Plovdiv İl Mahkemesi Karlovo’daki “Kurşun Camiyi” belediyeden alıp Baş Müftülüğe verme kararı alalıdan beri, Türk ve Müslüman ter ve kanı emenler kudurdu. Bizim öz malımızı, cami, medrese, okul, vakıf mal mülkümüzü, çeşme, pınar ve kuyularımızı, çayır ve korularımızı, tapulu topraklarımızı gasp ettikleri yetmezmiş gibi, geri verme zamanı geldiğinde, bu konuda mahkeme kararları çıkınca kâfirler Müslüman’dan Müslüman kesildi, kin, öfke ve düşmanlık söylevi iyice taştı. Ulusal eylemler gerçekleştiriyorlar.
Sözde “Borovets” sofrasında, Sosyalist Parti ile Hak ve Özgürlük Parlamento gruplarının Genel kurul dışında önceden tartışmadan ve kabul etmeden HİÇ BİR YASA VEYA YASA DEĞİŞİKLİK ÖNERİSİNİ MECLİS GENEL KURULANA SUNMAYACAKLARINI AÇIKLADILAR!
Ne oldu?
Plovdiv İl Mahkemesi “Kurşun Caminin iade edilmesi” kararının durdurulması, Stara Zagora Camiinin geri verilmemesi, Razdrat’ta iki caminin birini ele geçirenlerin rahatı bozulmasın diye BSP şahinleri, kimseye danışmadan, kimseye sormadan, Lütfü Mestan’ı ve ardındaki milletvekili kalabalığını hiçe sarak YASA ÖNERİLERİNİ DİN İŞLERİ KOMİSYONUNDAN BİR GÜNDE GEÇİRİP GENBEL KURULDAN OY İSTEDİLER. Her konuda ortaklık isteyen Sergey Stanışev kopoylarına “yasa değişiklik önerilerini, mahkeme kararlarını dondurma ve çürütme tekliflerini” hemen geri çekin deyemedi, demek de istemiyor.
Bu arada politik sahneye çıkan bazı haberler herkesi sarstı:
BİR: Biz hepimiz Müslüman mal mülkünün Baş Müftülüğe geri verilmesi kanun tasarısını Meclise sunan kim biliyor musunuz? ATAKA partisi. Evet, bu yasa önerisini ATAKA meclise para karşılığı sunmuş.
İKİ: Maliye Bakanı Simeyon Dyankov zamanında Bakanlıkta çalışan her memurun maaşına ek olarak her ay aldığı primi biliyor musunuz? 5 bin leva. Evet, bizim anamız babamız orada 200 leva emekli maaşına çürümeye devam ede dursun!!!
ÜÇ: Bir sorum daha var. Siz Ahmet Doğan’ın kaldığı ve adına SARAY denen villa evin kimin üstüne kayıtlı ve tabulu olduğunu biliyor musunuz? Evet, ama bilmiyorsunuz. Lütfen bir yere tutunun da düşmeyin. En büyük Türk düşmanı, Jelü Jelev’e “fes” ve “ibrikçi” deyen VILKO VILKANOV’un üstüne tapuludur.
SONUÇ: İşler böyle iken, siz AHMET DOĞAN ile LÜTFÜ MESTAN’ın ve tüm HÖH milletvekili grubunun lehimizde çıkan mahkeme kararlarını neden savunmadığını hiç düşündünüz mü? Neden karşı çıksınlar ki! Onlara göre, biz Bulgaristan’da yaşadıkça onların Bulgarların üstüne tapulu saray ve iki katlı dairelerde yaşadığı gibi, bizim “çendilliler” namazını Bulgarların tapulu malı mülkü olan camilerde ve mescitlerde kılabilir ve cenaze nelerini Bulgar mezarlığından yer kiralayıp oralara defnedebilir. Hani şu, totalitarizm döneminde 323 imam, hoca, müftü ve Baş Müftünün maaşını Bulgaristan Dış İşleri Bakanlığı’ndan aldıkları gibi. “Paralar kokmaz” deyen ONLAR değil mi?
Değişen bir şey oldu mu! Yok! Bulgarlar bize “iyilik” yapmaya devam ediyor. Aslında tabular senetler işin kılıfı, içerik “cömertçe yapılan sonsuz iyilik” değil mi?
Aralarında pazarlık yapmışlar, Lütfü Mestan susarsa, ajan kaltağı Ahmet Doğan ise, kendini tilki bayıltması yapmaya devam ederse, “ben derin ruh hastasıyım” yalanını yutturmayı sürdürürse, hırsız dostları Hristo Biserov mahkemeye verilmeden, hapse girmeden paçayı kurtaracakmış. Vay be!… Biz hepimiz, dünümüz bugünümüz, tarihimiz ve geleceğimiz, topu topu her şeyimizle Hr. Biserov’un sirozlu ciğerine takas ediliyoruz. Uyan kardeş uyan!!!!!
Bizim oyunda baş aktör tek kişi olmalıymış. Perde ardındaki oyun kurucular, Lütfü ile Ahmet karakter olarak birbirine çok benzediklerinden, Boyko Borisov’un dediğine göre “Yeni bir formülle değiştirmek üzere, Hak ve Özgürlükler Partisi’nin aslan kafesine atmaya karar vermişler.” Doğru olabilir mi bilmiyoruz, fakat “nikahsız evlilikle” aile kurulamadığını anlayan Bulgar halkı, sön sözünü söyleyebilir.
Hükümet ortaklığından, Sözleşmesiz Parlamento ortaklığından, boş sözler lam lan lum lumdan başka ne beklenebilirdi ki! Biz, Bulgaristan politikasında kuru kalabalık olmaya devam ediyoruz. Lütfü, Türkçeyi öğrenemediği gibi, İslam din işleriyle ilgili Veliko Tarnovo üniversitesinde anlaşılmayan, içeriksiz, kuru sıkı sözler öğrenememiş olacak, bu defa parlayamadı. Ben, “dilini yuttu,” demek istesem de, erken davrananlar, “Nikul Den” balık bayramında boğazında kılçık kalmıştır, tahmininde bulundular. Nedir derdin be kardeşim? Diline inme mi indi! Hadi konuşsana! Bizim olanı savunsana! Hainliğin başı sonu yoktur. KENDİNE GEL! Perde arkasındakilerin elindeki kalemi alıp kıracak olan halkımızın oyudur, sen işine baksana!
Olaya bu defa daha derin bakalım:
İyilik ve insanlık öldü mü sorusunu sorarken, bir bilseniz neler geliyor çekeceği ve göreceği olan baştan. Bizim kalbimizde ve ruhumuzda iyilik ve insanlık ölmedi. Başkasının iyiliğine de her zaman iyilikle yanıt vermişizdir.
Olaya önce fitneci Bulgarlar açısından bakalım.
Görülen köy kılavuz istemez. İyilik, Bulgarların hayatından uçup gitmeye başladı. “Benim iyi olmam önemli değil, önemli olan komşumun kötü olmasıdır!” derken, Sofya Şoplarında iyileşeceğiz umudu belirdi. Anlaşılan, yakın geçmişte hasetlik üstüne çok eski bir Osmanlı masalı dinlemişler ve Yane Vute’ye anlatırken “onlar da eskiden bize benziyormuş ama baksana artık büyüden kurtulmuş ve düzelmişler, iş Allah biz de kurtuluruz” demeye başlamış.
Yeni öğrendikleri kıskançlık masalı şudur:
Vezirin yeğenlerinden biri bir gün denize düşer ve o anda orada bulunan ve iyi yüzücü olan adamın biri onu boğulmaktan kurtarır.
Vezir bu denli fedakâr ve çok büyük iyilik yapan adama nasıl teşekkür etse az, onu alır ve Sultan hazretlerinin huzuruna götürür.
Olayı öğrenen Sultan adamı mükâfatlandırmak ister ve şöyle der: “İste benden ne istersen, ama şunu bilmelisin ki, sana verdiğimin iki katını komşuna vereceğim.”
Adam düşünür taşınır ve en sonunda. “Emrediniz! Bir gözümü çıkarsınlar.” der.
Kıskançlığın sonu yoktur. İyiliği kemirip bitiren kıskançlık ve hasetliktir.
Şopların halk zekâsında kıskanan, kıskandıran, kıskanç ve fena olan simaları YANE ve VUTE’ dir.
Bulgar halk ruhu üzerine derin araştırmalar yapan ve 1940’ta “Halkımızın Yaşayışı ve Ruhu” adlı, günümüzde de geçerli olan tespitler içeren, bir temel eser yayınlayan İvan Haciyski (1907 – 1949) kıskançlığın, bir basitlik (aleladelik) “alt düzey insan olma) hastalığı olduğunu yazar ve şöyle der:
“Kıskançlık, öt çiğneyen dulu bir ağzın bir mengene halini alıp etrafa zehir sıçrattığı gibi, ellerinden gelen hiçbir şey olmayan ufak ve orta dereceli mal mülk ve maneviyat sahiplerine zevk veren bir hususiyettir.” Haset kişiler herkesin her şeyini kıskanır. Türkün camisini, Çingenenin çadırını, Yahudilerin parasını, Körün tek gözünü kıskanmaları için özel bir neden yoktur. İşin kötü olan tarafı, bizde hasetliğin bir bulaşıcı gibi bütün ülkeye yayılmış olmasındadır.
Olayı yumuşatmak için, “Kime bol keseden verilmişse, o da eli açık dağıtır” halk değimine yer veren bu araştırmacı yazar, kıskançlık, çok ağır bir ruh hastalığıdır tanımında bulunur.
Kin tutmanın, garaz, kötülük ve kuvvetli hınç tutmanın da çok kötü bir ruh hastalığı olduğuna işaret eden Bulgar bilim adamı, kötü niyetle, garezle, bilinçli düşmanlıkla hareket etmenin kötünün kötüsü olduğunu yazar. Düşmanlık ve öç alma duygusu besleyen bir halkın ne yapacağını kestirmek güçtür, dedikten sonra ise,
Bu iki illetin yaşam ortamında şu vasıf olduğunu anlatır: Yoksulluk, sefillik, insanların birbirinden yabancılaşması, iradesizlik, gerekçesizlik, kötü eğitim, kör cahillik, bayağılık, aşağılık, sorumsuzluk, disiplinsizlik, hırsızlık, kaba kuvvet kullanma, kabalık, adaletsizlik vs. Bugünkü derin ekonomik bunalım koşullarında bunların hepsi toplumumuzda var. Bu bakımdan, dazlak kafaların hedefsiz sokak ve meydan eylemlerine, “erken uyananların” Meclisi taşlamasına, işsizlerin gün boyu mühendisler gibi yolları ölçmesine, asgari ücret 400 Euro olsun, deyen Avrupa Birliği makamlarına iktidarın bile baş kaldırışına şaşmamak gerek.
Tabii Bulgar karakteri üstüne temel tespitlerini bundan 70 yıldan fazla bir zaman önce yapan İvan Haciyski yaşadığı zamanı yansıtır. O zamandan bu yana ırmakların altından çok sular aktı. Dünya kötülükler bakımından çeşitlendiği gibi, birçok başka açıdan da değişti.
İv. Haciyski yaşasaydı, yukarıdaki sıralamaya işsizliği, asgari ücretin ve emekli maaşlarının çok düşük olmasını, iş başlatma zorluklarını, evrak bürokrasisini, kredi borçlarını ve icra hakimlerinin kesilmeyen baskısını yüzde yüz eklerdi. Şunları da yazmadan edemezdi. Tütünleri satın almada geciken tüccarların oyunlarını, çocuk paralarının gecikmesini, birçok yerde hastanelerin kapanmasını, sağlık hizmetlerindeki yetersizlikleri, eczanelerdeki ilaçların kullanım süresinin geçmiş olmasını, her gün gelen yeni zamları, Avrupa Birliği’nde en yoksul ülke olmamızı, birbirinden kopmuş, parçalanmış ve dört bir yana ve her kıtaya dağılmış ailelerimizin sıla izdir abını, Avrupa’ya iş aramaya gidişte gelişen gelememe duygusunu ve daha neler neler eklerdi.
Ben eminim ki, İvan Haciyski Ahmet Doğan ve Lütfü Mestan gibi Türk politikacılığı yapmakla geçinenlerin, âlicenap, hayırseverlik, hoşgörü ve dürüstlüğü başa alan gerçek Türk karakterinden çok uzaklaştıklarını önemle vurgulayacaktı.
Bulgaristan’da yaşayan her ailede, her fertte bu duyguların birinden değilse ötekinden tonlarca var. Bu illetler bizi birbirimizden uzaklaştırırken, değişik gruplara kapadı, düşmanlıklar körüklenmesine neden oldu. Ve bizim beraber yaşama, birlikte olma, Vatanımızı dün olduğu gibi bugün de sevme arzumuzu yaşatacak direnç güçlerimiz tükendi mi yoksa?! Vatan sözünün anlamı da değişti desene!
İnsanlık öldü mü! Çünkü aslında insanlığın, insan sevgisinin tükenmesiyle hayatımız dayanılmaz oldu.
İyilik, totaliter ideoloji ve sistemin saldırılarına bile göğüs gerebilmişken, şimdi bizi her şeyden önce terk eden o oldu. İyilik buharlaştı, kayboldu. Şapkasını aldı ve kapıdan çıkıp gitti. İyilikle birlikte yüzümüzdeki tebessüm de değişti. Birine karşı saygılı olmak artık tuhaf oldu. Bizim bir olduğumuz, aynı toplumdan olduğumuz ve birbirimize karşı genel geçerli saygınlık kurallarına uymamız zorunluluğu bozuldu. Bunu, TV mi, yollardaki trafik keşmekeşi mi, hep aynı bulamaçları yememiz, lüks paketten en kötü sigaraları içmemiz, hep parasız dolaşmamız mı, bir iş için 10 kez kapı çalmamız mı yaptı, bilmiyorum. Yedi ahlak kuralları, yeni moral değerler, yüksek erdemler öğreneceğimiz kaynaklar kalmadı. Kitap okuyorduk. Bakıyorum İvan Vazov, Hristo Botev, Lüben Karavelov, Yordan Yovkov, Elin Pelin gibi klasikleri kilosu 12 stotinkadan hurdacıya yığmışlar. Elin Pelin’e üzüldüm. Şopların yaşayışını çok iyi anlatmıştı. Bir icra memurunu bataklıkta boğan Andreşko öyküsünde tanımıştım. Bugün için çok aktüel, yüreklendirici ve ibret olan bir öyküdür. Yordan Yovkov’a da üzüldüm. Dobrucalı Arabacı Sali simasında insan iyiliğini en üstün kaleme almıştır. Ötekilere boş ver. Aralarında 12 stotinka etmeyenler de var.
Kitaplardaki iyilik ölürse, küçük ekran ve beyaz perdedeki iyilikle mi yaşayacağız? Biz komşumuzun adını bilmediğimiz yeni bir dünyada yaşıyoruz. Herkes bize, biz de herkese yabancıyız. Bu yazın birkaç defa protestoculara karıştım, orada da pek sakin değildim, kimin hafiye olduğu belli değil. Herkes herkesten şüpheleniyordu.
Bundan 23 yıl önce bizi iyi Bulgarlardan ayırmaları çok kötü oldu. Hem onlar hem biz öksüz gibi kaldık. Nedense oyuna getirildik ve mukavemet gücümüzü harekete geçiremedik. Eski kitaplarda, bir kişiliğin oluşması iyilikten, gerçeklikten ve sabırdan geçer, diye yazmışlar. Şimdi bizde iyilik kalmadığına göre, artık gelişemeyecek miyiz? Aslında iyilik Sofya ve bazı büyük kentlerde kalmadı ama mayasının bizim köylerde hala bulunabileceğine inanıyorum. Bizim insanımız hiç bir şeyi tamamen asla tüketmez. İyiliğin mayasını da korumuştur.
Biz, eskiden ev yolunda geciken, yolunu şaşıran olur inancıyla yol kavşaklarına sini çıkaran, oda kapılarını hep açık tutan, sülalelerdeniz. Masallarımızda insan ayrımı yoktur. Bizde iyilik her zaman her yerde üstün gelir. İyiliğin nereden başlayıp nerede biteceği bilinmez. Bizim yaşayış tarzımızın özünde, kültürümüzün atkı ve dokusunda iyiliğin bin bir çeşidi vardır. Deliorman, Dobruca Güney Doğu ve Batı Rodoplar’ın hangi köyünde hangi kapıyı çalarsan çal, misafire ocak sıcaklığı yaşatacak, karnını doyuracak, döşek açacak birileri bulunur. Suriye’den Araplarda dini imanı bütün “kaçak” dedikleri dar gün konuklarımız geldi. Kendilerine devlet sahip çıkarken dil uzatanlar oldu. Esamisi okunmayanlar kendilerini memleket sahibi yerine koymaya çalıştılar. Sofya’da “Kartal Köprü” mitinginden sonra ülkenin havası değişti. İleri gidenler yerine oturdu.
Biz hepimiz yuvamızdan uçan kuşlarız. Kimimiz köyden Türkiye’ye uçtuk. Diğerlerimiz Bulgaristan kasabalarına, ova köylerine uzadık. Yeni yere yerleşmek her zaman zordur. Hele şu bunalım yıllarında iş bulmak büyük sorun. Masraflarsa çocuklarla birlikte büyüyor. Deliklerin birini tıkarken yenisi açılıyor. Yaşlısı hastası olanların problemleri daha da ağırdır.
İktidarlar da ikide bir değişiyor. Bakıyorum da hem muhalefet hem de iktidar öfkeli. Seçim sandığında sosyalist partiyi 6 yılda 5 defa yenen GERB partisi, muhalefette kalınca hırsını alamadı, öfkesi içine sığmıyor. HÖH / DPS partisine, Sosyalistlerle ortaklık yolunu bulan Genel Başkan Lütfü Mestan’a da öfkeli. Boyko Borisov eski başkan A.Doğan ile yeni Genel Başkan L. Mestan’ın arasını açmaya çalışıyor. Bu vesileyle şunu önemle anımsatmak istiyorum. İktidar olmak iyi de, halkın yararına hiçbir şey yapmamak çok kötü. Bulgar toplumunda kabaran öfkenin değişmeyen kaynağını gösteren İvan Haciyski kin tutma olayını başka bir vesileyle şöyle açıyor:
“Vaatlerde bulunarak, umut uyandırarak, hatta pembe hayaller kurarak AKLI aldatıp kazanabilirsiniz! Fakat mideyi ne yapalım. Hayır, mide asla aldanmaz!”
Bulgar kapitalist girişimcileri arasında başı çekenlerden olan Burov yıllar önce şöyle demişti:
“Her yeni iktidar önce vermelidir. Umut değil, boş vaatler değil, ele, keseye, cebe bir şeyler vermelidir. Sofraya bir şeyler koymalıdır. Hangi iktidar olursa olsun önce bunu yapmalıdır. Vergileri indirmeli ve sofrayı doldurmalıdır. Çünkü insanoğlu yalnız aklıyla değil, midesi ile de düşünür. İyilik bu noktada önce mideden geçer.
Bugünkü toplumsal gelişmemiz açısından iyilik kötülüğü yenemezse biz ileri gidemeyiz. “Biz camileri daha iyi koruyacağız” yalanlarıyla İslam dini müesseselerine el atanlar yasaya uymamada ısrar ederse, iyiliğe götüren hoşgörü yolunda birlikte ilerlememiz olanaksız olur.
Yaşlılarımıza hürmette kusur etmemeye kararlıysak camilerimize, mescitlerimize, vakıf mallarımıza ve kabristanlarımıza sahip çıkmalıyız.
Çocuklarımızın gönlünde iyilik ruhunun galip gelmesini istiyorsak, onlara ana dilimizi, öz kültürümüzü, geleneklerimizi, saygı kurallarımızı, yaşam biçimimizin özelliklerini devretmeliyiz.
Toplumda huzur olmasında kararlıysak hastalara, sakatlara, özürlülere her gün her yerde yardım eli uzatmalıyız, hiçbir yerde hiçbir kimseyi aç ve soğukta bırakmamalıyız. Her zaman ve her yerde elimiz ve gönlümüz yardıma açık ve hazır olmalıdır.
Biz her zaman onurlu ve her yerde yüksek ruhlu olmalıyız.
Bizim insan ve hayır serliğimizin eskimeyen masallarından biri şöyledir:
“Bir köylü tarlasını sürüp güz ekimine başlamazdan önce, ekeceği tohumdan tarla komşularına da verirmiş. Her sene de çok iyi ürün toplarmış.
Bir gün, “her yıl komşularına bedava tohum dağıtıyorsun, bunun anlamı nedir!” diye sorduklarında şu cevabı vermiş:
“Buğdaylarım komşularımın buğdaylarıyla tozlaştıkça iyi ürün alıyorum. Onlar kalitesiz tohum ekse, benim tarlamın bereketi biter.”
Bu öyküyle İvan Haciyski’nin “Kime bol keseden verilmişse, o da eli açık dağıtır” sözleri arasında çok büyük benzerlik ve ufak tefek farklılık var. Biz bu farklılığı kaldırırsak, Bulgarlarla anlaşır ve kardeşçe yaşayabiliriz, inancındayım.
Çünkü bizim olan bizim oldukça bize yerer. Tarih boyu bu topraklar bizden daha iyiliksever, daha yardımsever ve daha fedakâr birilerini görmemiştir ve gelecekte de bulamaz. Biz bu bahçenin iyilik ağıcı olarak açmaya ve bağlamaya devam edelim. Yarın olmazsa öbür gün mutlaka bizim güneşimiz de doğacaktır. Gönlümüzdeki iyilik asla ölmedi ve ölmeyecektir.
събота, 14 декември 2013 г.
Абонамент за:
Коментари за публикацията (Atom)
3 коментара:
Bücür rafetçiğim herkes biliyor ki,sende bu yorumu yapacak ne bir zeka var,ne de bir bilgi.sen şimdi birinci hadjiyskinin ne ismini bilirsin,ne de eserini,ikincisi bu iv.kısıtlamasının ayrıntısından ise hiç haberdar olamazsın.artık bu yorumlarınız bir bulgar tarafından yazıldığını iyi biliyoruz,daha fazla tepinmeyin ve yırtınmayın,başkasına para karşılığı yazdırdığınızı ve bunların altına kendi imzanızı attığınızı artık okumak bilen cümle alem bilmekte..çok merak ediyor,sizi bir odaya kapatsalar ve şimdi yazın bakalım deseler,acaba. Nee t tür naneler yumurtalayacaksınız...
rafet abi Robin Hood gibisin tam isabet ateş ediyorsun ki rahatsız olanlar çok
Millet ne yapacağını şaşırmış siz yazın bakalım
Публикуване на коментар
Забележка: Само членове на този блог могат да публикуват коментари.