Bulgaristan’daki kardeşlerimiz rahatlar, ibadetlerini serbestçe yapabiliyorlar. Ülkede 1580 cami varmış 350 tane daha inşa etmişler ayrıca.
Asenovgrad’dayız. İftarı bir köftecide yapıyoruz. Sanki Anadolu. Bildiğin ızgara, salata, cacık, kadayıf, baklava. Türkçe konuşuyorlar, televizyonda Türk kanalları açık. De ki Bayrampaşa…
Teravihe de gitsek bari. Birine camiyi soruyorum “teee şorda” deyip köprüyü gösteriyor. “Ama” diyor “bak Usman oca ağır kıldırır aberin ola!”
Camiye vardığımda mevlid-i şerif okuyorlar. Kitapçıklar Osmanlıca. Dörder beşer kişilik üç grup olmuşlar ikişer beyit okuyan, arkadaşlarına bırakıyor. Bi onlar, bi onlar, bi onlar, kulağa hoş geliyor.
Osman Hoca ağır değil, tam ayarında. Tadili erkana riayet ediyor, lâfızları yemiyor. Sesi de gür maşallah, hoparlöre gerek duymuyor.
Çıkıyoruz kapıda gofret dağıtılıyor. Bazen meyve oluyormuş, bazen çerez. Böyle hayırlar sık yapılıyormuş burada. Her akşam iftar veriliyormuş ayrıca. Ama bir iftar da ben vereyim dersen geç kaldın. Listeler çoktaaan dolmuş. Ölmez sağ kalırsak gelecek ramazana.
Cami dar gelmiyor mu diye soruyorum. Hem de nasıl diyorlar. Bu yüzden yeni bir camiye başladık ama…Ama? Amasını yarın gel anlatalım sana.
Sabahtan gidiyorum, üç beş ihtiyar avluda oturmuş şakalaşıyor. “Ooo muabir evladım oj geldın” diyorlar.
Simalarına bakıyorum sanki aşina. Ben bunları nereden hatırlıyorum? Ne zaman ki “Naim Süleymanoğlu da buranın çocuğudur” diyorlar, resim tamamlanıyor. Tabii ya!
Soydaşlarımız kibar zarif mütebessim insanlar. Gönül kırmaktan korkuyorlar. Amcamın biri “o gün esap var be ya” diyor, “neye iyilik olmadı, nece üzgünlik yaptın, episi sorulacak!”
Peki yeni cami? Esnaftan Recep Bey “gel” diyor arabasına biniyoruz. Yeni Cami uzaktan bile görünüyor, minareleri göğü deliyor âdeta. “Ne güzel” diyorum, “Allah nazardan saklaya!”
-Zaten adını da güzel koyduk “Güzel Cami” güzel olacak inşaallah.
-Bayağı büyük tutmuşsunuz.
-Eh Osmanlı’ya da bu yakışır, tabii büük olacak. Kabasını bitirdik şükür. Biz de bittik bu arada. Eskiden ekonomi canlıydı, herkesin iyi kötü bir maaşı vardı, demokrasi geldi vurduk karaya. Hele AB kapısını çaldık battık.
Zamanında 2 buçuk milyon Türk’tük. Bir kısmı Türkiye’ye göçtü bir kısmı Avrupa’ya. Garip kaldık burada.
-İnşaata ne zaman başladınız?
-Arsayı 93’te aldık 2002’de başlayabildik anca. Proje için Hristiyanlara gidiyorsun, kolay değil. Kaba inşaata başladık, hâlâ sorarız müsaade edecekler mi acaba? Başını bekleye bekleye bu hale getirdik. Çoktan yapardık da AB macerası ile dağıldık. Bak torun Norveç’te, damat Fransa’da, bir kızım Konya’da, öbürü Kosova’da… Ne vakıt gelsınlar? Ancak bayramdan bayrama. Bizim gibi emekliler kaldı burada… Aynı kapıları çalmaktan yorulduk, yüzümüz de kalmadı ayrıca.
-Peki Türkiye’den yardım gelse?
-Ne iyi olurdu ama. Camimiz çıksın ortaya da yadigâr bırakalım torunlara. Bizim için bir lira bile kıymetli çünkü yeri var. İsteyen bi kapı geçirsin, üç beş kiremit getirsin. Para istemiyoruz illa.
-Talebe de olacak mı burada?
-Talebemiz var zaten 30 kızan Kur’an-ı kerimi öğrendi. Külliyede kütüphane ve dershaneler de bulunuyor. İsteriz imam hatip de olsun. Hatta Baş Müftülük gelsin buraya. Kırcali yakın, Filibe yakın, civar köyler hep Türk. Mutfak, misafirhane, yemekhane, talebe yurdu, gasılhane, hatta itikaf odaları bile hazır. Ah bir halıları sersek de girsek, çiniymiş, avizeymiş olsa da olur, olmasa da.
Aslında Türk vakıflarının hesapsız malı var, sadece kira alsalar sıkıntı yaşamazlar. Değerli mülkler yağma edilmiş, devlet vermem de demiyor, iadeye de yanaşmıyor.
Çıkıyoruz. Recep abi “zaten iş yok” diyor dükkâna dönmüyor. “İstersin çıkalım kaleye, çekesin şehri?”
Olur diyorum, eski Türk evlerinin bulunduğu bir mahalleden geçiyoruz, adeta Safranbolu. “Çok evler tekkeler vardı ama sahip çıkamadık, kapanın elinde kaldı. Şimdi fabrikalar kapandı, kalabalık azaldı, millet ziraat yapar, çorbayı kaynatmaya bakar.”
Kale yolunda sayısız çeşme görüyoruz el değmeyecek kadar soğuklar. “Sularımız çok lezzetlidir diyor, lazım doğrayıp yiyesin yani o kaa. Biz şişe suyu bilmeyiz burda.”
Kale yolu dik, hava sıcak. Recep Ağabeyin maşallahı var, ayak uyduramıyorum hızına. Müslüman kayış gibi olur diyor, sapasağlam. Ne ki oruç tutar, namaz kılar. Onlar ise yer, içer, yatarlar, göbecikleri taşar.
четвъртък, 23 юни 2016 г.
Абонамент за:
Коментари за публикацията (Atom)
0 коментара:
Публикуване на коментар
Забележка: Само членове на този блог могат да публикуват коментари.