четвъртък, 19 декември 2013 г.

2013′ün İzleri

Demokratikleşme sürecinde 1989’den sonra en önemli yıl 2013 oldu. Bulgaristan’da sivil toplumlar oluşmaya başladı. Şubat ayında başlayan ve bugünlere kadar arasız devam eden protestolar kesin başarıya ulaşamadığından, insanlarımız hayal kırıklığına uğramış gibi olsalar da, yenik düşmediler. Biz Bulgaristan Türkleri de sosyal dönüşümlerin bağırıp çağırmakla, yalnız arzu etmekle gerçekleşmediğini gördük. Toplumun yeniden yoğrulması ve yapılanması istenene kadar, önce fikirlerin doğmasına, bilinç olmasına ve herkesi yüreklendirmesine yeniden inandık. Bilgisi olmayanların fikir yürütemediğini de görmüş olduk. On aydan beri sönmeyen alevler politik partilerin iradesi ve kontrolü dışında, boyun eğmeyen bir sivil halk hareketi olarak gelişti, dallandı budaklandı ve dört bir yanda duyuldu. Yenilmeden yürümelerine devam ediyorlar. Bulgar tarihinde ilk defa sivil toplumun politik iktidardan daha kuvvetli olduklarını gösterdiler. Elektrik faturalarını ödeyemeyenlerin Şubat isyanıyla başlayan ve yaklaşık 10 ay devam eden itaatsizlik hareketi kesin zaferle sonuçlanmadığına göre, sivil toplum hareketinin politik erkten daha kuvvetli olduğunu iddia etmek saçmalık olurdu ama olmadı. 2013 yılının sivil toplum eylemlerinin başarılarını şöyle sıralayabiliriz: Bir - Bu hareket Şubat ayında Boyko Borisov hükümetini düşürdü, 12 Mayıs 2013’te yapılan seçimlerde, GERP partisinin 27 milletvekilliği yitirdi, (GERB’in 117 milletvekili vardı.) Tek partili iktidar defterini dürdü. Seçimlere katılma oranı % 47 olsa da, gelişmeler toplum tabakalarında hareketlenme olduğunu kanıtladı. Politik bakıldığında sökülmeye başlayan GERB partisi ve lideri B. Borisov yeni karar almak zorundadır. 4 Eylül günü sarı kaldırıma toplananları yönetmeye giden Borisov kabul edilmedi, çünkü protestocuları motive eden sivil toplum enerjisiydi. O, bundan sonra tek başına iktidar olamayacağını gördü. Reformcu Blok’un ondan istediği “parmağındaki yüzüğü çıkar at ve birleşelim” teklifi kabul görecek mi? Yoksa bencilliğini yenemezse yok olup gidecek mi? İki - Sivil toplum direnişleri, koalisyon ortaklığı sistemine göre kurulan Başbakan Plamen Oreşarski hükümetinin politik oyun iplerini perde ardından çeken HÖH fahri Başkanı A. Doğan’ın sahne oyuncusu, 2. dönem HÖH Milletvekili, basın holding şefi, ızbandut Daniel Peevski’yi gizli servis DANS Başkanlığına atama yolunu halk kesti. Bulgaristan tarihinde daha önce böyle bir olay yaşanmamıştı. Sivil toplum örgütleri bu denli kararlı, güçlü ve başarılı olmamıştı; Sivil toplumcular, dış kaynaklı para kullanan ATAKA partisi lideri Volen Siderov’u adım adım izleyip sahte kimliğini halka gösterme işinde büyük bir kısmına başarılı da oldular. Üç - Halkın uyanışı ve sivil toplum örgütleri olarak hareketlenmesi HÖH eski başkanı Ahmet Doğanı ve HÖH Başkan Yrd. Hristo Biserov’u politik sahneden indirdi. GERB Partisi Başkan Yardımcısı ve İç İşleri Bakanı Tsvetan Tsetanov’ u savcılık ve yargı kapısına dayadı. Dört- Yine 2013’te ilk kez olmak üzere Bulgaristan’da kükreyen sivil toplum hareketi ile dernek ve federasyonlarda örgütlenmiş olan soydaşlarımızın gerçek temsilcileri arasında ilk temaslar, görüşmeler kuruldu, ortak dil bulundu, geleceğin aynı yönde olduğu görüldü. Bu 70 yıllık Komünistlerin birlikteliğini yok etmek için tek yol muhaliflerin birlikte hareket etmeleri gerektiğini büyük bir çoğunluğu anlayabildiler. Sivil toplum hareketi enerjisini korudu: Bu arada en önemli olan, hiç bir politik parti 10 aydan beri süregelen sivil toplum ayaklanmasının enerjisini kendi bünyesine şarj edemedi. İlk defa olmak üzere Bulgaristan kamuoyu sivil toplum hareketi ile politik başkaldırı arasındaki farkı gördü. İki sosyal eylemi birbirinden ayırdı. Farklı şeyler olduğunu gösterdi. Politik partilerin sokak başını gemleme ve meydanları ardına takma ve yönetme planları boşa çıktı. Sokak ve meydanlar gece gündüz dolup taşarken, itaatsizler lider aramadı, politik örgütlenme yolunu seçmedi, politik güçlerden birine yaslanmadı ve dimdik ayakta kaldı. Bu, Kasım 2013’te protestocu öğrenciler oradan buradan para alıp işi cıvıtmasına, daha önce yaşamadığı muhalefet ortamında sıkılıp boğulmaya başlayan Boyko Borisov, eli sopalı ızbandutları Sofya’ya taşıyıp parlamento karşısına dikerek tarihin akışını değiştirmeyi denemesine kadar böyle devam etti. Sivil toplum hareketi ile politik eylem farkı ortaya çıktı: · Politik eylemler her zaman bir ide, bir ülkü uğrunadır, bir politik Programa dayanır, stratejisidir, belirlenmiş bir hedef, çağrışan bir hayal peşinde koşmadır. · Sivil toplum eylemleri bir “hayır” protestosudur. Pembe yarınlar çizmez. Günün direnişidir. Olumsuzlaşması yani ret edilmesi gerekene, olmaması gerekene işaret eder. “Bu olmamalı!” der. 2013 yılının arkada kalan 9 ayı, Bulgar sivil toplumuna istemediği bir şeye “olmaz” demesini öğretti. Protestoların istenmeyenin olmasını durdurabilecek bir güç olduğuna inandırdı. İlk zafer günlerini yaşadı. 54 bin polisi olan iktidara “hayır” diyenleri ezip geçmenin asla mümkün olamayacağını gösterdi. İşte bu özellikler, artık mayalanmıştır diyebileceğimiz Bulgaristan sivil toplum eylemleri için son derece olumlu örnekler oldu. Başkaldıran sivil toplum hareketlerinin kuşkusuz eksik yanları var. Bir defa bu hareket insanlarımızın son haddine kadar zorlandığı, su, elektrik, kalorifer faturalarını, yüksek banka faizlerini, benzine gelen zammı ödeyemeyecek duruma gelmesinden patladı. İkinci olarak, rüşvetin devlet yönetiminden kaldırılması istendi. Üçüncü planda, kamu ihalelerinden oligarşi ve tekellerin çıkarılması talep edildi. Mayıs ayına doğru kristalleşen isteklerde sabıkalı ve geçmişi şeffaf olmayan kişilerin milletvekili aday listelerine alınmasına karşı çıkıldı; kişisel çıkarlar için parti değiştirenlere meclis kapılarının kapanması istendi; partiler devlete karşı çalışamaz sloganı yükseltildi ve bu gelişmelerin seyrinde ülkede demokrasi yükünü sırtlamaya hazır iyi yetişmiş kadroların olmadığı gördü. Dolup taşan sokaklarda “Ahmet Doğan Mafya!” sloganları temelsiz değildi. Bulgaristan’da gizli ajan dosyaları yıllar önce açılsa ve devletin eski ajanlarla iş yapması yasaklanmış olsa da, eski ve yeni gizli servisler “DS” ve “DANS” ve kökü dışarıda olan politik vesayet A. Doğan gibi 40 cilt dosyası olan küflü ajanları kullanmaya ve memleketimizi onları kullanarak idare etmeye devam ediyor. Bu eylemlerin seyrinde, Hak ve Özgürlük Hareketi gibi partilerin medya ve enerji oligarşisi tarafından kullanıldığı, halkın sorunlarından ve beklentilerinden tamamen kopmuş olduğu bir daha ortaya çıktı. Sivil Toplum Hareketlerinin çıkış yolu hep soldur. Mayıs ayından sonra direnişlerin yönü, en yoksul kesimin oylarını alan Hak ve Özgürlükler Partisi ile aşırı milliyetçi bir oluşum olan ATAKA partisini yanına alarak yeni bir koalisyon hükümeti kuran Sosyalist Partiyi hedef alarak, sağ politika istese de, tarih boyu sivil toplum hareketlerinin çıkış yolu hep sol olmuştur. Bundan 100 yıl önce bir sol parti olarak kurulan, fakat tarih boyu terör olaylarından uzak kalamamış olan, sosyalist dönemde de baskı ve terör silahını elinden bırakmayan, Sosyalist Parti (BSP) sol alanı kirlettiğinden dolayı, ondan uzak kalmak isteyen ve sağ bir hareket olarak boy göstermeye çalışan sivil toplum hareketi geliştikçe durulacak ve gerçekler en nihayet yerli yerine oturacaktır. Bulgaristan hem sol hem de sağ hareketler bir kavram karışıklık yaşıyor. XXI. yüzyıl taban dalgasının yeni bir süzgeçten geçmeye ve bambaşka bir şahlanışa gereği var. Burada şahlanma sözü, sınıfsal bilinçlenme ve politik bilinç yüklenme anlamında kullanılmıştır. Sivil toplum hareketi politik boşluk doğurdu. Sosyalist Parti ile GERB eski Komünist Partisi çekirdeğinden, HÖH ise “DC” mayasından olduğundan dolayı Bulgaristan’da gerçek politik ayrışım gerçekleşmedi. İsmi olan ama kendisi olmayan 356 politik parti kuruldu. 35 Çingene parti var, nüfusun % 24’ü Rom olmasına karşın, Çingene partilerden hiç biri % 4 barajını aşamıyor ve parlamentoda temsilcileri yok. Ülkede kapitalist üretim gelişmediğinden ve sınıfsal ayrışım gerçekleşmediğinden gerçek anlamdan sağ parti yok. Sivil toplum hareketi güç toplarken kendini Reformcu Blok olarak tanıtan ve esamisi okunmayan sağ partileri bir kümede toplamaya çalışanlar, kendilerini protestocu sivil toplum hareketinin politik şapkası olarak göstermeye çalışıyorlar. Aslında hepsi CDC, BSP ve HÖH’ ten atılmış veya kopmak zorunda kalmış, ihanet ruhuna hizmet eden politik çöplerdir. Şerefli yola çıkan ve 23 yıldan beri dalgalanmayan demokratikleşme sürecini dipten karıştıran ama aynı zamanda sivil toplum hareketinden enerji istemeyen Nikolay Barekov’un “SANSÜRSÜZ BULGARİSTAN” hareketinin politik sahnedeki yeri genişliyor. “Sansürsüz” sözünün içeriğinde, ana dilde basın yayın, radyo programı ve TV yayınları ve internet yayınları olup olmadığı konusunda henüz bir açıklama yapmayan Barekov, geleceğin Bulgaristan Başbakanı olmaya hazır olduğunu gizlemiyor. Sendikalar ve sivil toplum hareketi: Sivil toplum hareketinin omurgası olan sendikal eylemler de henüz oturmadı. Tarımı ve sanayisi çöken bir ülkede sendikalaşma ve sendikal bilince ulaşmak için yıllar geçmesi gerekiyor. “Dayanışma” adlı Sendikal Kuruluş, İşçi Sendikaları Konfederasyonu ve öteki işkolu sendikaları 2013 sivil toplum protestolarında omurga oluşturan yapılanmaya uzanamadı. Protestolara ayrı ayrı katılan, ortak çatısı olmayan, 24 sivil toplum örgütü, herkesi kucaklayan bir lider çıkaramadı. Direnişler, örgütlü ve sıkı disiplinli, çatışmasız biçimde devam etse de, lidere, temas ve koordinasyon komitesine, örgüt konseyine, ortak bir iletişim merkezine ihtiyaç duyulduğu her gün belli oluyor. Bu örgütlenme içine Tütün Üreticileri Birliklerini ve Bulgaristan Türk dili öğretmen derneklerini de içine alma ve onları da kazanma zamanı geldi. Sivil toplum örgütleri bu yıl sahneye çıktı. 1980’lerin sonunda Türk ve Pomakların hak ve özgürlük arayışı ve kitle isyanlarıyla yükselen demokratikleşme dalgası, çevrecileri, yeşilleri, sanatçıları ve demokratik aydınları sarsa da eski ve derin geleneklere dayanmıyor. O zamanlar protestolar ezgin, bitkin, sabrı tükenmiş olanların isyanıydı. 1990’ların başında demokratik Avrupa’yı aramaya koyulan Bulgaristan, kitlelerin kendini emanet ettiği Demokratik Güçler Birliği’nin (CDC) özünde geçmişin zehrini taşıyan bir oluşum olduğunu tahmin etmedi, bunu uyaranlar olmadı. Ne olursa olsun “komünistlerden kötü olamaz” zihniyeti üstün geldi. CDC’li olan Başbakanlardan Filip Dimitrov “komünizmden öç alma hırsıyla” kooperatifçi tarımı kökten likide etti. Ardından Başbakan olan Moskova tahsilli ve KGB ajanı olduğu iddia edilenler (CDC kopoyları) sanayimizi çökerttiler. “Kim ne alırsa alsın ve olayı bitirelim!” dediler. Bu gelişmelere sağır ve kör kalan işçi sınıfı ve emeği örgütleyen sendikal hareket boş bulundu, direnme yolunu seçmedi, gafil avlandı. Bolluktan açlığa götüren süreç böyle başladı. Politik karışıklık ve güvensizlik doğdu. Bu yüzden, yeni mayalanan ve sokaklarda ve meydanlarda saf sıklaştıran sivil toplum hareketimizi orta katman, aydın kesim, geniş emekçi kitleyi peşine takacak bir yığınsal hareket olarak görüyoruz. Toplumsal dengelerin sağlanmasında, meydanın politik partilere boş bırakılmaması için sivil toplum hareketi gereklidir ve güçlenmelidirler. 16 Kasım 2013’te Türklerin ve Pomakların Sofya’ya toplanması ve “Kartal Köprü” mitingi ve “Bağımsızlık” meydanı yürüyüşü sivil toplum hareketinin içine gecikmeli de olsa katılmaya hazır olduğumuzu dünyaya göstermiştir. Rafet Ulutürk, İstanbul

0 коментара:

Публикуване на коментар

Забележка: Само членове на този блог могат да публикуват коментари.