Birinci bölüm.
Gelin,gelin benimle, göçmen yörüklerin yaylalarına .
Sırttan Kuzeybatıya yürüyelim. Doruklar bel bel. Fazla
yüksek ağaç yoktur, kara çalı dikeni boldur. Baharda büyüyen otlar, yaz ayları
kurur,g ezen sürülerin otlağı olur. Biz gidelim Erenlere, Erenler dorası yüksek
. Oralara taa uzaktan bakan At kazığı der. Birkaç yaşlı ağaç vardır, onlar ısız
ve sesiz orayı bekler. Gelin benimle şu belin düzlüğünde Bakaca kayaya
uğrayalım. Orası önemli. Tam Koşu kavak başı. Yüksek yanına kuzeyden gidilir,
başka yerleri sarptır. Birkaç üst üste yerli taş yandan destekli,kim bilir
hangi uygarlıklar bunu kurdu. Bakaca kaya gözlem yeri. Gelin bakalım nasıl
gözlem.Hemen alta güney batı. Koşu kavak alçakları. Burgaz nehri, iki taraf
ovalar, pek görünmez uzaktan, kavaklı söğütlüdür kıyıları, ancak içine
girdiğinde geniş havuzlu kumsal olduğunu görürsün. Bakaca kayaya çıkalım.
Kuzeyden esen hafif rüzgar, doruklardan gelen çıngırak sesleri. Koşu kavak
semalarında doruklardan kalkan top top beyaz sarı bulutlar sallanır. Siz bunu
güney rüzgarlarının sisli havasından
diyeceksiniz. Ben ise nehir boyunda, kavaklı ovalarda koşan atların tozunun
rengidir diyeceğim. Semalar berrak mavi olur. Siz bunun temiz havanın
rengindendir diyeceksiniz. Ben ise suyun gözünün rengidir diyeceğim. Önce bir
batıya bakalım taa, gözünün uzandığı yere kadar, hani gökle birleşir.Yakında
sağlı sollu biri birine girmiş, yeşil çamlı beller. Aralarından Elbasan dere
geçer. Bellerin ardında başka bir doruk belleri, biraz mavi yeşil. Beller dağlar
oluşur yükselir. Yüksek, dağlar mavi. Arka sıra uzak, açık mavi, gök yüzü ile
birleşen mavi, diyorlar ki, sıra dağlar taa Paşmaklıya kadar uzanır. Sağında
yani kuzey batıda Ürpek sırtları. Oraları yüksek çakıllı taşlı düzlükler,
Bizansa dayanan kale taşlıkları.Doğuda ise Mavi Koca yayla göze çarpar,
yaylaları beyaz uzun düzlükler ilk kar oraya düşer. Bakaca kayanın kuzeyi
düzlüklerden sonra hemen yükselir. Gök yüzü ufkunda yarım ay çizisi oluşturur
,ufkun kuzeyini yüksek uzun düzlükler kapsıyormuş öyle diyorlardı...
Oraları mekan tutmuş, yaşlı fakat iri yapılı adam Bakaca
kayadan çok uzun yıllar bu ufukları seyir etmiş ve her
mevsime tanıklık etmiştir...
Çocuktuk daha on on iki yaşlarında, fakat gezmeyi çok
seviyorduk. Nerede kardelen, çiğdem, menekşe birinci açar bilirdik,t aşı dikeni
tanıdık.Harmancıktan dereye inen yol eskiden köy çobanlarının gidiş dönüş yolu
idi. Dönüşte yaz ayları yayla yamaçlarında bulunmayan su, dere yolunda biriken
göllerden sulanıyorlardı. Sabahları sürüyü dere yoluna indiren çoban ,tuzlu
kaya dikini çıkınca, sürü hemen otlak aramaya başlar. Koyunlar hem yürür hem
otlar, bu her gün tekrarlanır. Doruklara doğru yönlendirilen sürü öğle vakti
gölge yamaçta dinlenir, çoban onları öyle yönlendirir. Dağlarda başka çoban
sürüleri vardır, fakat her sürünün örüsü ayrıdır. Çobanlar aralarında ıslıkla
konuşur, dağlarda yankı yapar taa uzaklarda kaybolur. Dedikya çocuktuk Erenler
dorası Kara demirlerin kuzeyinde yer alır. Köyden görünmez çünkü aşılması
gereken beller, dağlar vardır.Yükseklerde bulunduğu için halk oraya dora yani
yüksek demiştir. Kara demirler eskiden köy idi, Erenlerden gelen dere, köyü
kasabadan ayırıyordu.Köyün ağır başlı,i şine sadık kavgasız sesiz ahalisi
vardı. Köy sırtın altından başlayıp düzlüklere iniyordu dere boyunca.K ara
demirler taa Osmanlıdan var oluşu. Konya, Karaman beyliklerinden imiş ahalisi.
Kara lakaplı soylular boldu. Örneğin Kara Bekir oğulları, Kara Hasanlar, Kara
Aliler dedem rahmetli boyacıların Kara Ahmet, kara ağaç, kara duştubak kara ot
vs, vs. Bunlar yöre halkının Konya Karaman beyliklerinin Toros yörük aşiret
obalarından taa Fatih sultan Mehmeten bu yana göç etiklerini çarıştırıyor.
Mehmet Neşri Dünyanın aynası Osmanlı hanedanlığı yazısında bu tür göçlere
değinmişti. Hemen hemen her ailede ufak baş hayvan vardı, koyun kuzu keçi
oğlak,tam yörük aşiret obalarının yaylalarda ki hayvan hasaneti...Çıngırak ve
çan sesleri Erenler doruklarında otlayan sürülerin bir harmonisi olması
gerek.Bu sesizliğin içinde çeşitli çıngırak sesleri, arada bir güçlü çan sesi
sanki bir hafif müzik şöleni ve kulağa çok hoş geliyor. Etrafta çıt yok, taa
uzaklarda bir çoban sesi o kadar, farklı. Havada iki simsiyah kuzgun, saha paylaşım
kavgası,s on bir dalış fakat başarısız geri dönüş ve kavgayı terk...Yaylalar ve
dağlar canlıdır onlar yaşar ve yaşatır. Baharın en erken müjdecisi kardelen ne
demiş; Yer demir gök bakır olsa yetmişte biterim.Bizde yetmişte doruklara
konuyorduk. Kar delenler (ak kesercik) toplayıp diken arası, eve dönüyorduk
.Daha karlar erimeden, dere yolu yamaçlarında buzullar uzun uzun sarkmışken,
ellerimiz morarmış fakat neşeli çünkü gelen bahardı. Sonraki günler biri birini
kovalarcasına geçer, hava ısınır, sarı çiğdem açar dikenlerin güneyinde,
kuzeyleri hala karlıdır etraf sararır.Çalı diken tomurcuklar kabarır, güney taş
kaya diken kıyılarında menekşe yaprakları yeşerir, ardından dünyanın en güzel
kokulu mor menekşe açar. Her bitki, ot, diken bahar hazırlığını yapar, o günler
çok hareketli geçer. Bitkiler biri birini kovalarcasına yetişir çünkü gelen
bahardı sonrası kuru yaz. Hiç kimse kendi mevsimini kaçırmak istemez çünkü o
mevsim ona aittir.
Dorukların çiğdem zamanı, yaş on on iki dere yolundan tuzlu
kaya dikine çıktık. Dere yolu ufak çağlayanlarla duru şırıl şırıl akar su, kara
su patlaması yerler gevşek, taşlar oynak. Kış boyu buzlu toprakta yatan taş
baharda çözülür her an yuvarlanabilir dikkatli olmak gerekir tehlikeli. Kına
yosunu tutmuş taşların üzerlerinde minicik beyaz sarı çiçek açmış otlar,etraf
buram buram tam nefes alıp verilecek canlılık, neşe, sevinç cıvıl cıvıl bitki
çiçekleri ve onlara renk veren çıngıraklar.T uzlu kayadan tuzumuzu aldık ve
yukarıya devam ettik Mehmet, Nuri, Mustafa beraber. Alçak doruklarda hala kar
vardı. Üstünü sıyırıp alta temiz karı yiyorduk, çocukluk bugün var yarına kalır
mı kim bilir. Belleri ve yamaçları geçerek Bakaca kaya düzlüğüne vardık, yeni
yeni bahar çimenleri, güneş tepede.
Bakaca kaya kendiliğinden oluşmuş diyemeyiz o bölgede önemli
yer oraya yöneldik durak yeri.
Yaşlı adam kayaya sırt vermiş, uzaktan sürüyü takip
ediyordu,aynı zamanda aklında çok eski zamanların getirisi, götürüsü geçiyordu.
Yüzünde uzun yaşam yılarının bıraktığı izler, yüzü biraz söbü, kulak yanından
çene yönüne. Kaş altında iki mavimsi göz kırpmıyor nereye bakıyor acaba. Yüz
teni soğuk hava yanığı yahutta bahar güneşi yanığı bence soğuk kış yanığı
olabilir. Sakaları biraz kısa, kulak yanında zülüflere karışmış. Başında bağlı
dokuma bez sarılı ve baş arkasına düğümlü, alnında sıra sıra kıvrımlar. Yanına
yaklaştık, dede amca doğruldu:-"Çocuklar, gelin gelin, gelin bakalım
şöyle, maşallah maşallah, büyüdünüz, dağları geziyorsunuz, aferin size."
Yüzündeki tebesümle:"Hangi köydensiniz?" Biz sanki bir ağızdan Kara
demirlerden dedik. Adam gülümsedi:"Aramızda bir dere var canım, ben şu
alçaktaki tepenin altında birkaç evden."Bize sorular soruyor, eğrilip
doğruluyor, kahkaha atıyor, yüzündeki gülen gözler kendi çocukluğundaki
yaşayışları anımsatıyordu, konuşmadı bize baktı bizi süzdü.-" Çocuklar
benim bunca yılık ömrüm bu dağların eteklerinde ve yamaçlarında geçti. Buraları
taa uzaklara kadar çok iyi bilirim. Buralar beni iyi bilir saygıları vardır.
Buralarda benim arkadaşlarım ve tanıdıklarım çoktur. Kim bunlar derseniz, bu
gördüklerinizin hepsi: dikeni ağacı, taşı toprağı, kayası, yosunu ,bunarlar;
onları temizlerim, berak sular baharda şırıl şırıl akar. Onların hepsi benim
dostum, onlarla konuşurum, onlarda bana dertlerini anlatır.Burasının taşı, toprağı,
ağacı, kayası canlıdır onlar yaşar."
Başını kaldırdı, tam şakağında kaş üstü bir sıyrık vardı o
sıyrık yüzüne bir başka ifade veriyor, iz hemen hemen yok gibiydi.
-" Eee, çocuklar siz böyle cılız cılız nereye? Dedim ya
buraları iyi bilirim, size bir diyeceğim olur, deyin bakalım."
- " Dede amca, biz Erenler dorasına gidiyoruz",
dedik.Yaşlı adam taa yükseklerde birkaç ağacı olan karşı yakaya baktı,
çocukları süzdü, güneşe baktı, elini başının önden arkasına gezdirdi. Yalnız
başını çevirip tekrar güneşe baktı, sonra bizi süzdü. - "Ben size
diyeceğim olabilir, söz söz, gün ikindiye yaklaşıyor, günler hala kısa, çabuk
karanlık basar. Ben sürüyü eteklere süreyim biraz daha otlaklansılar, hem
Erenler'de olan çiçek türleri buralarda var, toplarsınız. Eğer illa de Erenler
dorasına niyet eti seniz, başka bir günde gelin. Bu gün geç ,beni her zaman
burada bulursunuz, ben sizi sevdim, yöremizi tanımak istiyorsunuz, buna
sevindim."
Karşıdan çıngırak sesleri geldi,sürü, dede amcanın onlara
yöneldiğini anlamıştı... birinci bölüm sonu.
İkinci bölüm.
Güneş doğudan tırmanışa geçmiş kuşluk vakti.
Dere yolundan Tuzlu kaya dikini aşan çocuklar, yatay
düzlükten yürüyüşe geçtiler.O çocuklar biz idik - Mehmet, Nuri, Mustafa ve ben.
Bahar ayları, sarı çiğdemin açtığı zaman, diken arası.Taş kıyısı menekşe yaprak
yeşili, taş üstü sarı beyaz minik çiçek otları, kara böcek güneşe çıkmış, o an
gizleniyor tedbirli.
Bütün bölgedeki otu böceği capcanlı ve hareketli. Kara
Çalı'daki kuş taşın üzerindeki böceği kapıp öbür taşa kondu, gösterge tabiyatın
kanunu idi. Yaşam cıvıl cıvıl, buram buram yeşil kokusu, havada bulutlar
sinsimiş. Mavi bulutlar beyazlaşmış, gök yüzü beyaz gül misali sallanıp gezen
bulutlar, uzaklardan gelen çıngırak sesleri. Havadaki siyah kuzgun, kanatlarını
çırpmadan dolanan dağlar kartalı. Bir aralık, çoban ıslığı ve karşı dağlarda
kaybolan yankısı. Bütün bu hareket sessizliğin içine gömülmüş ve kendini
gizlemiş... Birkaç bel ve doruk aştıktan sonra bakaca kaya düzlüğü göründü.
Düzlük bakaca kayadan başlayıp, ta küçük Erenler eteklerine kadar uzanır, bel
gibidir fakat sırtı düzlüktür. Güneş dikleştikçe, ortalık ısınıyor, daha öğlen
olmamış. Düzlüğün ortasına yakın yüzü doğuya dönük yaşlı fakat dimdik duran iri
yapılı adam elinde sopası, iki eli ile öne dayandı. Karşı belin doruğundan
yaklaşan çocuklara daldı ve yüzündeki tebessüm ifadesi belirdi, çünkü çocuklar
o çocuklardı, yaşları on üç on dört, bekledi. Yanına yaklaştık, bizde dede
amcayı sevmiştik. - "Vay be, gözlerim çocuklar nasip nasip sizleri yine
gördüm ya." Bizim teker teker saçlarımızı okşadı. Bizi gördüğüne o kadar
memnundu ki...Yüzüne baktık, göz göze geldik, dede amcanın gözleri dolmuş idi,
ona rağmen gülüyor, tek tek başını eğip bize bakıyor, bizimle konuşuyor.Bir ara
böyle geçti. Durdu, ta uzaklara baktı, uzakların ta uzağına görünmeyen yerlere.
- "Çocuklar, ben artık buraların misafiriyim, beni iyi tanımanız gerekli.
Siz beni rahatlatıyorsunuz, buraları mekan edip sahipleneceksiniz, bu bana
huzur veriyor." Birimiz:-"Sen, nereye gideceksin dede amca?"
- " Şöyle desem: hani demiş ya: gidenler o kadar memnun
ki, yerinden, dönen yok seferinden." Bir anlam veremedik. Benimde bir
yerim var hali ile, amma şimdi size söylüyorum, siz büyüdünüz, ben görüyorum ve
içim rahatladı."Güneşe baktı, gölgesine baktı:- "Daha öğle yok"
dedi. -" Benim çocukluğumda bu doruklar ve bellerde gezen Uzun Halil
lakaplı bir büyümüz vardı o da gittiği yerden memnun ki, geri dönmedi. Sizler
gibi dağları geziyorduk, o bizi buldu. Bir gün bizimle konuştu.
Boyu uzun ve dik yaşına rağmen hareketli, pehlivan olduğu da
söyleniyordu. Daha önceki eski yıllarda bu diyarlar başka imiş savaşlar
oluyormuş, o dönem Osmanlı imiş. Uzun Halil, o savaşlara katılmış, şakağını
mermi sıyırmış geçmiş, hala izi yeri belirgin idi." Bu arada dede amca
elini şakağına götürdü, sanki izi gizliyordu.
- "Savaşlarda kahraman imiş, pek mert savaşıyormuş. O
zamanlar genç imiş tabi, savaş arkadaşları ona uzun Halil lakabını
takmışlar,çünkü komutan arkadaşlarının arasında önce onu görüyormuş. Savaş
sonrası dönüşte kahramanlık madalyası ile gelmiş, sonra ne olmuş dersiniz ? O
zamanlar her şey çok çabuk gelişmiş, savaşlar durmuş, asker kışlalara çekilmiş,
pek kolay zamanlar değilmiş, yoksulluk fakirlik çok imiş, savaşlar uzun sürmüş.
Eve dönenler olmuş, tam altı yıl savaşlardan sonra. Sınırlar çekilmiş, birlikte
yaşayanlar ayrılmış, başka ülke olmuşlar. Uzun Halil ne mi olmuş dersiniz, işte
bu yaylaları Erenler'in piri olmuş, namı Ürpekleri aşıp ta Ardalara uzanmış,
doğuda ise Yaran dağlarını aşıp karşı yaylalara ulaşmış. İyilikle anılan,
sayılan, sevilen biri olmuş Uzun Halil. Bilerek hiçbir bitki ve ya canlıyı
incitmemiş veselam." Sonra durdu, bir an uzaklara, ta uzaklara baktı,
fakat bakışlar eski zamanları görüyordu, şakağındaki sıyırık tekrar belirdi.
Ben dede amcanın anlatmış olduğu Uzun Halil hikayesinin kendisi olduğundan emin
idim, çünkü dede amca o zamanlar bize kendisini anlatmış gönül alçaklığı ile.
Doğunun uzaklarına bakan dede amca aniden kuzeye döndü, yüksekteki Erenler'e
baktı uzun uzun. -"Şu belden küçük Erenler eteğine varınca sola dönün ve
yüksek Erenler'e yamaçtan yürüyün, alta ki dereye inmeyin.Çıkması ve tırmanışı
zor olur yorar ve vakit alır. Ben sürüyü alçaktaki doruğa yönlendireyim
kümelensinler ve size yetişirim." Yürüdük,dede amcanın dediği yamaçtan yürüdük,
tam ısız sesiz ağaçlara varıyorduk ki, dede amca bize yetişti.-" İşte
burası Erenler dorası, çocuklar!" Birkaç ağaçtan birinin
altında durduk. Öyle baktık görünen sıra dağların arkasına.
Alçakta geniş Koşu kavak havuzu, sonra dolanan yükselen yeşil mavi sıra dağlar,
manzara o kadar güzel ve büyüleyici idi ki, her şey gözlerinin kollarının
altında! Dede amca, uzaklara bakıyordu, doğu tarafa koca yayla tepelerine beyaz
yaylalara , sanki onu o taraflara çeken bir şey vardı. Kim bilir özleyişi
vardır, içindeki bir sır! - "Bakın şu taşların yarı dizilmiş haline, işte
oralarda ermişler yatar, onların dikili taşları yoktur, fakat yatır yerleri
belirli kalmıştır. Çok eski zamanlarda dikili taşları olmuştur, kim bilir.
Onlar evliyalar zamanından, gezginler ve çelebilerin diyar diyar gezginlikleri
zamanı. Dervişler demiştir halk. Evliya oldukları söylenir.Evliyalar belirli
bir görev gezginidir. Belirli bir ümmetin inancının yayılmasını
üstlenmişlerdir. Nerede akşam orada sabahlamışlardır, onun için hayatlarının
sonu nerede
oraya defin edilmişler. Oraları ya birkaç ağacı olan yerdir,
yahut büyücek taş yakını, özellikleri yoktur mezarların ,dizi taşlarla çevrilir
o kadar. Zamanla dağılır dizi taşlar amma ben kendimce Allah rızası için ve
yatırların hatırına toparlarım, çünkü derviş isimsiz zattır. Ulu ağaçlar onlara
ısız halleri ile suskun hafif uğultu baş ucu olmuştur. Şu küçük Erenler
tepesinde ağacı görüyorsunuz, o ağacın altında başka bir evliya yatar. Şimdi
buralara neden Erenler denildiğini anladınız, çünkü bu yatırlar ermiştir. Bu
diyarlar kimine göre kutsal yerler sayılır. Buralardan çok insan geçmez, fakat
kendince en sakin ve sesiz yerlerdir." Bir hayli zaman geçti, dede amca
hayallere dalmış idi, bir an başını çevirdi, kara çalı diken diplerine baktı. -"
Bakın sarı çiğdem açtı, toplayın gidelim. eve götürün güzel kokuludurlar!
Bakaca kaya düzlüğünde kalan dede amca,elinde sopasını
kaldırmış, bellerden aşağılara inen çocukları uğurladı. Arada bir sol elini
gözlerinde gezdiriyor, sopasını kaldırmış son belin arkasında kayboldu. Görünür
gibi olunca, ellerimizi kaldırdık, uzaktan bir ses helal helal olsun diyordu...
Üçüncü bölüm.
Çabuk yuvarlanan yıllar on seneyi almış idi, hiçbir çocuk
gittiği yerden geri dönmedi. Erenler doruklarına asker talime çıkmış,,sonra
asker yüksek Erenler ardında ki, düzlüklere çekilmiş. Erenler kendi haline
bırakılmış... Bir şey geçmişe dönmedi, doruklar tamamen yalnızlaşmış. Çoban
sürüleri yoktu, çıngıraklar ve onlara renk veren çan harmonileri susmuş idi.
Yalnız beller doruklar, Bakaca kaya alçalmıştı sanki. Durdum yalnız yalnız,
sarı çiğdem kokusunu içime çektim on on beş sene geriyi his etim. Gözlerimi
açtım, Erenler dorası at kazığın da bahar rüzgarları esiyor, zamanda ısız ve
sesiz bir kaç ağaç yatırların başında duruyorlardı. Yamaçtan Erenler'e vardım,
ermiş mezarlarının taşları dağılmış idi, dede amca gibi onları toparlayıp
düzdüm. Baş uçlarına birer kazık diktim, kim bilir zamanla onlarda birer yaşlı
ağaç olurlar ermişlerin atlarının kazıkları gibi.Aşağılara yönlendim, ardımda
orasının bekçisi olan ulu sesiz ve ısız ağaçların uğultusunu duyuyordum. Sarı
çiğdem menekşe yaprakları, taş üstü minik sarı beyaz çiçekler açmış, bahar
hazırlığı zamanı...Kendi ufak sürüsü olan amca ile karşılaştık alçak bellerde.
Hal hatır olduk. Bir an ara bulup dede amcayı sordum. Bakaca kayaya baktı,
sonra Erenler yükseklerine.-"Anladım, Uzun Halil dayıyı soruyorsun. Bir on
seneyi aşkın zaman oldu, o zamanki çobanlar iki üç sabah kayada görmüşler,
sonra Erenler'de at kazığı yatırlarında. Düzlüklere indiğinde iki üç ıslık sesi
dağlarda yankılanmış. Bir daha görünmedi Halil dayı, gittiği yerden memnun ki
,dönmedi geri. Koca yaylanın doğu kısımlarına baktı. Arka kısımlarında bir köyü
olduğunu söylüyorlardı eskiler. Buralarda kimsesi kalmadı, zaten son yıllarda yalnız
yaşıyordu. Ben şu tepenin altındaki evlerdenim, komşum olurdu dayı. Çok bilir
ve çok görmüşlüğü olan biri idi. Biz öyle biliriz onu tanıyanlar. Ben sana
söylüyorum, o bir evliya idi."
Gözlerim yaşardı, elimde birkaç sarı çiğdem aşağıya indim.
Geride kalan amca ardımdan bakıyordu, el salladım. Kimsin diye bana sormadı, o
da elini kaldırdı.
Bunları kaleme aldığım o zamandan bu zamana kırk seneyi
aşkın zaman geçti, benim gözümde kırk gün desen yeridir. Arkadaşlarıma sitemim
var, unutkanlıklarına ,o ise dede amca bize güvenmiş idi. Memlekete vardığımda
oraları el verdikçe ziyaret ediyorum yalnız. Ayak bastığım yerleri görüyorum.
Kısmet ise, sarı çiğdem açtığında, o zamanı yaşamak ve Uzun Halil dede amcanın
mekanını görmek, gezmek niyetindeyim.
Fehmi Boyaci,
İstanbul
0 коментара:
Публикуване на коментар
Забележка: Само членове на този блог могат да публикуват коментари.