сряда, 11 юни 2014 г.

ERENLER

Birinci bölüm.
Gelin,gelin benimle, göçmen yörüklerin yaylalarına .
Sırttan Kuzeybatıya yürüyelim. Doruklar bel bel. Fazla yüksek ağaç yoktur, kara çalı dikeni boldur. Baharda büyüyen otlar, yaz ayları kurur,g ezen sürülerin otlağı olur. Biz gidelim Erenlere, Erenler dorası yüksek . Oralara taa uzaktan bakan At kazığı der. Birkaç yaşlı ağaç vardır, onlar ısız ve sesiz orayı bekler. Gelin benimle şu belin düzlüğünde Bakaca kayaya uğrayalım. Orası önemli. Tam Koşu kavak başı. Yüksek yanına kuzeyden gidilir, başka yerleri sarptır. Birkaç üst üste yerli taş yandan destekli,kim bilir hangi uygarlıklar bunu kurdu. Bakaca kaya gözlem yeri. Gelin bakalım nasıl gözlem.Hemen alta güney batı. Koşu kavak alçakları. Burgaz nehri, iki taraf ovalar, pek görünmez uzaktan, kavaklı söğütlüdür kıyıları, ancak içine girdiğinde geniş havuzlu kumsal olduğunu görürsün. Bakaca kayaya çıkalım. Kuzeyden esen hafif rüzgar, doruklardan gelen çıngırak sesleri. Koşu kavak semalarında doruklardan kalkan top top beyaz sarı bulutlar sallanır. Siz bunu güney rüzgarlarının  sisli havasından diyeceksiniz. Ben ise nehir boyunda, kavaklı ovalarda koşan atların tozunun rengidir diyeceğim. Semalar berrak mavi olur. Siz bunun temiz havanın rengindendir diyeceksiniz. Ben ise suyun gözünün rengidir diyeceğim. Önce bir batıya bakalım taa, gözünün uzandığı yere kadar, hani gökle birleşir.Yakında sağlı sollu biri birine girmiş, yeşil çamlı beller. Aralarından Elbasan dere geçer. Bellerin ardında başka bir doruk belleri, biraz mavi yeşil. Beller dağlar oluşur yükselir. Yüksek, dağlar mavi. Arka sıra uzak, açık mavi, gök yüzü ile birleşen mavi, diyorlar ki, sıra dağlar taa Paşmaklıya kadar uzanır. Sağında yani kuzey batıda Ürpek sırtları. Oraları yüksek çakıllı taşlı düzlükler, Bizansa dayanan kale taşlıkları.Doğuda ise Mavi Koca yayla göze çarpar, yaylaları beyaz uzun düzlükler ilk kar oraya düşer. Bakaca kayanın kuzeyi düzlüklerden sonra hemen yükselir. Gök yüzü ufkunda yarım ay çizisi oluşturur ,ufkun kuzeyini yüksek uzun düzlükler kapsıyormuş öyle diyorlardı...
Oraları mekan tutmuş, yaşlı fakat iri yapılı adam Bakaca
kayadan çok uzun yıllar bu ufukları seyir etmiş ve her mevsime tanıklık etmiştir...
Çocuktuk daha on on iki yaşlarında, fakat gezmeyi çok seviyorduk. Nerede kardelen, çiğdem, menekşe birinci açar bilirdik,t aşı dikeni tanıdık.Harmancıktan dereye inen yol eskiden köy çobanlarının gidiş dönüş yolu idi. Dönüşte yaz ayları yayla yamaçlarında bulunmayan su, dere yolunda biriken göllerden sulanıyorlardı. Sabahları sürüyü dere yoluna indiren çoban ,tuzlu kaya dikini çıkınca, sürü hemen otlak aramaya başlar. Koyunlar hem yürür hem otlar, bu her gün tekrarlanır. Doruklara doğru yönlendirilen sürü öğle vakti gölge yamaçta dinlenir, çoban onları öyle yönlendirir. Dağlarda başka çoban sürüleri vardır, fakat her sürünün örüsü ayrıdır. Çobanlar aralarında ıslıkla konuşur, dağlarda yankı yapar taa uzaklarda kaybolur. Dedikya çocuktuk Erenler dorası Kara demirlerin kuzeyinde yer alır. Köyden görünmez çünkü aşılması gereken beller, dağlar vardır.Yükseklerde bulunduğu için halk oraya dora yani yüksek demiştir. Kara demirler eskiden köy idi, Erenlerden gelen dere, köyü kasabadan ayırıyordu.Köyün ağır başlı,i şine sadık kavgasız sesiz ahalisi vardı. Köy sırtın altından başlayıp düzlüklere iniyordu dere boyunca.K ara demirler taa Osmanlıdan var oluşu. Konya, Karaman beyliklerinden imiş ahalisi. Kara lakaplı soylular boldu. Örneğin Kara Bekir oğulları, Kara Hasanlar, Kara Aliler dedem rahmetli boyacıların Kara Ahmet, kara ağaç, kara duştubak kara ot vs, vs. Bunlar yöre halkının Konya Karaman beyliklerinin Toros yörük aşiret obalarından taa Fatih sultan Mehmeten bu yana göç etiklerini çarıştırıyor. Mehmet Neşri Dünyanın aynası Osmanlı hanedanlığı yazısında bu tür göçlere değinmişti. Hemen hemen her ailede ufak baş hayvan vardı, koyun kuzu keçi oğlak,tam yörük aşiret obalarının yaylalarda ki hayvan hasaneti...Çıngırak ve çan sesleri Erenler doruklarında otlayan sürülerin bir harmonisi olması gerek.Bu sesizliğin içinde çeşitli çıngırak sesleri, arada bir güçlü çan sesi sanki bir hafif müzik şöleni ve kulağa çok hoş geliyor. Etrafta çıt yok, taa uzaklarda bir çoban sesi o kadar, farklı. Havada iki simsiyah kuzgun, saha paylaşım kavgası,s on bir dalış fakat başarısız geri dönüş ve kavgayı terk...Yaylalar ve dağlar canlıdır onlar yaşar ve yaşatır. Baharın en erken müjdecisi kardelen ne demiş; Yer demir gök bakır olsa yetmişte biterim.Bizde yetmişte doruklara konuyorduk. Kar delenler (ak kesercik) toplayıp diken arası, eve dönüyorduk .Daha karlar erimeden, dere yolu yamaçlarında buzullar uzun uzun sarkmışken, ellerimiz morarmış fakat neşeli çünkü gelen bahardı. Sonraki günler biri birini kovalarcasına geçer, hava ısınır, sarı çiğdem açar dikenlerin güneyinde, kuzeyleri hala karlıdır etraf sararır.Çalı diken tomurcuklar kabarır, güney taş kaya diken kıyılarında menekşe yaprakları yeşerir, ardından dünyanın en güzel kokulu mor menekşe açar. Her bitki, ot, diken bahar hazırlığını yapar, o günler çok hareketli geçer. Bitkiler biri birini kovalarcasına yetişir çünkü gelen bahardı sonrası kuru yaz. Hiç kimse kendi mevsimini kaçırmak istemez çünkü o mevsim ona aittir.
Dorukların çiğdem zamanı, yaş on on iki dere yolundan tuzlu kaya dikine çıktık. Dere yolu ufak çağlayanlarla duru şırıl şırıl akar su, kara su patlaması yerler gevşek, taşlar oynak. Kış boyu buzlu toprakta yatan taş baharda çözülür her an yuvarlanabilir dikkatli olmak gerekir tehlikeli. Kına yosunu tutmuş taşların üzerlerinde minicik beyaz sarı çiçek açmış otlar,etraf buram buram tam nefes alıp verilecek canlılık, neşe, sevinç cıvıl cıvıl bitki çiçekleri ve onlara renk veren çıngıraklar.T uzlu kayadan tuzumuzu aldık ve yukarıya devam ettik Mehmet, Nuri, Mustafa beraber. Alçak doruklarda hala kar vardı. Üstünü sıyırıp alta temiz karı yiyorduk, çocukluk bugün var yarına kalır mı kim bilir. Belleri ve yamaçları geçerek Bakaca kaya düzlüğüne vardık, yeni yeni bahar çimenleri, güneş tepede.
Bakaca kaya kendiliğinden oluşmuş diyemeyiz o bölgede önemli yer oraya yöneldik durak yeri.
Yaşlı adam kayaya sırt vermiş, uzaktan sürüyü takip ediyordu,aynı zamanda aklında çok eski zamanların getirisi, götürüsü geçiyordu. Yüzünde uzun yaşam yılarının bıraktığı izler, yüzü biraz söbü, kulak yanından çene yönüne. Kaş altında iki mavimsi göz kırpmıyor nereye bakıyor acaba. Yüz teni soğuk hava yanığı yahutta bahar güneşi yanığı bence soğuk kış yanığı olabilir. Sakaları biraz kısa, kulak yanında zülüflere karışmış. Başında bağlı dokuma bez sarılı ve baş arkasına düğümlü, alnında sıra sıra kıvrımlar. Yanına yaklaştık, dede amca doğruldu:-"Çocuklar, gelin gelin, gelin bakalım şöyle, maşallah maşallah, büyüdünüz, dağları geziyorsunuz, aferin size." Yüzündeki tebesümle:"Hangi köydensiniz?" Biz sanki bir ağızdan Kara demirlerden dedik. Adam gülümsedi:"Aramızda bir dere var canım, ben şu alçaktaki tepenin altında birkaç evden."Bize sorular soruyor, eğrilip doğruluyor, kahkaha atıyor, yüzündeki gülen gözler kendi çocukluğundaki yaşayışları anımsatıyordu, konuşmadı bize baktı bizi süzdü.-" Çocuklar benim bunca yılık ömrüm bu dağların eteklerinde ve yamaçlarında geçti. Buraları taa uzaklara kadar çok iyi bilirim. Buralar beni iyi bilir saygıları vardır. Buralarda benim arkadaşlarım ve tanıdıklarım çoktur. Kim bunlar derseniz, bu gördüklerinizin hepsi: dikeni ağacı, taşı toprağı, kayası, yosunu ,bunarlar; onları temizlerim, berak sular baharda şırıl şırıl akar. Onların hepsi benim dostum, onlarla konuşurum, onlarda bana dertlerini anlatır.Burasının taşı, toprağı, ağacı, kayası canlıdır onlar yaşar."
Başını kaldırdı, tam şakağında kaş üstü bir sıyrık vardı o sıyrık yüzüne bir başka ifade veriyor, iz hemen hemen yok gibiydi.
-" Eee, çocuklar siz böyle cılız cılız nereye? Dedim ya buraları iyi bilirim, size bir diyeceğim olur, deyin bakalım."
- " Dede amca, biz Erenler dorasına gidiyoruz", dedik.Yaşlı adam taa yükseklerde birkaç ağacı olan karşı yakaya baktı, çocukları süzdü, güneşe baktı, elini başının önden arkasına gezdirdi. Yalnız başını çevirip tekrar güneşe baktı, sonra bizi süzdü. - "Ben size diyeceğim olabilir, söz söz, gün ikindiye yaklaşıyor, günler hala kısa, çabuk karanlık basar. Ben sürüyü eteklere süreyim biraz daha otlaklansılar, hem Erenler'de olan çiçek türleri buralarda var, toplarsınız. Eğer illa de Erenler dorasına niyet eti seniz, başka bir günde gelin. Bu gün geç ,beni her zaman burada bulursunuz, ben sizi sevdim, yöremizi tanımak istiyorsunuz, buna sevindim."
Karşıdan çıngırak sesleri geldi,sürü, dede amcanın onlara yöneldiğini anlamıştı... birinci bölüm sonu.
İkinci bölüm.
Güneş doğudan tırmanışa geçmiş kuşluk vakti.
Dere yolundan Tuzlu kaya dikini aşan çocuklar, yatay düzlükten yürüyüşe geçtiler.O çocuklar biz idik - Mehmet, Nuri, Mustafa ve ben. Bahar ayları, sarı çiğdemin açtığı zaman, diken arası.Taş kıyısı menekşe yaprak yeşili, taş üstü sarı beyaz minik çiçek otları, kara böcek güneşe çıkmış, o an gizleniyor tedbirli.
Bütün bölgedeki otu böceği capcanlı ve hareketli. Kara Çalı'daki kuş taşın üzerindeki böceği kapıp öbür taşa kondu, gösterge tabiyatın kanunu idi. Yaşam cıvıl cıvıl, buram buram yeşil kokusu, havada bulutlar sinsimiş. Mavi bulutlar beyazlaşmış, gök yüzü beyaz gül misali sallanıp gezen bulutlar, uzaklardan gelen çıngırak sesleri. Havadaki siyah kuzgun, kanatlarını çırpmadan dolanan dağlar kartalı. Bir aralık, çoban ıslığı ve karşı dağlarda kaybolan yankısı. Bütün bu hareket sessizliğin içine gömülmüş ve kendini gizlemiş... Birkaç bel ve doruk aştıktan sonra bakaca kaya düzlüğü göründü. Düzlük bakaca kayadan başlayıp, ta küçük Erenler eteklerine kadar uzanır, bel gibidir fakat sırtı düzlüktür. Güneş dikleştikçe, ortalık ısınıyor, daha öğlen olmamış. Düzlüğün ortasına yakın yüzü doğuya dönük yaşlı fakat dimdik duran iri yapılı adam elinde sopası, iki eli ile öne dayandı. Karşı belin doruğundan yaklaşan çocuklara daldı ve yüzündeki tebessüm ifadesi belirdi, çünkü çocuklar o çocuklardı, yaşları on üç on dört, bekledi. Yanına yaklaştık, bizde dede amcayı sevmiştik. - "Vay be, gözlerim çocuklar nasip nasip sizleri yine gördüm ya." Bizim teker teker saçlarımızı okşadı. Bizi gördüğüne o kadar memnundu ki...Yüzüne baktık, göz göze geldik, dede amcanın gözleri dolmuş idi, ona rağmen gülüyor, tek tek başını eğip bize bakıyor, bizimle konuşuyor.Bir ara böyle geçti. Durdu, ta uzaklara baktı, uzakların ta uzağına görünmeyen yerlere. - "Çocuklar, ben artık buraların misafiriyim, beni iyi tanımanız gerekli. Siz beni rahatlatıyorsunuz, buraları mekan edip sahipleneceksiniz, bu bana huzur veriyor." Birimiz:-"Sen, nereye gideceksin dede amca?"
- " Şöyle desem: hani demiş ya: gidenler o kadar memnun ki, yerinden, dönen yok seferinden." Bir anlam veremedik. Benimde bir yerim var hali ile, amma şimdi size söylüyorum, siz büyüdünüz, ben görüyorum ve içim rahatladı."Güneşe baktı, gölgesine baktı:- "Daha öğle yok" dedi. -" Benim çocukluğumda bu doruklar ve bellerde gezen Uzun Halil lakaplı bir büyümüz vardı o da gittiği yerden memnun ki, geri dönmedi. Sizler gibi dağları geziyorduk, o bizi buldu. Bir gün bizimle konuştu.
Boyu uzun ve dik yaşına rağmen hareketli, pehlivan olduğu da söyleniyordu. Daha önceki eski yıllarda bu diyarlar başka imiş savaşlar oluyormuş, o dönem Osmanlı imiş. Uzun Halil, o savaşlara katılmış, şakağını mermi sıyırmış geçmiş, hala izi yeri belirgin idi." Bu arada dede amca elini şakağına götürdü, sanki izi gizliyordu.
- "Savaşlarda kahraman imiş, pek mert savaşıyormuş. O zamanlar genç imiş tabi, savaş arkadaşları ona uzun Halil lakabını takmışlar,çünkü komutan arkadaşlarının arasında önce onu görüyormuş. Savaş sonrası dönüşte kahramanlık madalyası ile gelmiş, sonra ne olmuş dersiniz ? O zamanlar her şey çok çabuk gelişmiş, savaşlar durmuş, asker kışlalara çekilmiş, pek kolay zamanlar değilmiş, yoksulluk fakirlik çok imiş, savaşlar uzun sürmüş. Eve dönenler olmuş, tam altı yıl savaşlardan sonra. Sınırlar çekilmiş, birlikte yaşayanlar ayrılmış, başka ülke olmuşlar. Uzun Halil ne mi olmuş dersiniz, işte bu yaylaları Erenler'in piri olmuş, namı Ürpekleri aşıp ta Ardalara uzanmış, doğuda ise Yaran dağlarını aşıp karşı yaylalara ulaşmış. İyilikle anılan, sayılan, sevilen biri olmuş Uzun Halil. Bilerek hiçbir bitki ve ya canlıyı incitmemiş veselam." Sonra durdu, bir an uzaklara, ta uzaklara baktı, fakat bakışlar eski zamanları görüyordu, şakağındaki sıyırık tekrar belirdi. Ben dede amcanın anlatmış olduğu Uzun Halil hikayesinin kendisi olduğundan emin idim, çünkü dede amca o zamanlar bize kendisini anlatmış gönül alçaklığı ile. Doğunun uzaklarına bakan dede amca aniden kuzeye döndü, yüksekteki Erenler'e baktı uzun uzun. -"Şu belden küçük Erenler eteğine varınca sola dönün ve yüksek Erenler'e yamaçtan yürüyün, alta ki dereye inmeyin.Çıkması ve tırmanışı zor olur yorar ve vakit alır. Ben sürüyü alçaktaki doruğa yönlendireyim kümelensinler ve size yetişirim." Yürüdük,dede amcanın dediği yamaçtan yürüdük, tam ısız sesiz ağaçlara varıyorduk ki, dede amca bize yetişti.-" İşte burası Erenler dorası, çocuklar!" Birkaç ağaçtan birinin
altında durduk. Öyle baktık görünen sıra dağların arkasına. Alçakta geniş Koşu kavak havuzu, sonra dolanan yükselen yeşil mavi sıra dağlar, manzara o kadar güzel ve büyüleyici idi ki, her şey gözlerinin kollarının altında! Dede amca, uzaklara bakıyordu, doğu tarafa koca yayla tepelerine beyaz yaylalara , sanki onu o taraflara çeken bir şey vardı. Kim bilir özleyişi vardır, içindeki bir sır! - "Bakın şu taşların yarı dizilmiş haline, işte oralarda ermişler yatar, onların dikili taşları yoktur, fakat yatır yerleri belirli kalmıştır. Çok eski zamanlarda dikili taşları olmuştur, kim bilir. Onlar evliyalar zamanından, gezginler ve çelebilerin diyar diyar gezginlikleri zamanı. Dervişler demiştir halk. Evliya oldukları söylenir.Evliyalar belirli bir görev gezginidir. Belirli bir ümmetin inancının yayılmasını üstlenmişlerdir. Nerede akşam orada sabahlamışlardır, onun için hayatlarının sonu nerede
oraya defin edilmişler. Oraları ya birkaç ağacı olan yerdir, yahut büyücek taş yakını, özellikleri yoktur mezarların ,dizi taşlarla çevrilir o kadar. Zamanla dağılır dizi taşlar amma ben kendimce Allah rızası için ve yatırların hatırına toparlarım, çünkü derviş isimsiz zattır. Ulu ağaçlar onlara ısız halleri ile suskun hafif uğultu baş ucu olmuştur. Şu küçük Erenler tepesinde ağacı görüyorsunuz, o ağacın altında başka bir evliya yatar. Şimdi buralara neden Erenler denildiğini anladınız, çünkü bu yatırlar ermiştir. Bu diyarlar kimine göre kutsal yerler sayılır. Buralardan çok insan geçmez, fakat kendince en sakin ve sesiz yerlerdir." Bir hayli zaman geçti, dede amca hayallere dalmış idi, bir an başını çevirdi, kara çalı diken diplerine baktı. -" Bakın sarı çiğdem açtı, toplayın gidelim. eve götürün güzel kokuludurlar!
Bakaca kaya düzlüğünde kalan dede amca,elinde sopasını kaldırmış, bellerden aşağılara inen çocukları uğurladı. Arada bir sol elini gözlerinde gezdiriyor, sopasını kaldırmış son belin arkasında kayboldu. Görünür gibi olunca, ellerimizi kaldırdık, uzaktan bir ses helal helal olsun diyordu...
Üçüncü bölüm.
Çabuk yuvarlanan yıllar on seneyi almış idi, hiçbir çocuk gittiği yerden geri dönmedi. Erenler doruklarına asker talime çıkmış,,sonra asker yüksek Erenler ardında ki, düzlüklere çekilmiş. Erenler kendi haline bırakılmış... Bir şey geçmişe dönmedi, doruklar tamamen yalnızlaşmış. Çoban sürüleri yoktu, çıngıraklar ve onlara renk veren çan harmonileri susmuş idi. Yalnız beller doruklar, Bakaca kaya alçalmıştı sanki. Durdum yalnız yalnız, sarı çiğdem kokusunu içime çektim on on beş sene geriyi his etim. Gözlerimi açtım, Erenler dorası at kazığın da bahar rüzgarları esiyor, zamanda ısız ve sesiz bir kaç ağaç yatırların başında duruyorlardı. Yamaçtan Erenler'e vardım, ermiş mezarlarının taşları dağılmış idi, dede amca gibi onları toparlayıp düzdüm. Baş uçlarına birer kazık diktim, kim bilir zamanla onlarda birer yaşlı ağaç olurlar ermişlerin atlarının kazıkları gibi.Aşağılara yönlendim, ardımda orasının bekçisi olan ulu sesiz ve ısız ağaçların uğultusunu duyuyordum. Sarı çiğdem menekşe yaprakları, taş üstü minik sarı beyaz çiçekler açmış, bahar hazırlığı zamanı...Kendi ufak sürüsü olan amca ile karşılaştık alçak bellerde. Hal hatır olduk. Bir an ara bulup dede amcayı sordum. Bakaca kayaya baktı, sonra Erenler yükseklerine.-"Anladım, Uzun Halil dayıyı soruyorsun. Bir on seneyi aşkın zaman oldu, o zamanki çobanlar iki üç sabah kayada görmüşler, sonra Erenler'de at kazığı yatırlarında. Düzlüklere indiğinde iki üç ıslık sesi dağlarda yankılanmış. Bir daha görünmedi Halil dayı, gittiği yerden memnun ki ,dönmedi geri. Koca yaylanın doğu kısımlarına baktı. Arka kısımlarında bir köyü olduğunu söylüyorlardı eskiler. Buralarda kimsesi kalmadı, zaten son yıllarda yalnız yaşıyordu. Ben şu tepenin altındaki evlerdenim, komşum olurdu dayı. Çok bilir ve çok görmüşlüğü olan biri idi. Biz öyle biliriz onu tanıyanlar. Ben sana söylüyorum, o bir evliya idi."
Gözlerim yaşardı, elimde birkaç sarı çiğdem aşağıya indim. Geride kalan amca ardımdan bakıyordu, el salladım. Kimsin diye bana sormadı, o da elini kaldırdı.
Bunları kaleme aldığım o zamandan bu zamana kırk seneyi aşkın zaman geçti, benim gözümde kırk gün desen yeridir. Arkadaşlarıma sitemim var, unutkanlıklarına ,o ise dede amca bize güvenmiş idi. Memlekete vardığımda oraları el verdikçe ziyaret ediyorum yalnız. Ayak bastığım yerleri görüyorum. Kısmet ise, sarı çiğdem açtığında, o zamanı yaşamak ve Uzun Halil dede amcanın mekanını görmek, gezmek niyetindeyim.
Fehmi Boyaci,

İstanbul

0 коментара:

Публикуване на коментар

Забележка: Само членове на този блог могат да публикуват коментари.