1989 yılında muhabir olarak, Bulgaristan'dan zorunlu göçün
ilk fotoğraflarını çekiyordum. İzmit'te sahildeki demiryolu güzergahının
bulunduğu şeritte onlarca otobüs, yüzlerce göçmen getirmişti.
Apar topar Türkiye'ye gönderilirken alabildikleri birkaç
parça eşyadan başka yanlarında hiçbir şeyleri yoktu.
İnsanların yüzlerine yakından bakıyor, yüzlerdeki o
dayanılmaz ıstırabı, umutsuzluğu ve kaygıyı hem gözlüyor, hem de
fotoğraflıyordum.
Bir anda, boyaları dökülmüş, Rus malı olduğu belli yeşil
valizin üzerinde oturan, dalgın dalgın denize doğru bakan bir genç kıza gözüm
ilişti.
18 yaşlarında, dalgalı uzun saçlıydı. Simsiyah gözleri
vardı. Uzun boynu ve topaç gibi elleriyle adeta bir masal prensesini
andırıyordu.
Ben ise henüz 20'li yaşların başında, heyecanlı, atılgan bir
muhabir olarak, en başta da bekar bir delikanlı olarak kıza doğru usulca
yanaştım.
Hiç tepki vermedi.
Çok ürkek görünüyordu...
Canon marka fotoğraf makinemin enstantanesini düşürdüm. Zira
hava bulutluydu ve fotoğrafın düşük enstantanede çekilmesi gerekiyordu.
Deklanşöre, makineyi hiç titretmeden basmam da gerekiyordu,
ancak ellerim titriyordu.
Aşık mı olmuştum ne...
Fotoğrafını çektikten sonra göçmen kıza adını sordum.
-Niye soruyorsun, dedi.
Konuşmuştu... Sesini duymuştum...
Yutkundum...
Gazeteci olduğumu, haber yapacağımı söyledim.
Niye ki, dedi. Biz adam mı öldürdük?
Çok hoşuma gitti. Hırçın kızlara öteden beri bayılırdım...
Kız adını söylememekte direniyordu...
Ama ben de, onunla tanışmaya kararlıydım...
Yugoslavya göçmeni bir ailenin evladı olarak, bir göçmen
kızını kafaya almak benim için bu kadar zor olmamalıydı.
Makedonca sordum adını...
Makedonca ile Bulgarca hemen hemen aynı dildir.
Çok şaşırdı, nereden biliyorsun, diye sordu.
Biraz rahatlamış görünüyordu.
Kiraz gibi dudaklarından tek kelime döküldü:
"-Selime..."
Hiçbir şey anlatmak istemedi, bir süre sonra da
yanaklarından yaşlar süzülmeye başladı.
Böyle bir ortamda ne benim, ne de onun aşkı düşünecek hali
yoktu.
Elini valizin yarı açık köşesinden sokup, kenarı oya
işlemeli bir mendil çıkardı; gözündeki yaşları sildi ve başını denize doğru
çevirip bir daha benim yüzüme bakmamaya çalıştı.
Ağır ağır uzaklaştım yanından...
Sanayi Sitesi'ndeki gazeteye gitmek üzere Karamürsel
minibüsüne binerken çok uzaktan geri dönüp baktım.
Bana hafifçe el sallıyordu.
Demek ki, o da benden hoşlanmıştı...
Ama onu bir daha hiç görmedim.
Polis-hastane muhabiriydim. Göçmenler ağırlıklı olarak
devlet hastanelerinde boğaz tokluğuna çalıştırıldılar. Hiç itiraz etmeden her
işi yaptılar. Kocaeli Devlet Hastanesi'nde çalışan Bulgaristan göçmenlerine hep
Selime'yi sordum, ancak nerede olduğunu kimse bilmiyordu...
Gün geldi, devran döndü...
Bulgaristan, 1 Ocak 2007 tarihinden itibaren, yani 6 yıl
önce Romanya ile birlikte Avrupa Birliği üyesi oldu.
Bulgaristan'dan 1989 yılında zorunlu göçe tabi tutulanlar,
daha sonra gidip Bulgar pasaportu da almış, çifte vatandaş olmuşlardı.
Bir zamanlar boynu bükük, çaresiz, şaşkın ve ürkek olan bu
insanlar, şimdi ceplerinde Avrupa Birliği pasaportu taşıyorlar.
Biz ise Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak Bulgaristan'a
gitmek istesek, "Schengen" vizesi almak zorundayız artık.
Ama onlar, Bulgaristan pasaportuyla diledikleri AB ülkesine
diledikleri gibi gidip gelecekler.
Hayırlı olsun...
Acaba diyorum, Selime ile o dönemde bir yolunu bulup
evlenseydim, bugün itibariyle hangimiz pişmanlık duyacaktı?..
Ali Gündoğdu
2 коментара:
...seni gazeteci Ali, seniii...hem kızımıza göz komuşun,hem suya maya çalmışın,tutmayınca da,"bugün itibariyle hangimiz pişmanlık duyacaktı?..diye efkarlanıp
,medet Allahım,medet diyerek dere tepe,site site dolaşıp duruyorsun...
sayim Ali Gundogdu bey BG de 1 milyon avroluk yatirim yap sana hemen psasaport verirler
Публикуване на коментар
Забележка: Само членове на този блог могат да публикуват коментари.