu konu, kreş ve okullardaki Anadili eğitimin önüne
bile  geçti. Her Müslümanın haysiyet ve vecibeleri bilinir.

Bir kere, Müslümanın, domuz etinden uzak durması buyrulmuş!

Bizim dindar kesim, bu kurala uymaktadır ama çoğunluğumuz
günah işlemekteyiz.

Tabi ki, kreş çağındaki bir yavrunun günahından bahsedemeyiz!

Anne ve baba, dışarıda her türlü eti kullanmakta.

Genelde, memlekette, benim bildiğim Türkler eskiden evine
domuz eti sokmazdı. Şimdiki durumu bilemem!

Göçmen mahalelerinde de her zaman domuz lukankası,
sucuğu ve nadenitsası boldur...

Bakmayın siz, Kırcaali sokaklarında dinden ve imandan
bahseden ikiyüzlü göçmenlere...

İlginç olan, Türkiye’de yetişen genç nesillerin bu eti ağzına
sokmamasıdır. Ayrıca, anne ve babalarını bile ayıplıyorlar!
Demek ki, Din Kültürü dersinin faydaları da dokunmakta...

Domuz etini tercih edenler, şimdi  kalkıp ta, çocuğunun bu
eti yememesi için efor filan harcamazlar, kardeşim, kendi
kendimizi hiç avutmayalım.

Altay Derneği mensuplarını, bu konuyu dillendirdikleri için
kutluyorum ama belediyeye kimsenin bu yönde tek bir
dilekçe sunmadığını da yadırgıyorum...

Türkçe eğitim konusu, nasıl umursanmıyorsa, bu konuya
da aynı yaklaşım sergilenmekte.

Sonuçta Volen Siderov’u suçlayamayız!
Boyko'nun da çok umurunda!

Gerçi, bizim bir de Baş Müftülük kurumumuz yoktu mu?
Asıl onun görev alanını kapsamıyor mu bu sorunun çözümü?


Kırcaali ilinin köylerinde pek hristiyana rastlanmaz.
Haftalık yemek menüleri, ilçelerde veya köylerdeki Türk
memur veya müdürler tarafından hazırlanmakta. ,

Aynı memur takımını, neden sen menü listesinden domuz
etini çıkardın diye kimse sorgulamaz. Zaten devletin işi değil
bu!  Bir tek, bir Türk köyü ahalisinin bu yönde tavır takınması gerekiyor.

İşte bu arzu ve tavır yok!

Lafta ise, hepimiz Türküz ve Müslümanız!

Ramazan günde, öğlen restoranda afiyetle domuz pirzolasını götürüyoz, akşam da HÖH veya DOST partisinin toplu iftarına,
oruç açmaya koşuyoruz. Hatta, kirlenmiş ellerle veya yüzlerle
duaya bile kalkışıyoruz. Göçmen iftarlarındaki tablo da aynısı.

Acaba, oruç tutmayan, öğlen domuz eti tercih eden, akşam
da toplu iftarda bir bardak su ile oruç açıp dua eden, bizden
başka "Müslüman"  var mıdır?

Bizim anne ve babalarımız asla bunu yapmıyordu!

Bizler ise birer ikiyüzlü sahtekarız, dinimizin kurallarına da
liyakat değiliz!

Ramazan ayını, usulüne göre idrak edenlere saygı ve selamlarımla!

Mümin TOPÇU

вторник, 28 юни 2016 г.

KUKLA OYNATICILARININ HAZİN SONU YAKLAŞIRKEN...

Hocanın Notlarından -3.


Yüzlerce, binlerce kez hep aynı sorular sorulacak;

Neden bölünüyoruz?”

Aynı tas, aynı hamam!

Değişen ne olacak ki?

DOST partisini kurdunuz, fakat insanlar aynı, yeni olan ne?

Dostlar, hepimizin”siyasi subje”kavramını duyduğumuz var ve ne olduğunu da biliyoruz. Günümüz şartları içinde, toplumsal ihtiyaçların ve taleplerin gerçekleşmesi, çözümü, karşılanması ve giderilmesi, ancak siyasi partilerin ve devlet mekanizmalarının harekete geçmesiyle olabiliyor.

Sağlıklı partiler ancak toplumsal talep varsa oluşur. Bazıları kaygılarında çok haklı! Bölünmek ve bölünmemek sorusunun  cevabı; bölünerek DOST partisinde birleşmektir.

 Bu çok mu kolay, hayır!

Bazı karanlık odaklar, hele kendilerini ”patriyot”diye tanımlayanlar; BSP, ATAKA, DS ve KGB, bir de bunların cani-ciğeri olan DPS ,bizim partimizin tescil edilmemesi için elinden geleni yapacaklardır. Bunu yapıyorlar da!

Bütün bu engellere rağmen, partimizin kaydı yapılacaktır, çünkü tüzüğü Anayasa’ya ve Siyasi Parti Yasası’na uygundur.

Bizim partimiz bütün Bulgaristan vatandaşlarına açıktır.

Peki, partimizin üyeleri, sempatizanları ve taraftarları nereden gelecek?  Bu sorunun kesin cevabı; Düne kadar diğer partilere oy vermiş veya özellikle DPS’yi destekleyenlerden...

Neden mi? Çünkü o parti Bulgaristan’daki Pomakların, Türklerin ve Romanların, dolayısıyla bütün azınlıkların, eski totaliter komünist sistemi tarafından gasp edilen hak ve özgürlüklerin,Avrupa İnsan Hakları  Sözleşmesi standartlarına göre geri verilmemesi ve bizleri zorla Bulgarlaştırp, yok etme projesinin mimarları adaletin karşısına çıkarılmamaları için o partinin başına kuklalar getirilmiştir.

Aynı kuklalar, sahiplerine yemin  sözü verip ve kendileri hala rehin konumundadırlar. Bundan dolayı, bazen Levski olurlar, Türkiye Cumhuriyeti düşmanı kesilirler, hata Anavatanımızı bile ziyaret etmezler...

Bunlar eski DS’nin himayesi altındadırlar. Vaktinde T.Jivkov’u ziyaret edip, kahvesini içtiklerinden dolayı çok memnundurlar...

2005 yılında, ATAKA’ya 160000 lv.para yardımında bulunduklarından dolayı da, DPS’yi tebrik etmek gerekir. Böyle sevap, herkese nasip olmaz!

Ey, dürüst  ve temiz ruhlu kardeşlerim,bölünmeyelim mi, ne dersiniz?

Peki, destek nereden alacağız;

Bütün bu maskaralıkları görüp, mevcut partilerden nefret edip, hayal kırıklığına uğrayan, yanlış partilere bugüne kadar oy vermiş, ancak geç de olsa doğru yolu gören vatandaşlarımızdan...

DPS, bu kadar çok yanlışlıklar ve vahim hatalar yaptıysa, o zaman yok olmasından daha doğal ne olabilir ki?

Hata dedim de, bunu düzelteyim.

Bir hata, istemeyerek yapılır ve yapılanın hata olduğu anlayışınca,  özür dilenir ve düzeltilir.

Ancak, DPS ve perde arkasında duran kukla oynatıcısı bütün olup bitenleri planlı ve isteyerek yaptı...

Mehmet HOCA

събота, 25 юни 2016 г.

MAAŞLARI BELLİ AMA FABRİKATÖRDEN ZENGİNLER

Hocanın Notlarından -2.

Ey, çok bilmişler! Çook okumuşlar!

Ey, büyük siyasetçiler, özellikle siz olmasanız,
biliyor musunuz ki, Ademoğlu, ne kadar daha
çok huzurlu ve mutlu olurdu.

Çevremizde daha az hırsız, yolsuz ve yalancı
olabilirdi. Belki ki de, çoktan yolsuzluklara veda
 etmiş olurduk. Değil mi?

Bazen sapla samanı karıştırıyorsunuz, hey,
büyük devlet ve siyaset adamları.

Sizsiz hiç bir şeyin daha iyi, güzel ve daha
 isabetli olmayacağına, kendi kendinizi öyle
çok inandırmışsınız ki, adeta gözünüzü hiç
kırpmadan yalan söyleyebiliyorsunuz.

Vatandaşın dilini ve halini unutarak, kendi
maaşlarınıza kendiniz zam yapabiliyorsunuz .

Maaşlarınız ve gelirleriniz belli, şirketiniz yok
ama kısa süre zarfında bir fabrikatörden daha
zengin olabiliyorsunuz?

Siz birer bulunmayan Hind kumaşı mısınız?

Bir de hiç ama hiç çalışmıyorsunuz.

Acaba, dürüst hırsız görülmüş müdür?

Görülmüş ama bunu vatandaş mı bilmiyor?

Eh, ihtimaller biraz fazlaca olmakta!

Mehmet HOCA

BULGARİSTAN'DA RAMAZAN

Bulgaristan’ın nüfusu, 2011 yılı sayımlarına göre, 7.3 milyon. Bu ülkedeki Türkler, nüfusun yüzde 9.4’ünü oluşturuyor. Diğer Müslümanlar da ilave edildiğinde, bu oran yüzde 10’u geçiyor.

Bulgaristan’daki Türkler daha ziyade, Filibe, Kırcaali, Razgrad, Şumnu, Eski Cuma, Silistre, Dobriç, Burgaz ve Ruşçuk’ta yaşıyorlar.

Başkent Sofya’da ise 70 binden fazla Müslüman ikamet ediyor. Sofya’daki Müslümanlar, Türklerin yanı sıra, Filistin, Ürdün, Suriye, Lübnan, İran, Irak, Afganistan, Pakistan ve Afrika’dan gelen mültecilerden oluşuyor.

Buna karşılık Sofya’daki Müslümanların ibadet edebilecekleri tek bir mabed bulunuyor: Kadı Seyfullah Efendi (Banyabaşı) Camii. Bir de Filistinli bir işadamı tarafından yaptırılan bir mescit var.

Kırcaali’de de benzer bir durum söz konusu. Sadece Merkez Camii ibadete açık.

Şumnu’nun simgesi olan Şerif Halil Paşa Camii, ibadete açık nadir Osmanlı camilerinden bir tanesi.

Varna’daki Aziziye Camii’ni de bu listeye ilave edebiliriz.

Gotze Delçev’de Karaca Paşa, Samokov’da Bayraklı, Köstendil’de Fatih Sultan Mehmet, Razgrad’da Makbul İbrahim Paşa, Eski Zağara’da Hamza Bey, İhtima’da Mihaloğul ve Karlovo’da Kurşun Camileri ise ibadete kapalı bulunuyor. Dupniçe’deki Ahmet Bey Camii de Güzel Sanatlar Müzesi yapılmış.

İslami eğitim konusunda da sorunlar var. Şumnu, Mestanlı ve Rusçuk’taki imam hatip liseleri dışında, Eğitim Bakanlığı nezdinde din eğitimi veren okul bulunmuyor. Sofya’daki Yüksek İslam Enstitüsü ise Bulgaristan Hükümeti’nden lisans alamıyor.

Bunların üzerine bir de ülkenin ağır ekonomik koşullarını ilave edin.

Bulgaristan’daki Müslümanlar, tüm bu engellemelere ve zorluklara rağmen, Ramazan ayını en güzel şekilde ihya etmeye çalışıyorlar.

Sofya’da mahya asmak ve iftar çadırı kurmak yasak. Sofya şehir yönetimi, Kadı Seyfullah Efendi (Banyabaşı) Camii duvarlarına duyuru ve ilan asılmasına bile müsaade etmiyor. Buna rağmen cami bahçesinde kurulan iftar çadırında, her gün yüzlerce Müslüman bir araya geliyor.

Sofya’nın kenar semtlerinde yaşayanlar ve mülteciler ise iftar etmek ve teravih namazı kılmak için Lülin semtindeki mescitte buluşuyorlar. Burada hem mütevazı bir sofrayı, hem de ortak kaderlerini paylaşıyorlar. Birlikte iftar etmenin verdiği huzur ve bereket, birlikte saf tutmanın sevabı ve moral gücü, hiçbir kelime ile izah edilemez. Sofya’da yaşayan Müslümanları bir araya getiren bu mescid, din dersleri ve Kur’an-ı Kerim kursu imkânı da sunuyor.

Buna benzer sofralar, Bulgaristan’ın birçok yerinde var. Filibe, Paşmaklı, Aydos, Kırcaali’de, Cebel, Mestanlı, Plovdiv, Varna, Çepinitsi ve Rudozem gibi birçok yerleşim yerinde iftar sofraları kuruluyor.

Bulgaristan’daki Müslümanlar, özellikle Ramazan ayında, camilere ve mescitlere koşuyor. Yoğunluk nedeniyle camilere sığmayanlar, evlerini ibadete açıyorlar. Birçok Müslüman’ın evi, sahur vaktine kadar dolup boşalıyor. Evlerde Kur’an-ı Kerim okunuyor, teravih kılınıyor ve tespih çekiliyor. Ayrıca, kurulan sofralarda, toplu iftar ve sahur da yapılıyor.

Evlerdeki iftar menüleri daha zengin: Köfte çorbası, kuru fasulye çorbası, tarhana, lahana aşı, yahni, bamyalı tavuk, tas kebabı, kapama ve kıymalı yaprak sarması.

Menüde, klasik böreklerin yanı sıra, Bulgaristan’a mahsus olan baniçka ve dızmana da yer alıyor. Tatlılar arasında ise baklava, revani ve yine bu ülkeye mahsus olan poniçka bulunuyor.

Bulgarca konuşan Pomakların yaşadığı ve Bulgaristan’ın tek hafız yetiştirme merkezine ev sahipliği yapan, Rodop dağlarındaki Maden şehrinde bulunan Merkez Camii’nde, Ramazan ayı boyunca, öğle namazları öncesinde mukabele okunuyor. Mukabele, hafız ve hafız adayları tarafından, ezbere okunuyor. Hatmeden kişinin ailesi, cemaate iftar yemeği veriyor.

Madan’daki iftar sofralarında Pomaklara ait geleneksel yemekler sunuluyor. Önce kahverengi fasulye çorbası, ardından ‘patatnik’ isimli patatesli pide sofraya getiriliyor. Bu pidenin pirinçli olanı ‘klin’ olarak isimlendiriliyor. Pidelerin yanında ayran da ikram ediliyor.

İftarın ardından, teravih namazı kılınıyor. Namaz sonrası cemaat dağılmıyor. İmam her akşam, teravih namazından sonra kısa bir vaaz veriyor.

Ramazanların önemli bir geleneği olan davulculuk, her ne kadar unutulmaya yüz tutsa da, Kırcaali’nin bazı köylerinde halen devam ettiriliyor. Davulcu, iftar ve sahurda mahalle mahalle geziyor.

Türkiye Diyaneti, Ramazan ayı boyunca, Türklerin yoğun olarak yaşadığı bölgelerdeki camilerde görev yapmak üzere vaizler ve Kur’an Kursu hocaları gönderiyor.

Elbette, on bir ayın sultanından nasipsiz olanlar da yok değil, az değil. Onlara da hidayet dilemekten başka yapacak bir şey yok.

Duamız şudur: Rabbim, ‘Türk’lüğümüzü kan değil, iman üzerine kılsın inşallah.

Ayhan DEMİR,
Y.Akit

четвъртък, 23 юни 2016 г.

SEN GORBAÇOV MUSUN?

Biraz önce bizim T haber’i okurken, Adnanan Pelvanlar’ın
imzası gözümden kaçmadı. Adnan bey, aldığım duyumlara
göre İstanbul’da yaşamakta. Sol görüşe hizmet etmiş birisi.
Son yıllarda ise Bulgaristan siyasetine ilgi duymakta ama bir
okuyucusu olarak ben, kendisinden daha gerçekçi yazılar beklemekteyim.

Şimdi bu başlık da ne oluyor;
“Pavel Lütfi mi, Coni Lütfi mi?”

Sanki, biz, Lütfi Mestan’nın şahsiyetini hiç bilmiyoruz
ve tereddütler içindeyiz!

Bizim dağın insanıdır. Türk anadan ve babadan
doğmadır. O, ne Bulgar Pavel’dir, ne de Amerikan Coni!
Bizim oralarda, Coni adıyla Çingenelere veya köpeklere
hitabet ederiz.

İma ettiği Amerikan Coni’lerinden ise pek çakmayız,
belli ki, Adnan bey uyruk değiştirmeye pek hevesli...

Pavel, takma ismine gelince. Bu, uğurladığımız totaliter
rejimin bir mirasıdır ve savunulacak bir yanı yoktur. Her
devletin istihbarat örgütleri ajan kullanır
ve hiç kuşkusuz kullanmaya da devam edeceklerdir...

Bugün, önemli olan, en azından benim açımdan,
Lütfi Mestan’nın, totaliterizmin uzantı oluşumlarından
uzaklaşıp, halkının yanında yer almasıdır.

Adnan Pelvanlar devam ediyor;
“Lütfi Mestan, Türküm, Müslümanım diyerek DOST
partisi genel başkanı oldu.”

Evet, hakkıdır, Türküm ve Müslümanım demeye!
Bu hakkı onun elinden kimse alamaz!
Her ne kadar, Adnan Pelvanlar, kendisine Pavel
veya Coni demeye kalkışsa da...

Gördüğümüz gibi, parti de kurdu, genel başkan da oldu.

Asıl mühim olan, Bulgaristan’daki Rus yanlısı Türk ve
Bulgar ajanlara ve oligarklara karşı savaş açmasıdır.

Bir de, kendi yerini Türk kardeşlerinin sofrasında bulmasıdır.
Aynı Türkler ise, sofrasındaki gariban lokmasını düşmanıyla
asla paylaşmaz...

Ayrıca, Anavatan Türkiye karşıtlarına da haddini bildirmesidir!
Bu da çok önemli bir kozdur. Yirmi beş yıldır beklediğimiz ve Moskova'nın egemenliğinden bizleri kurtaran bir siyasi demeç
ve eylem ve hamledir.

Şimdi merak ediyorum, acaba, Adnan Pelvanlar, aynı üslubu ve yakıştırmaları, malüm Drındarlı Rus beslemesi için yazabilir mi?

Yazamaz, efendim! Siyasi görüşü ve kültürü buna izin vermez!
Bugün Türkiye’de artık moda oldu, komünist ve ülkücü reisler
(dünkü günün kanlı bıçaklı düşmanları), Bulgaristan’daki totaliter rejimin kalıntılarına ve yeni yetmelerine can siper olmakta.

Halbuki, aynı bu sözde Türk partisi aldatmacası elemanları,
eli kanlı diktatör Todor Jivkov’un anıtını dikti, avukatlığını yaptı,
evine kadar gidip elini öptü... Avrupa Parlamentosu'nda bebek
katili lehine oy kullandı. Yani,Türkiye'yi ve Türkleri sattılar, aynı Almanya'daki solcu "futbol takmı" gibi...Bulgaristan
Parlamentosu'nda ise bunca yıldır bir tek bizim aleyhimize
çabaladılar durdular.

Yakında, Bahçeli ve Kılıçdaroğlu’nu, Pravets kasabasındaki
heykelin önüne çelenk koyarken görebiliriz (Eğer, Bahçeli, Osmaniye'ye dönmezse...). Georgi Dimitrov’un mozolesi
çoktan kenef oldu, ama Moskova’da Lenin sizleri beklemekte...

Adnan Pelvanlar, Lütfi Mestan’a sitem ede dursun;
“Türkçe eğitim hakkımızdır, kütüklerdeki Bulgar adları silinsin, silinecektir…Fakat gördük ki, Lütfi Mestan başka telden çalıyor.
Oruç tutuyorum diyerek camiden çıkan cemaatle toplantı yapıyor.
Dini siyasette kullanıyor. Dini, dincileri kullanmak ABD-İsrail stratejisidir; kan gölüne çevirdiği Orta Doğu’da görüyoruz…
Demek, Lütfi Mestan, ABD’den mesajı almış!”

Sabırlı ve metanetli ol, sen, Adnan Pelvanlar, eğitim için de
mücadele eder, isimler için de ama öncelikle bu yeni siyasi lideri
bizim desteklememiz gerekmiyor mu? En azından, daha Lütfi Mestan'nın partisinin kaydı bile yapılmadı.

Eğer hak ve hukukumuz için mücadelede yeterince gayret
etmezse, doğal olarak, kendisini bu işten emekli ederiz.
Sonuçta, karşımızda, sizin şakşakçılığını yaptığınız bir KGB
ve DS örgütü bulunmuyor.

Aynı örgüt, bahsettiğiniz haklarımızın önüne bariyer çekilmesi
için kuruldu. Aynı örgütün elemanları, Türkiye’yi kaçak sigara ve silahla boğmakta. Hadi sigarayla, kendimizi zehirliyoruz ama
dağdaki itler bizim gencecik yavrularımızı şehit ediyorlar.

Adnan Pelvanlar, geçenlerde hiç mi vicdanınız sızlamadı,
göçmen şehitlerimizi uğurlarken? Siz ne yüzle, Mestan’ı tenkit ederken, Doğan’ın ideolojisini savunabiliyorsunuz?

Yazıda, camilerden, oruçtan ve iftardan bahsedilmekte. Evet,
Lütfi Mestan, Drındarlı Rus beslemesinin çevresinde bulunduğu
müddetçe, halkıyla beraber dini ibadetlerini yerine getirmesi imkansızdı. Şimdi ise artık özgür ve özgür insanlar grubunda...

Bir de ABD-İsrael stratejisi, kan gölü Orta Doğu konu edilmiş. Bazılarının paşa gönlünde hala bir tek Moskova ve Türkiye
karşıtı stratejiler yatmakta. Ama bu saatten sonra artık biz ne komsomol, ne de komünist olmak istiyoruz.Torunlarımızın da,
ne çavdarçe, ne de piyonerçe olmasını istiyoruz...

Ah, nasıl da meraklılar bir de Bulgaristan’ı kan gölüne çevirmeye.
Az daha Bulgaristan’a gidip, Doğan'ın, Mitko Gestapoto'nun, Peevski’nin ve Siderov’un alnından öpecek bazıları.
Jivkov ve Brejnev dudak dudağa öpüşüyordu...

Kısa keseyim. Adnan Pelvanlar, NATO ve Amerika’nın
ne kadar kötü olduklarını anlatarak devam ediyor ama bu bizim
ilgi alanımız dışında.

Bugün Lütfi Mestan'ı kötülemek, Ahmed Doğan’ı
yüceltmek demektir!

Pelvanlar, sen Gorbaçov musun, ya da Konfiçyus mu?


Mümin TOPÇU

STANİMAKA HALKI, GÜZEL CAMİSİNE NE ZAMAN KAVUŞACAK

Bulgaristan’daki kardeşlerimiz rahatlar, ibadetlerini serbestçe yapabiliyorlar. Ülkede 1580 cami varmış 350 tane daha inşa etmişler ayrıca.

Asenovgrad’dayız. İftarı bir köftecide yapıyoruz. Sanki Anadolu. Bildiğin ızgara, salata, cacık, kadayıf, baklava. Türkçe konuşuyorlar, televizyonda Türk kanalları açık. De ki Bayrampaşa…
Teravihe de gitsek bari. Birine camiyi soruyorum “teee şorda” deyip köprüyü gösteriyor.  “Ama” diyor “bak Usman oca ağır kıldırır aberin ola!”

Camiye vardığımda mevlid-i şerif okuyorlar. Kitapçıklar Osmanlıca. Dörder beşer kişilik üç grup olmuşlar ikişer beyit okuyan, arkadaşlarına bırakıyor. Bi onlar, bi onlar, bi onlar, kulağa hoş geliyor.
Osman Hoca ağır değil, tam ayarında. Tadili erkana riayet ediyor, lâfızları yemiyor. Sesi de gür maşallah, hoparlöre gerek duymuyor.

Çıkıyoruz kapıda gofret dağıtılıyor. Bazen meyve oluyormuş, bazen çerez. Böyle hayırlar sık yapılıyormuş burada. Her akşam iftar veriliyormuş ayrıca. Ama bir iftar da ben vereyim dersen geç kaldın. Listeler çoktaaan dolmuş. Ölmez sağ kalırsak gelecek ramazana.
Cami dar gelmiyor mu diye soruyorum. Hem de nasıl diyorlar. Bu yüzden yeni bir camiye başladık ama…Ama? Amasını yarın gel anlatalım sana.

Sabahtan gidiyorum, üç beş ihtiyar avluda oturmuş şakalaşıyor. “Ooo muabir evladım oj geldın” diyorlar.
Simalarına bakıyorum sanki aşina. Ben bunları nereden hatırlıyorum? Ne zaman ki “Naim Süleymanoğlu da buranın çocuğudur” diyorlar, resim tamamlanıyor.  Tabii ya!
Soydaşlarımız kibar zarif mütebessim insanlar. Gönül kırmaktan korkuyorlar. Amcamın biri “o gün esap var be ya” diyor, “neye iyilik olmadı, nece üzgünlik yaptın, episi sorulacak!”

Peki yeni cami? Esnaftan Recep Bey “gel” diyor arabasına biniyoruz. Yeni Cami uzaktan bile görünüyor, minareleri göğü deliyor âdeta. “Ne güzel” diyorum, “Allah nazardan saklaya!”
-Zaten adını da güzel koyduk “Güzel Cami” güzel olacak inşaallah.
-Bayağı büyük tutmuşsunuz.
-Eh Osmanlı’ya da bu yakışır, tabii büük olacak. Kabasını bitirdik şükür. Biz de bittik bu arada. Eskiden ekonomi canlıydı, herkesin iyi kötü bir maaşı vardı, demokrasi geldi vurduk karaya. Hele AB kapısını çaldık battık.
Zamanında 2 buçuk milyon Türk’tük. Bir kısmı Türkiye’ye göçtü bir kısmı Avrupa’ya. Garip kaldık burada.
-İnşaata ne zaman başladınız?
-Arsayı 93’te aldık 2002’de başlayabildik anca. Proje için Hristiyanlara gidiyorsun, kolay değil. Kaba inşaata başladık, hâlâ sorarız müsaade edecekler mi acaba? Başını bekleye bekleye bu hale getirdik. Çoktan yapardık da AB macerası ile dağıldık. Bak torun Norveç’te, damat Fransa’da, bir kızım Konya’da, öbürü Kosova’da… Ne vakıt gelsınlar? Ancak bayramdan bayrama.  Bizim gibi emekliler kaldı burada… Aynı kapıları çalmaktan yorulduk, yüzümüz de kalmadı ayrıca.
-Peki Türkiye’den yardım gelse?
-Ne iyi olurdu ama. Camimiz çıksın ortaya da yadigâr bırakalım torunlara. Bizim için bir lira bile kıymetli çünkü yeri var. İsteyen bi kapı geçirsin, üç beş kiremit getirsin. Para istemiyoruz illa.
-Talebe de olacak mı burada?
-Talebemiz var zaten 30 kızan Kur’an-ı kerimi öğrendi. Külliyede kütüphane ve dershaneler de bulunuyor. İsteriz imam hatip de olsun. Hatta Baş Müftülük gelsin buraya. Kırcali yakın, Filibe yakın, civar köyler hep Türk. Mutfak, misafirhane, yemekhane, talebe yurdu, gasılhane, hatta itikaf odaları bile hazır. Ah bir halıları sersek de girsek, çiniymiş, avizeymiş olsa da olur, olmasa da.
Aslında Türk vakıflarının hesapsız malı var, sadece kira alsalar sıkıntı yaşamazlar. Değerli mülkler yağma edilmiş, devlet vermem de demiyor, iadeye de yanaşmıyor.

Çıkıyoruz. Recep abi “zaten iş yok” diyor dükkâna dönmüyor. “İstersin çıkalım kaleye, çekesin şehri?”
Olur diyorum, eski Türk evlerinin bulunduğu bir mahalleden geçiyoruz, adeta Safranbolu. “Çok evler tekkeler vardı ama sahip çıkamadık, kapanın elinde kaldı. Şimdi fabrikalar kapandı, kalabalık azaldı, millet ziraat yapar, çorbayı kaynatmaya bakar.”
Kale yolunda sayısız çeşme görüyoruz el değmeyecek kadar soğuklar. “Sularımız çok lezzetlidir diyor, lazım doğrayıp yiyesin yani o kaa. Biz şişe suyu bilmeyiz burda.”
Kale yolu dik, hava sıcak. Recep Ağabeyin maşallahı var, ayak uyduramıyorum hızına. Müslüman kayış gibi olur diyor, sapasağlam. Ne ki oruç tutar, namaz kılar. Onlar ise yer, içer, yatarlar, göbecikleri taşar.

KASABANIN YÜZSÜZLERİ VE BEYHAN EMİN'İN ŞAMPİYON KIZLARI

Masa tenisi sporu eskiden beri Ardino'da pek popülerdir.
Geçenlerde, 12 yaşına kadar grupta,
küçük kasabanın kızları Cumhuriyet şampiyonu oldular.
Kupa ve bir sürü madalya kazanıldı.

Bu çok güzel bir haber!
Ah, bunun büyük bir de aması olmasa?

Beyhan Emin diye bir anterenör vardı bu kasabada.
Ama şimdilik antrenör kadrosundan kovuldu.
Ve bunun hesabı yakın zamanda verilecek!

Sadece bundan 3-4 yıl öncesi, Beyhan Emin, şimdi şampiyon
olan bu kızları, ilk kez spor salonuna götürdü, raketin ve
pinpon topunun neler olduğunu öğretti. Aynı zamanda böyle
bir takımın oluşumuna karşı çıkanlar oldu. Hatta ilk
baştan antrenörün maaşı bile yoktu.

Minik kızlar ve antrenörleri gecesini gündüzüne katarak
çok çalıştılar. Zamanında planlar ve stratejiler belirlendi.
Bunlara göre bu yıl mutlaka şampiyon olunacaktı.Olundu da!

Ama bu sevinci, antrenör Beyhan Emin'e doyasıya yaşatmadılar!

Yeni bir siyasi oluşuma karşı beslediği sempatiden dolayı,
çok sevdiği kızlarından ve işinden oldu.

Demek ki, Ardino meydanında demokrat kisvesi altında,
böbürlenerek dolaşanlar, aslında birer belasını arayan it...

Halbuki, büyük şampionaya sadece üç ay kalmıştı...

Yerine başkası geçirildi. Şimdi, kendisi başarı sarhoşu.
Sanki, 3-4 yıl öncesi bu minik kızları, ellerinden tutup,
kendisi spor salonuna götürmüş ve onları bu uzun süreçte
çalıştırmış. Sonuçta,üç ay içinde şampiyon olunmuyor, kuzum!

Şimdi Ardino'da kutlamalar var! Bu başarıya hiç bir katkısı
olmayanların fiyakasını bir görseniz!

Ama hiç bir ağızda antrenör Beyhan Emin'in adı anılmıyor.
Ona kimse,"Teşekkürler, büyük antrenör!" demiyor. Daha doğrusu
diyemiyorlar, çünkü korkuyorlar,bir de utanıyorlar...

İnsan, birazcık da vefal, onurlu ve dürüst olabilmeli!

Masa tenisini seven, her kim olursa olsun, Beyhan Emin'e
karşı yapılan bu büyük haksızlığa karşı duruş sergileyebilmeli.

Şampiyon küçük kızların ve onların ebeveynleri, antrenör
Beyhan Emin'i ne kadar çok sevdiklerini tahmin edebilirsiniz.

Sanmayın ki, belediye başkanını çok seviyorlar veya onun
diktacı partisinin yandaşlarını. Artık, onlardan açıkça nefret
ediyor bu küçük şampiyonlar. Yapılan bu haksızlıktan dolayı
ömürleri boyunca diktacılardan, hep nefret edecekler,
onlara karşı tarifsiz bir kin besleyecekler.

Şampiyonluk sevincini ilkin Beyhan Emin ile paylaşan şampiyon
kızlar, Ardino'ya döndüklerinde hemen antrenörüne koştular,
kendisine sımsıkı sarılarak bu büyük başarıyı hep beraber
kutladılar.

Ne mutlu trener Beyhan Emin'e!
Ne mutlu, Ardino'nun şampiyon kızlarına!

Jale Filibeli

понеделник, 20 юни 2016 г.

ANAVATANIMIZ TÜRKİYE'Yİ ÖTEKİLEŞTİREN FEDERASYONUMUZ NEZDİNDE MAKBUL DEĞİLDİR

Basın bildirisi

Mübarek Ramazan ayı içerisinde Balkan Türkleri Göçmen ve Mülteci Dernekleri Federasyonu (BGF) üyesi derneklerimizce ve bulundukları yerlerdeki yerel yönetimlerce iftar organizasyonları gerçekleştirilmektedir.

Ramazan ayının doğasına uygun olarak kardeşlik ve dayanışma duygularının ön plana çıktığı bu organizasyonlara üyelerimiz ve hemşehrilerimiz tarafından sağlanan yoğun katılım memnuniyet vericidir.

 Bu basın açıklaması, derneklerimizin bulundukları ilçelerdeki yerel yönetimlerce verilen iftar organizasyonlarında Bulgaristan’daki Hak ve Özgürlükler Hareketi (HÖH) partisinden davetli misafirlerin bulunmasının camiamızda yarattığı rahatsızlık nedeniyle yapılmaktadır.

Bilindiği üzere, Rus uçağının düşürülmesinin ardından Türkiye yanlısı açıklama yapan eski Genel Başkan Lütfi Mestan’ın anti-demokratik bir şekilde partiden ihraç edilmesine bağlı olarak Türkiye karşıtı söylemleriyle ön plana çıkan HÖH’ün, son dönemlerde Türkiye’de kendilerine yakın bazı kişi, dernek ve yerel yönetimler nezdinde girişimde bulunduğu gözlenmektedir.

 Önemle belirtmek gerekir ki; Balkan Türkleri olarak tarihsel süreç içerisinde maruz kaldığımız baskı, zulüm ve asimilasyon dönemlerinde soydaşına kucak açan ve Evlad-ı Fatihan’ın varlığının en önemli güvencesi durumundaki Anavatanımız Türkiye’yi ötekileştiren hiçbir kişi veya siyasi oluşum Federasyonumuz nezdinde makbul değildir.

Geçtiğimiz hafta içerisinde Türkiye’de bulunan HÖH heyetiyle, bulundukları yerel yönetimlerin isteğiyle ve/veya kendi inisiyatiflerini kullanarak görüşen BGF üyesi birkaç dernek yöneticisinin bu temasları bireysel nitelikte olup, Federasyonumuzun resmi görüşünü hiçbir şekilde yansıtmamaktadır.

 Kamuoyuna ve soydaşlarımıza önemle duyurulur.

Balkan Türkleri Göçmen ve Mülteci Dernekleri Federasyonu

Yrd. Doç. Dr. Kader ÖZLEM
Genel Sekreter

BİR KERE DE ZOR OLANI SEÇİNİZ

HOCANIN NOTLARINDAN - 1.

Dostlar!
Söylenecek çook sey var da...

Ben, aklımın erdiği kadar, partimizle ilgili bazı “dostların”, kendilerine göre, dile getirdikleri beni "terletecek" türden bazı konuları çok kısa biçimde ele  alacağım.

Öncelikle sizinle, kendi kendilerini aydın ve münevver ilan edin kişilerden söz edeceğim.

Onların kolunun altında, sokağa çıkarken, neredeyse her zaman küçücük bir çanta vardır. Çoğu kez hep aynı mekana otururlar, kahve, çay ve meşrubat içerler.

Hep konuşurlar. Hiç lafları bitmez. Hep anlatırlar. Bu çok önemli. Durmadan eleştirirler. Ahmed'i, Mehmed'i, Hasan'ı, Hüseyin'i, Ivan'ı ve Dragan'ı.

Onlar için herkes kötüdür. Her şeyi en iyi bilenlerdir. En çok bildikleri de siyasettir. Zaten tüm erkekler, en çok ve en iyi bildikleri şeyin siyaset ve futbol olduğunu zannederler.

Onlar için herkes suçludur, kendileri hariç. Genelde bırakın her hangi bir siyasi partiye üye olmayı, dernek üyesi dahi olmazlar, ama eleştiride hep birincidirler.

Hiçbir zaman sorumluluk almazlar. Yasanan olumsuzlukların suçlusu hep başkasıdır. Her zaman haklıdırlar. Hatta, neredeyse hiç hata yapmazlar. Öz eleştiri, hiç yok. Siyasetin dışında gösterirler kendilerini. Beklerler, beklerler ve her şey tıkırına  girdiğinde, bazıları hazıra konarlar.

Onlara göre, partilerin içinde çok yanlış kişiler  vardır. Bu "aydınların" dikkate almadıkları bir şey var,o da ;

Her siyasi oluşumun programı ve tüzüğü, değerleri ve ilkeleri olmasıdır. Her parti üyesi bunlara uymak zorundadır.

Anayasamız ve siyasi partiler yasasına göre, 18 yaşını doldurmuş, sabıkası olamayan ve özel durumlar hariç, her yurttaş parti üyesi olabilir.

Bir kere de zor olanı seçiniz, sayın aydınlar!

Mehmet HOCA

събота, 18 юни 2016 г.

HERHALDE, İFTARDA ORUÇ BOZAN, YALAN SÖYLEMEZ...

Ramazan, iftar yemeği ve yardımlaşmalar boynumuzun borcudur.
Ama göçmen kuruluşlarının bunca gösterişli ve şatavatlı
iftar organizasyonlarından, bu yıl bana adeta gına geldi,
çünkü bunca parasal sermayeyinin sadece bir kısmından,
Bulgaristan'daki Türk Topluluğunun  başka acil ihtiyaçları
için de biraz kaydırılabilse, çok daha isabetli olmaz mı?

İftar bahanesiyle düzenlenen bu toplu oruç bozma yemekleri
yine gerçekleşsin ama sonunda herkes yediği yemeğin bir
mislisinin değerini bir bağış kutusuna atmış olsa ve bu toplu
para, suyun ötesine uçurulsa...

Derneklerin bu tür etkinlikleri, genelde protokol ve zengin
kesimin gövde gösterisine dönüşür. Halbuki,fakir fukaranın
yaşadığı bir göçmen mahalesindeki topluca iftar yemeği çok
daha büyük bir hayıra ve mutlu anlara vesile olabilir.

Memleketteki kardeşimizin, bütün zorlu yaşantısını ve
bocalamasını bilmeyen yok. Şimdi zaten bunları sıralamaya
gerek duymuyorum.

Geçenlerde, Altay derneğinin bahçesine düşman çamur atmaya
kalkıştı. Hatta bunu gene kandaşlarımızı sinsice
kullanarak yaptılar.

Altay derneği ilk adımlarını zaten birkaç idealistin cabası
sayesinde atmakta. Vaktinde nasıl kimse BAHAD derneğini
desteklemediyse, şimdi de, Bulgaristan'daki siyasi oluşumların
veya Türkiye'deki o çok "büyük ve güçlü" göçmen kuruluşlarının
hiçbir temsilcisi şimdiye kadar Altay'ın kapısını aralamadı.
Aslında, birkaç gün öncesine bu kuruluşun bir kapısı
veya ofisi bile yoktu...

Kırcaali'nin belediye başkanı, Templierler gibi uyduruk bir
sözde hristiyan klübüne ofis bulabiliyor, hatta bazı öz be
öz Türk yavrucuklarını bunların davulcusu yapabiliyor ama
Bulgaristan'daki Türk varlığını savunan ve savunacak olan bir
bağımsız ve özgür kuruluşa ofis veremiyor veya  bulamıyor...

Aynı belediye başkanı, vefat eden bir Türkü, devlet tarafından
dayatılmış hristiyan ismiyle ve haçıyla bir mezara gömülmesine
göz yumabiliyor ve ölüm belgesinin altına imzasını atabiliyor
ama Altay'ın cesaretli delikanlıları işte bu tür şaklabanca
ve hayasız oyunları bozabiliyor...

Neden mi bu noktaya vurgu yaptım? Bahsettiğim o Altay'a karşı
başlatılan acemice Rusofil çalımlarından sonra, dernek
yönetiminin bunlara cevabındaki bir cümle kanıma fena dokundu;

"Altay derneği,şimdiye kadar bir kuruş para harcamamıştır!"

Çünkü paraları yok!

Ramazandan sonra, göçmen derneklerinin verdiği iftar yemeklerinin
toplam faturasını açıklamaya gayret göstereceğim...


Herhalde, iftarda oruç bozanlar, bana yalan söylemez...

Mümin TOPÇU

вторник, 14 юни 2016 г.

DEDEKÖY'DE, EVE 2 METRE UZUNLUĞUNDA YILAN GİRDİ, ÇAĞRILAN SİVİL SAVUNMA EKİPLERİ GÖREVİNİ TAMAMLAMADAN ŞEHRE DÖNDÜ, EV SAKİNLERİ GECEYİ YAKINLARININ YANINDA GEÇİRDİ


Çernooçene'ye bağlı (Yeni Pazar) Dyadovsko (Dedeköy) köyünde bir eve gizlice giren yılan ev halkına zor anlar yaşattı. Kırcaali'den çağrılan Sivil Savunma ekipleri yılanı bir türlü yakalayamayınca, ev sakinleri geceyi Kırcaali'deki yakınlarının yanında geçirmek zorunda kaldı.
Edinilen bilgilere göre, dün öğle saatlerinde Dyadovsko köyünden Recep M.'ya ait evin bir odasında 2 metre uzunluğundaki yılanı gören eşi telefonda durumu, o sırada dışarıda olan babası Mehmet H. ve eşi Recep'e bildirdi. Eve gelen baba Mehmet H. ve kadının eşi Recep M. yılanı tüm uğraşlara rağmen yakalayamadı. Bunun üzerine iki adam Sivil Savunma ekiplerine haber verdi.
Olay yerine gelen Sivil Savunma ekipleri yaklaşık dört saat uğraştan sonra, yılanı yakalamadan şehre döndü.
Yılan korkusu sebebiyle evlerine geri dönemeyen ev sakinleri ise geceyi Kırcaali'de oturan yakınlarının yanında geçirmek zorunda kaldı.
Dyadovsko'daki yılan yakalama çalışmalarına bugün devam edileceüi öğrenildi.
FOTO: Baba Mehmet ve kızı
24 Kırcaali

неделя, 12 юни 2016 г.

GÖÇTEN SONRAKİ BENİM HAYALİM...

Güzel ama üzücü bir Bulgar sözü var; "prokujdane"(uğratmak, kovmak).

Türkçe "göç" denir, göçmenler ise yurtlarından kovulmuş bizim öz vatandaşlarımız. Pravets diktatörünün komünist rejiminin kovdukları.

Yirmi yıl sonra onları, yeni vatanları - Türkiye'de aramaya gittik.

Onları kimse arayıp sormamıştı, kendileri ise İliya Minev gibi kahramanlarımızla omuz omuza komünist sisteme karşı savaşmışlardı.

Onlar; bizim tarafımızdan unutulanlar,bizim dilimizi unutmamışlardı,ne de memleketleri Bulgaristan'ı.

Onların hikayesini, dinmeyen acılarını,gözlerini ve yüzlerini, bugün 12 Haziran, saat 19'a, BNT 1 televizyonunda görebilirsiniz.

Zaman aşımına uğrayan tarih; "soya dönüşten 20 yıl sonrası.

Bizim ortak tarihimizi yansıtan bir sayfaya iki nesil göçmenin bakış açısı.

Belgesel film.
Bulgaristan, 2009y., 51 dk.
Senaryo; Daniela Gorçeva
Rejisör; İrina Nedeva, Andrey Getov
Kameraman; Lüben Bırzakov
Müzik; Özgür Yalçın, grup "Kara Güneş"-İstanbul


Benim bir hayalim var ve kim bilir... Ben, ülkemizden kovulan bizim Türkleri, kovulan Bulgarları, kovulan Yahudileri, yeniden geri toplamak hayali ve arzusuyla yaşamaktayım.

Hep beraber, Bulgaristan'ı gerçek bir demokratik ülkeye çevirebiliriz. Hepimiz için, çocuklarımız ve torunlarımız için, o yeniden çekici, yaşanabilir ve güzel yurdumuz olabilir.

Yeniden köylerimiz ve kasabalarımız canlanabilir, gene her yer Bulgarlarla, Türklerle, Yahudilerle, Ermenilerle ve Çingenelerle dopdolu olur... Eski zamanlarda olduğu gibi, gene Çehler, Almanlar, İspanyollar,İtaliyanlar, Fransızlar, Holandalılar, İngilizler ve Amerikalılar, yaşamak için ülkemize göç edebilirler...

Daniela GORÇEVA

TÜRKÇE DAVAMIZDA ISRARCI OLALIM

Ben Kırcaali’ye bağlı Kostino (Kemikler) Köyü İlköğretim Okulu’nda altı yıl Türkçe öğretmenliği yaptım. O zaman Türkçe dersleri tüm gereklilikler doğrultusunda bu okulda yürütülüyordu. Tüm öğrenciler haftada 4 saat olmak üzere seçmeli ders olarak Türkçe’yi okuyorlardı. Fakat ne acıdır ki, 2008 yılında benim görevden ayrılmamın ertesi ders yılında bu okulda da Türkçe eğitimi durdu.

Daha o yıllarda Türkçe ders kitapları boşluğunu önemli ölçüde dolduran “Balon” ve “Gönül” dergilerinin yanı sıra hala Türkçe öğretimine katkı vermeye devam eden ülkedeki tek Türkçe çocuk gazetesi “Filiz” ve “Ümit” dergisinin de sayfalarından nice Türk çocuğunun kendi ana dili olan Türkçelerini okumadıkları öğreniyorduk. Mazeret olarak bazı okullarda Türkçe grubu oluşturulması için ana dilini okumak isteyen yeterli sayıda öğrenci olmaması, Türkçe eğitiminin son derece eski ders kitaplarıyla gerçekleştirilmesi, ana dili olarak Türkçe’nin bilindiği için okunmasının gerekli olmaması ve Türkçe yerine ek olarak İngilizce dersleri alınmasının tercih edilmesi, bazı okullarda kadrolu Türkçe öğretmeni eksikliği, Türkçe eğitimin müfredat dışı tutulması ve ders saatlerinin dışında bırakılması ve başka şeyler ileri sürülüyordu. Bu sebeplerden dolayı her geçen ders yılında Türkçe okuyan öğrencilerin sayısı gittikçe azalıyordu. Öyle ki, resmi olmayan verilere göre 1991-1992 eğitim ve öğretim yılında Türkçe okuyan çocukların sayısı 120 bin civarındayken, Eğitim ve Bilim Bakanlığı'nın verilerine göre geçen yıl bu sayı 8 221’e düştü. Bu üzücü tabloya rağmen 20’yi aşkın yıl sonra aşamalı olarak ikinci, üçüncü ve dördüncü sınıf Türkçe ders kitaplarının yenilenmesi olumlu bir gelişme olduğuna işaret ediyor. Ümit ederiz ki, diğer 1,5,6 ve 7.sınıf Türkçe ders kitapları da en kısa zamanda yenilenir.
Zor koşullarda dahi olsa, ana dilini okumayan Türk çocuklarımızın doğru yoldan saptıklarını anlamak zor değildir.

Bu çocukları yanlış yoldan kim döndürecek? Tabii ki, bu ilk önce bir Türk Dili öğretmeninin bir görevidir. Lakin çözüm anne ve babaların çocuklarının ana dilini okumaları için ısrarcı oldukları müddetçe mümkündür. Fakat anne ve babaların çocuğunun ana dilini okumamasına karşı hiçbir tepki vermeyen, hatta okumaması için ısrar eden halleri bizler adına ne feci, ne utanç verici bir gerçektir. “Biz Türk doğduk, Türk öleceğiz!” diyoruz, ama Türkçemize sahip çıkmazsak, Türklüğümüzü nasıl koruyacağız. Ana dilini yadırgayan çocuklar, olgunluk çağına geldiklerinde şahsen kendileri anne ve babalarından bu durumun suçlusunu sormayacaklar mı?!

Dünyada hiçbir millet öz dilini ihmal ederek, varlığını koruyamamıştır. Hatta İngilizler, kendi dillerinden başka bir dil öğrenmeyi yadırgayarak, İngilizce’yi neredeyse uluslararası bir dil haline getirme yolunda bir hayli ilerlemiş durumdalar. Yine bilimsel bir tespittir ki, anadilini yazı dili olarak iyi benimsememiş bir kişi hiçbir yabancı dili iyi benimseyemez. Salt bu sebepten ötürü dahi çocuklarımızı ana dilini öğrenmeleri konusunda ısrar etmekten vazgeçmemeliyiz. Üstelik bizim ana dilimiz, yani Türk Dili o kadar ahenkli, yumuşak, tatlı ve zengin bil dil ki, onunla her zaman gurur duymalıyız. Bizim için Türkçe paha biçilmez bir değerdir. Onun kıymetini elimizdeyken bilmeliyiz. Hele hele de Bulgaristan’da var olan Türk azınlığı olduğumuzu düşünecek olursak, Türkçemize dört elle sarılmalıyız.

Unutmayalım ki, seçmeli ders olarak da olsa, ana dili eğitimi hakkını nice zorluklarla kazanmışken kendi ellerimizle yitirebiliriz.

Bu açıdan çocuklarının ana dilini okumaları konusunda ısrarcı olan tüm ebeveynleri takdir ederken, diğerlerin de inşallah, çok geç olmadan bu konuda bilinçlenmelerini ümit ederim.

Resmiye MÜMÜN,
Kırcaali Haber

петък, 10 юни 2016 г.

CESUR KAHRAMANIMIZ DAHA BÜYÜK BİR FACİAYI ENGELLEDİ

Şehit göçmen kızı Nefize Özsoy, Midyat'taki bombalı saldırıda 3 tonluk hainliğin önünü kestiği tespit edildi.
Teröristler emniyet müdürlüğünü 3 ton bomba yüklü araçla hedef aldı. Nöbet kulübesinde aracı fark eden kadın polis memuru Nefize Özsoy ateş açtı. Bu sırada bariyerlere çarpan araç patladı. Ortalığın savaş alanına döndüğü saldırıda biri 6 aylık hamile 2 kadın polis ve 3 vatandaş şehit düştü.
Kadın polis memuru Nefize Özsoy’un bombalı aracı erken fark ederek ateş açması ve bariyerler terör faciasının büyümesini engelledi.
Saldırıda şehit olan Şerife Özden Kalmış’ın ise bir dönem Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün korumalığını yaptığı bildirildi.
Midyat’ın köylerinden bile duyulan patlama emniyet binasını kullanılmaz hale getirirken, çevredeki binalarda da hasara neden oldu.
Şehit Nefize Özsoy’un silahlı müdahalesi hem emniyetteki polislerin hem de çevredeki vatandaşların önlem almak için zaman kazanmasını sağladı.

четвъртък, 9 юни 2016 г.

TÜRKİYELİ OLMADAN TÜRK OLMAK

İki göçmen şehidi bağrımıza basarak, yarınki gün onları ebediyete uğurlayacağız.

Kırcaalili Nefize Özsoy ve Şumnulu Kadir Cihan Karagözlu.

Bu iki ismin unutulması mümkün değil. Birisi Balkan’ın güneyinden, diğeri kuzeyinden, dağların ardından, nehirleri aşarak geldiler öz Anavatana ve adları şanlı kırmızı beyaz bayrağa nakış edildi...

Serhat şehrimiz Edirne’deki Selimiye Camisi dolup taşacak. Nefize’yi beyaz sütündeki yaşıtı Türkan Bebek karşılayacak. Türkan, özgürlüğümüzü bağışladı, Nefize ise vatanımızı.

Yarım kalmış hayatlar kitabında, Kadir Cihan Karagözlü’nün şehadetinde, kudretli Deliormanlı pehlivanların nasıl hüngür hüngür ağladığı okunacak...

Kırcaalili Yusuf, yazdı akşam bana;

“Aga, iyi bir nişancıyım, Türkiye’ye gelip, dağlardaki düşmanı temizlemek istiyorum. Kime ve nereye başvurmalıyım?”

Arslanım, dedim ve boğazım düğümlendi. Söyleyecek söz bulamadım ona.

İşte budur, Bulgaristan’daki Türkün gönlünde yatan Anavatan sevgisi!

Çok az insan tarafından bilinen, başka bir tarihi gerçeği anımsıyorum şu an. Kıbrıs olaylarının başlangıcında, Varna’nın  Ezerovo köyündeki Türkler, meydana toplanıp, gönüllü olarak Kıbrıs savaşına katılma arzusunu belirtiyorlar. Tabi ki, daha sonra yığınla dayak yiyorlar...

Görüldüğü gibi, Türkiye vatandaşı olmadan da Türk olunuyor!

Ama, Türkiye vatandaşı olup ta,Türk olamayanlara ne demeli?

Hani şu onbir kanı bozuk  Alman“Türk’” deputata ne demeli.

Onlar, “Türkiye vatandaşı” ama ”Biz  Türkiye’yi savunmayız!”diyorlar...

Ah, öyle bir kolay olsa bu ülkeyi satmak!

Biz, göçmenler, gereken savunmayı yaparız, çünkü bizim için başka Türkiye yok...

Mümin TOPÇU

сряда, 8 юни 2016 г.

ALBAYRAK, KARAGÖZLERİNİN IŞILTISI, ŞEHİDİM...

Nefize Özsoy, karagözlü bacım, ciğerlerimizi yaktın. Gözyaşlarımız oluk oluk aktı, sel oldu. Bugün, memleketteki Arda’nın suyu kırmızı aktı. Şehadet çığlığın derin uykumuzdan uyandırdı bizi...

Sen bu ülkeyi kurtarmak için geldin. Sımsıcak gülüşünü bizlere emanet ederek, bu vatan için ölmeye gittin, Şehidim!

Hayat dolu, göçmen kızım benim. Bu geceden sonra, artık uyumak haram bize. Titresin ve korksun, pusuya yatmış hain katiller.

Nefize’nin göçmen kardeşlerine, Kapıkule bir kere sancak olur. Midyat, bin kere mezar olur.

Yeter ki, vatan sağolsun! Bundan kimsenin zerre kadar kuşkusu olmasın!

Türkün, kanı depreştiğinde bütün vatan bayraktır.

O bayrak, kara gözlerinin ışıltısı, Şehidim Nefize Özsoy!

Mümin TOPÇU

RADOST NİKOLAEVA, CAMİDE KONFERANS VERDİ

Arda nehrinin kıyısındaki popüler şehirde, birkaç yıldır sürdürülen "Kırcaali - multikültürel şehir" inisyatifi çerçevesinde, yerel camide "Osmanlı mimari geleneklerinde Bulgaristan - Müslüman ve Yahudi inanç mabedleri", konulu bir konferans düzenlendi.

Art hareketi"Krıg"tarafından sunulan multimedya prezentasyonunda, tarihçilerin bilimsel araştırmalarından örnekler sunularak, ülkemizde bulunan yirmiden fazla caminin tanıtımı yapıldı. Osmanlı ve Osmanlı'dan önceki dönemlerde inşa edilen bazı sinagoglardan da örnekler sergilendi. Geçen asrın başlarında Kırcaali'de sefarad topluluğu da yaşıyormuş. 1924 yılında inşa edilen sinagog,komünist dönemde bir yangından sonra yok olmuş.

Konferansı düzenleyen ve sunumu sunan Radost Nikolaeva, Şumnu'da bulunan Tombul Cami, Filibe'deki Cuma ve İmaret Camiler, Vidin'deki Osman Pazvantğolu Cami ve Sofya'daki Banya Başı Cami gibi eski, mimari ve tarihi değeri yüksek dini mabedlerimizden söz etti..

Art hareketi "Krıg" artık on ikinci yılını doldurdu ve Kırcaali'deki farklı kültürel etnik toplulukların tanıtımı ve yakınlaşması için efor sarf etmekte.

Jale FİLİBELİ

ANCAK BAY TOŞO’NUN DUDAĞINI ÖPERSİNİZ...

Sen, Büyük Elçimize (Türkiye’ye) “yuh” çekeceksin!

Baş Müftümüze ayıp edeceksin!

Ev sahibi belediye başkanına karşı eşek gibi anıracaksın!

Kukla ve amigo parti başkanın Türkiye’ye haddini
bildirmeye yeltenecek!

Bilmem neyin fare başkanı, Rus pilota dua edecek!

Dağdan inip bağcıyı döveceksin!

Ve sonra, pişmiş kelle gibi sırıtarak, Bursa’ya yoğurtlu
 İskender kebabı (tokadı) yemeye geleceksin!

Gelme kardeşim, madem ki, Türkiye’yi sevmiyorsun!

Hadi geldin diyelim, o zaman git bu şehrin erkanının
elini barem öp. Adettendir!

Bunun valisi var, belediye başkanı var...

Onlara emanettir bu vatanın al bayrağı...

Ne o, yavuz hırsız gibi geldin ve gittin?

Ayıp oluyor ama. Kuyruk acın nedir senin?

Yanında sıkı fıkı olduğun dava arkadaşlarını
göremedim. Nerde o Peevski’ler, Danço Mentata’lar,
Biserov’lar, Mitko Gestapoto’lar?

Bulgaristan’ın neresinde bir mafya bozuntusu varsa,
onu partinde baş üstünde tuttun ve Türkleri aldattın
ve kandırdın. Ama artık biraz zor kandırırsın...

Peevski’nin, kaçak sigaralarının satış trendlerinin
teftişine mi geldin?

Yoksa, askerlerimizi kalleşçe şehit düşüren dağ
eşkıyasının mermilerini saymaya mı?

Brüksel’de, aynı teröristin lehine oy vermiş hainsin
sen. Kaçak silah tüccarı da...

Sen, bir tek, daha fazla Bulgaristan göçmenlerinin
oyuna ihtiyacı olmayan bazı CHP ve MHP mensuplarını kandırabilirsin...

İadeti ziyaretlerinde bulunduklarında, kendilerini
Plevne ovasına bizzat diktiğin Bay Toşo anıtına da
götürebilirsin.

Bu kesmedi, Ninova ve Mitko Gestapo yoldaşları da
yanınıza alıp, Pravets’e de uğrayabilirsiniz ve orada
ancak, eli Türkün kanına bulaşmış bir diktatörün
putunu (Putin’i) hep beraber öpebilirsiniz.

Hem de dudaktan, çünkü sizde bir tiksinme yok...

Bay Toşo ve Leonid gibi...

Mümin TOPÇU

вторник, 7 юни 2016 г.

BEREKET KONVOYU'NUN İLK DURAĞI CEBEL OLDU

Dün akşam Ramazan’ın 1. gününde İstanbul Bayrampaşa Belediyesi'nin Bereket Konvoyu Cebel'de yaklaşık 3000 kişiye iftar yemeği verdi.
Etkinlik, Bayrampaşa Belediyesi’nin “Kardeşlik Sınır Tanımaz” sloganı altında bu yıl 12. kez yürüttüğü Bereket Konvoyu projesi, “Balkanlar’da Ramazan” programı kapmasında organize edildi.
İftar sofrasına Cebel Belediye Başkanı Bahri Ömer ve diğer DOST partisi kurucuları da hazır bulundular.
İstanbul Bayrampaşa Belediyesi'nin Bereket Konvoyu, 11 yıl boyunca Hırvatistan, Bosna-Hersek, Sırbistan, Karadağ, Arnavutluk, Kosova, Makedonya, Yunanistan ve Bulgaristan'da iftar yemekleri düzenliyor.
24 Kırcaali

понеделник, 6 юни 2016 г.

MERHABA EY ŞEHR- İ RAMAZAN!

Merhaba ey şehr-i Ramazan! Merhaba ey şehr-i Kur'ân! Merhaba ey şehr-i Gufrân!

Yarın ilk orucunu tutacağımız mübarek Ramazan ayını bu gece ilk teravih, bu seher vaktinde ilk sahur ile karşılıyoruz.

Rabbim tamamını idrak edip gönüllerimizi imar ve ihya ederek bayramına erdirsin!

Ramazan mübarektir, bereket doludur, herkes bu bereketten niyeti ve gayreti nisbetinde nasiplenir.

Cenâb-ı Allah nasiplenenlerden, kendimizden başlamak suretiyle erdemli ve sorumlu bir dünyayı inşa edecek takva sahiplerinden olmayı lütfeylesin!

Hayırlı Ramazanlar!

Vedat Ahmed

петък, 3 юни 2016 г.

ŞEYTANLA YÜZLEŞME VAKTİ

Yıl 2016, İsviçre

Alp dağlarını delip geçen, 56 km.uzunluğundaki hızlı tren yolunun açılışı yapıldı.

Rodoplar’daki Türk köylerine üç kilometrelik  yol yapımı için, seneler boyu ne ödenek ayrılıyor, ne de bir niyet ortaya çıkıyor.

Yıl 1991, Bulgaristan

Demokratik rejime geçiş ile Bulgaristan Avrupa’nın yeni İsviçre’si ilan edildi. Az bir yatırımla, doğal güzelliklerin verdiği avantajla, dağlarımızın Alp Dağı, şehirlerimiz ve köylerimizin İsviçre benzeri yerleşim alanlarına dönüşeceğine, büyük bir umut bağlamıştık...

25  yıl sonra İsviçre olamadık, köylerimize ve yollarımıza asfalt bile döşe yemedik.

Yüzlerce yıl bu ülkenin topraklarını vatan belledik. Artık, bu vatanı temelli terk etmek zamanı mı? Bilinmeyen ve görünmeyen bir düzenin eli, Bulgaristan’da ki Türkü vatanından etmeye devam ediyor.

1990 yılına kadar bu şeytani el, zorbalıkla, baskıyla ve zulümle, insanımızı sindirdi, dinini, dilini, örf ve adetini yok etmeye çalıştı. Bizi topraklarımızdan kovdu! Sonuç; boşalan vatan! Mahzun kalan baba yadigarları!

Yeni dönemde, görünmeyen şeytani el, bu sefer iktisadi araç kullandı. Bulgaristan’da ki Türkü, bir lokma ekmeğe muhtaç etti, topraklarını ekilmemiş bıraktırdı, mahsulü satın aldırtmadı, ticaret yollarını kapattı, tek açık kapı, yine göç kapısı kaldı.Ve Türk, bu sefer bir lokma ekmek için yine göç etti.

Bu yağma düzenini kurmalar, topraklarımızı bizden almalar, hiçte tesadüfi gelişmeler değildir. Maksatlı, hedefini bilen ve bu hedefe varmak için yolunu titizlikle takip eden bir akıldır. İşte bu şeytani akıl ile artık yüzleşme vakti gelmiştir. Geç bile kalındı!

Bu, kendisi görünmeyen, fakat etkileri içimize kadar işleyen akıl, bizden olanları bize karşı kullanmayı bildi. Saf, temiz ve inandırılması kolay olan halkımızı, kurnaz, açgözlü, sonradan görme siyasetçilerin insafına bıraktı ki, kendi perde arkasında kalsın  ve bütün kötülüğü, zulmü kendinden bilinmesin...

Bizden olanlar, bizim ihtiyaçlarımızı görmedi, toprakların, köylerin, kasabaların boş kalmasını, iktisadi nedenlerle göçü seyretti, önlem almak isteyenleri dışladı. Bazılarını hain ilan ettirdi. Dövdürttü, vatanı onlara zindan etti. Fakat kaçınılmaz son yaklaştı...

Bıçak kemiğe dayandı. Hep birlikte bu toprakları tekrar ihya etmeliyiz! Bizi yurdumuzdan eden şeytani akıl tesadüfi olmadığına göre, ona karşılık verecek olan ihya hareketi de tesadüfi ve dönemsel olmamalı. Bu hassasiyeti her Bulgaristan Türkü hissetmeli, elinden gelen her türlü katkıyı vermeli ve bu yola baş koymalı.

Evladı Fatihan, her siyasi yolu denemeli, sivil toplum örgütlerini desteklemeli. Bulgaristan’da ki  Türklerin içinde bulundukları ve destek gördükleri her siyasi parti ve sivil toplum kuruluşu denetlenmeli ve süzgeçten geçirilmeli.

Bizden görünen, fakat bizleri vatanımızı terk ettiren akla hizmet edenler, ciddi bir şekilde uyarılmalı, gerekirse yeni dostlar aramalı ve edinmeliyiz.

Unutmayalım ki, dost kötü günde belli olur! İşte içinde bulunduğumuz bu dönem, bizim son şansımız ve geri alınması mümkün olmayan zaman dilimidir.

Bulgaristan’da yaşayan genç neslimiz, terk edilen köy ve kasabalarımızı yeniden canlandırmak ve yaşanabilen yurt haline getirmek için son fırsat...

Feridun ÖZTÜRK

четвъртък, 2 юни 2016 г.

"GAZETECİ" GEORGİ KULOV,KİMLERİN BASIN TETİKÇİSİ?

Kırcaali merkezli ALTAY Derneği  yöneticilerini,  “yalancı insan hakları savunucuları” olarak gösterip, ”radikal İslam” ve “etnik gerilim yaratıcıları” olarak göstermeye çalışan, “senin Altay Derneği yöneticisi olduğunu bilmiyordum” diyerek, şahsen benden özür dilese de, ALTAY Derneği, kimlerin basın tetikçisi olduğu bilinmeyen  “gazeteci” Georgi Kulov hakkında, Bulgaristan başsavcılığına şikayette bulundu.

Bizim sert açıklamalarımızdan ve oluşan kamuoyu tepkilerinden sonra,  ALTAY Derneğine  çamur atan  http://www.kardjali.bgvesti.net/ sitesinin karartıldığı ve bugün öğleden sonra da  yeni düzenlemeyle yayına başladığı gözlerden kaçmadı.

Ancak sitenin “gazeteci” Georgi Kulov’un etnik nefret yaratmak için yazılan yazılarını silmek amacıyla mı kapatıldığı bilinmemektedir.

“Gazeteci Kulov’un HÖH/D(p)S tarafından seçilen Kırcaali ombudsmanı Rasim Musa’nın danışmanı ve 60 sene önce Pomakları döverek, öldürerek  asimile etmeye çalışan ve birkaç sene önce eski DS ajanları tarafından yeniden canlandırılan “Drujba Rodina” (vatan birliği) örgütünün Kırcaali temsilcisi olduğu iddiaları da var.

Kırcaali bölgesinde yaşayan Türkler şu sormaktadır.

” Gazeteci Georgi Kulov kimlerin basın tetikçisidir?

İşte ALTAY Derneğinin Bulgaristan Başsavcılığına yazdığı şikayet dilekçesi:

МОЛБА

от Гражданско Сдружение „АЛТАЙ“ гр. Кърджали                                                                                                                    

относно: Подбуждане към ненавист, основана на етническа група и/или религия от страна на журналиста Георги Кулов, в статията му от 30.05.2016г., озаглавена „Лъжеправозащитници тровят отношенията между българи и турци“, и “идентифициране” на членове на сдружение „Алтай“ като потенциални мишени за националисти и расисти.

Уважаеми Г-н Главен Прокурор,                                                                                                                                                                 С огромно съжаление и възмущение ви уведомяваме за, журналистически произвол и нападка срещу правозащитната дейност на нашето сдружение, от страна на сайта „Кърджали бг вести“, и конкретно от страна на г-н Георги Кулов, определящ се и като журналист, в статията му от 30.05.2016г., озаглавена: „Лъжеправозащитници тровят отношенията между българи и турци“.

Текстът на статията е силно манипулативен и съдържа елементи на етническа и религиозна омраза.  Г-н Кулов, без никакво основание, провокативно с несъвместими сравнения и неверни внушения напада членове и дейността на сдружение „Алтай“, като прави паралел между Правото на избор на храна съобразена с религията- човешко право признато във всички Европейски страни и … “дейността” на т.нар. мюсюлмани от Пазарджик.                                                                                                Отделно г-н Кулов също сравнява Правото на изучаване на майчин език и… „официализирането“ на определен език в страната, като едното е чисто човешко право, а другото зависи само от волята на Законодателя.                                                                                                                                                         По отношение на “финансирането” на няколкото мюсюлмански училища в страната или на Мюфтийството, правилният въпрос би бил, не “Защо Турция ги подпомага?” а “Защо България не ги финансира достатъчно?”.

 Уважаеми Г-н Главен Прокурор, ние като представители на гражданско сдружение „Алтай“, сме силно обезпокоени, че влиятелен  човек като г-н Георги Кулов, заемащ място и в екипа на местния Кърджалийски омбудсман, си позволява, свободно да използва езика на етническата и религиозна омраза и е зает с това да “хвърля кал”, по членове на НПО,  и особено да ги идентифицира включително и визуално (без разрешение публикувайки техни снимки), като потенциални мишени за ксенофоби и расисти, и да определя аудиторията на тюркоезични интернет сайтове, като “съмнителна” само защото тази аудитория е турско-говоряща и турски-знаеща.

Уважаеми Г-н Главен Прокурор, гореизложеното определено представлява нарушение на съответните текстове на Наказателния кодекс, Закона за радиото и телевизията, Актовете на съвета на Европа и ООН, във връзка с криминилазиране на езика на омразата.

Особено сме притеснени, и от превръщането на членове на нашето сдружение в потенциални мишени за ксенофобски организации, и упражняването на психически тормоз върху наши членове, без никакво основание.

Като Гражданско Сдружение извършващо дейност в обществена полза Ви МОЛИМ да предприемете съответните мерки от вашата компетентност.

С Уважение,

Председател на Гражданско Сдружение „АЛТАЙ“ Нурай Тефик

гр. Кърджали                                                   Дата: 31.05.2016г.

e-mail: altaydernegi@abv.bg

Haber: Durmuş Arda

сряда, 1 юни 2016 г.

SOFYA'NIN PENCERESİNDEN ÜÇ AĞIR ADAM

HŞHP’nin İstanbul temsilcisi, Erdinç Halim İmamoğlu, bazen sitemde bulunur; “ Aga,vallahi, bizi görmezlikten geliyorsunuz!”diyerek, partisinin Sofya’dan nasıl göründüğünü sorar bana.

Bir ara Kasımcı olarak anıldık, şimdi de Mestancıya adımız çıkmadan, ben yazıma odaklanayım. Aslında gazetecinin derdi yaranmak değil, gerçekleri bir şekilde yansıtmaktır...

Kasım Dal, daha partisini kurmamıştı ve nabız yoklamak için Bursa’ya gelmişti. Herkeste heyecan doruktaydı. Bursalı yöneticiler, kendisine yemek ziyafet çekerek, gözümün önünde hepsi destek sözü vermişti.

Birkaç yıl geçti, bizim Cebel deresinden çok soğuk sular aktı.

Kasım Dal’a, ”Yanındayız Koçum!”diyen Bülent Amca, artık emekliye ayrıldı.

Bursa Büyük Şehir Belediye Başkanı Recep Altepe, mayısta yine Cebel’deydi. Bu sefer DOST’la kucaklaştı.

Bahsettiğim o yemekte, Nilüfer Belediye Başkanı Mustafa Bozbey ve Naci Kale de vardı. Bunlardan birisi, DPS’nin kongresinde tebrik sundu, diğeri de Ak Pınar’da şapka salladı.

Bursalı siyasetçiler saf değiştirirken, başkent Sofya, üç ağır adamı tanıdı ve sevdi;

Kasım Dal, Korman İsmailov ve Orhan İsmailov.

Partileri hala küçük mü küçük ama artık liderlerinin toplum içinde belirgin bir saygınlığı hissedilmekte, her ilçede bile sadık üye ve sempatizanları bulunmakta. Hatta, Türkiye’dekiler tam bir baş belası...

Son günlerde, Kasım Dal, neden medyanın sıkça konuğu oldu?

Güler yüzü, ılımlı ve samimi ifadeleri, toplum içinde sempati uyandırmakta. Siyasetçi kimliği ise güven ve inanç aşılamakta. İkinci defa Persin adasındaydı. Oradaki siyasi ve entelektüel elitin arasında, Türklerin onurlu bir temsilcisiydi.

Genç ve karizmatik Korman İsmailov, zorlu Reformcular Bloğu’nda stabilite sağlamak peşinde. Çok yorulduğu ve yıprandığı yüzünden belli.

Yeri gelmişken, kendi bir hayalimi de paylaşayım. Bugün, nasıl Korman İsmailov, Bulgar siyasetçi arkadaşlarıyla ortak hedefler peşinde koşturuyorsa, ileride de bizim Türk topluluğumuzun çıkardığı özgür ve bağımsız siyasi güçler, illaki, hemfikir oldukları diğer düzgün ve demokratik ulusal siyasi partilerle beraber hareket ederlerse, işte o zaman bu ülke düzlüğü çıkabilir...

Orhan İsmailov, profesiyonel bir asker, istihbaratçı sayılır. Şu an Savunma Bakanlığı’nda ikinci adam. Disiplinli ve titiz çalışması sayesinde çok başarılı bulunuyor. Onu Bulgarı ve Türkü takdir etmekte. Meğer, Türkler, Bulgaristan’da yüksek rütbeli subay veya istihbaratçı olarak da görev alabiliyormuş...

Evet, birazcık, siyasette ağırlığını hissettiren üç ağır adamdan bahsettim.

En azından, Sofya’nın perdesiz penceresinden böyle gözüküyorlar...

Mümin TOPÇU

TÜRKÇE HABERLERDEN KİMLER RAHATSIZ OLUYOR

Zaman Gazetesinin Kırcaali muhabiri Georgi Kulov, Bulgaristan’da Türkçe yayınlanan haber sitelerinin varlığından rahatsız oldu. Aynı zamanda HÖH partisinin oylarıyla seçilen Kırcaali Ombudsmanı Rasim Musa’nın basın danışmanı olarak çalışan Kulov, Türkçe siteler için ‘okuyucu kitlesi şüpheli’ ifadesini kullandı.
‘Sahte insan hakları savunucuları Bulgarlar ve Türkler arasındaki ilişkileri zehirliyor‘ başlıklı bir yorum yayınlayan Kulov, Altay Derneği’nin isteklerini saptırarak, Türklerin hak arayışını iki toplum arasındaki ilişkileri zehirlemek olarak gösteriyor.
Altay Derneği’nin Türkçe eğitim konusunda 20 yıldır yenilenmeyen Türkçe Ders Kitaplarının yenilenmesi isteğini saptırarak, Türkçe’nin ikinci resmi dil olması yönünde bir istek gibi gösteren Kulov, aynı şekilde ana okul ve kreşlerde çocuklar için helal gıda seçme hakkı isteğini ise Pazarcık’taki radikal İslam davasıyla ilişkilendiriyor.
Altay Derneğinin faaliyetlerini haberleştiren Bulgaristan’da Türkçe yayın yapan internet haber sitelerine de saldıran Kulov, söz konusu Türkçe siteler için ‘okuyucu kitlesi şüpheli’ diyerek karalamaya çalışıyor.
Aşağıda isimleri yazılı haber siteleri olarak okuyucularımızın ‘şüpheli’ olarak görülmesini kınıyoruz.
Dombira - Haber sitesi
THaber - Haber sitesi
Ajans Bg – Haber sitesi
Balkanlar24 – Haber sitesi
Kırcaalieu – Haber sitesi
24Kırcaali – Haber sitesi

DOST'UN ÜYE SAYISI YİRMİBİNİ AŞTI

Kilikadılılar Kültür ve Yardımlaşma Derneği tarafından Ergene Ulaş camlığında düzenlenen geleneksel piknik şölenine katılan
Bulgaristan DOST Partisi Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Hoca, parti üye sayısının 20 bini aştığını kaydetti.

 "Şu anda dilekçe vererek dost partisine üye olanların sayısı 20 bine ulaştı. Partimizin tescilini bekliyoruz, o da kısa sürede gerçekleşecek.
 Bulgaristan´da ki seçmenlerin geneli Türkler olan, Müslümanlar olan bir parti kuruluyor. Bu parti tamamen toplumsal ihtiyacı karşılamak için kurulmuştur. Hiç kimsenin menfaati için, çıkarı için, egosunu tatmin için kurulan bir parti değildir. Böyle bir ihtiyaç vardır.

Daha önce desteklediğimiz o parti vaatlerini, ilkelerini, değerlerini tamamen unutmuştur. Türkiye yanlısı değilde, Rusya yanlısı olmuştur, o tarafa kaymıştır. Bizim insanlarımızın böyle bir partinin içinde yer almaları hiç bir şekilde normal karşılanamaz. Biz Türkiyeyi seven, ana vatan ile barışık ve onu seven bir partiyiz.

Çorlu´da ki soydaşlarımız çok kısa bir sürede ne kadar doğru ve onların sorunlarını dikkate alacak,  ayağına kadar gidecek, herkesi dinleyecek bir parti olduğunun farkına vardıktan sonra muhakkak bizi destekleyeceklerdir" dedi.

понеделник, 30 май 2016 г.

ISPANAK FİYATINA SATILIK ÖMÜRLER

29 MAyıs. Akşam sekizde Todor Jivkov, bize gidebilirsiniz diyecek,   Bulgaristan tarafından sınırı açık bırakacağını da  söyleyecek.

Yarın sabah saat sekizde, Stanimaka meydanında ot yığınında bir iğne olacağım. Akrabalarımı arayıp, gitmemelerini tembih edeceğim. Ama bir kimseyi bulamayacağım.

Günün kararmasına kadar bir mengeme dişleri arasında ezileceğim ve güçsüz bir şekilde durmadan ağlayacağım...

Öğleden sonra, bankada para kalmadığını söyleyecekler ve insanlar evlerine toplanacak.

Binlerce insan vücudunu geçmeye çalışırken, benim mahallemdeki "Vatan sevgisi" sokağındaki "moskviçler" artık sadece bir denk bagaj ve tek kuruşsuz güneye hareket etmişler. Gözlerini yitiren evlerin anahtarları, her zamanın dostu Bulgar Zlatka nineye bırakılmış.

Gidenler avuçlarında, anı olarak bir avuç Badelem toprağı götürmüş.

Daha sonra, rejimin sadık uşakları boşalan evleri ıspanak fiyatına satın  alacaklar.

Daha sonra... ağrıyor ve bitiyorum.

Bugüne kadar 27 yıl geçti.Ve kimse cezalandırılmadı!

Neri(Neriman)TERZİEVA

TÜRKLER, BİZE KARŞI HAİNLİK ETMEDİ

1985 - 1989 yıllar için anılarım üzücü. Bayağı tanıdığım gitti,göç etti yani. Beni, 1991 yılında bir Türk yolda arabasına aldı. Bursa'da yaşıyormuş. Bulgaristan'daki son günleri için bana korkunç şeyler anlattı;Türkleri köpeklerle kovalamışlar, otomatik silahlarla korkutmuşlar, çoluk çocuğa ve kadınlara taciz etmişler. Adım değiştirildi ve ben antikomünist oldum ama en gücüme giden, iki yılda Bulgaristan'ın, İstanbul'un bir gecekondu mahallesine dönüştüğünü belirti bu genç adam.


Genç şair Mehmed Karahüseyin, o günlerde kendini yaktı.  Bütün dersi yanmıştı, en sonunda kendini astı.

Azis Taş isminde arkadaşım var, mükemmel bir şair, kendisi benim öğrencim. Şu an İstanbul'da bir üniversitede okutman.

1985 yılındaki olaylar, Bulgaristan toplumunu böldü ve gerdi, halbuki bu toplum  çeşitli etnik ve dini  topluluklardan ibaret.

Ne yazık ki, günümüzde bile siyasetçiler bu trajediden yararlanma peşinde. Hala halkımızın önünde ciddi bir liderlerimiz bulunmuyor.

Biri birimize karşı çıkmamalıyız. Bu ülkede Bulgarı ve Türkü bölünme meliyiz. Bulgaristan toprakları için sadece Bulgar isimli olanlar şehit düşmemiştir. Hala hatırlıyorum, 1972 yılında Çepelare'deki şehitlik anıtındaki Türk-Arap isimlerini bile sildiler. Ölülerin bile isimlerine el uzatmak bir absürt.

Şu an ülkemizde herhangi bir etnik problem yok, belki dinler arasında bazı çekişmeler var. Bazı siyasi partileri suçlayabiliriz bu anlamda.

Bütün bu acı olayların yaralarının ne zaman iyileşeceğini bilemiyorum, belki birkaç nesil sonra bu gerçekleşebilir. Öğrencim Aziz Taş, isminden dolayı üzülüyordu, ona yeni isminle hiç bir zaman hitap etmedim. Aslında Rodoplar'da hiç bir zaman zorunlu bir müslümanlaştırma olmamıştır. Bir ülkenin  gerçek tarihi roman kitaplarından oluşmamalı...

Bizim Türkler, Bulgaristan'ı satmadı ve hainlik etmediler. Onlar şerefli ve gururlu insanlar. İnandıkları liderleri var, bizim ise yok.1300 yıldır, bizim ülkemizde her başkaldıran yok edilmiştir.

Hristo Stoyanov,
yazar