Ne kadar çok yaşıyoruz? Ne kadar az yaşıyoruz! Biyolojik yaşımız, kemik yaşımız, nüfus yaşımız, ruhsal yaşımız, akıl yaşımız, zeka yaşımız nedir? Bazı böceklere, kuşlara, kelebeklere Yaratan tarafından takdir edilen kısa bir varoluş, küçük bir zaman dilimi, azıcık bir yaşam yeterli oluyor mu? Politikanın, politikacının kirli dünyasından, medya, basın, yayın araçlarının iğrençliklerinden sıyrılıp bu soruların cevabını aradım. Elbette yerlere düşürülen dikiş iğnesini arar gibi aramadım. Zihnimde, ruhumda, aklımda, duygu ve düşüncelerimde aradım. Düşünen adam, filozof efendi olma yolunda bir adım daha ilerledim. Karıncanın adımı kadar. Daha fazla değil. Aradığım cevapları kendime göre buldum. Zamanın izafi veya göreceli olduğu konusunda hemfikir olduğumuzu sanıyorum. Hapishanedeki, ölüm döşeğindeki, ameliyat masasındaki, işkence odasındaki insanların bugünü ile sevgilisi veya aşık olduğu insanla, sevdiği eşi ile birlikte olan, sevişen, el ele yürüyen, muhabbet eden insanın zamanı aynı hızla akmıyor. Bir gecede saçları bembeyaz olan, avurtları çöken insanları duymuşsunuzdur. ‘’ Allah’ım lütfen artık al canımı, bana bu eziyeti /bu hastalığı daha fazla çekmeme izin verme’’ diyen insanların biran önce canını Azrail’e teslim etmek için Allah’a yalvardıklarını duymuşsunuzdur. Ömrün uzunluğunun, kısalığının kaç yıl, kaç mevsim yaşadığımızla ilgili olmadığını anladım. Nasıl, niçin, nerede, kimlerle yaşadığımız ile ilgili, bağlantılı, doğru orantılı olduğunu anladım. Zamanın çok yavaşladığı, hatta durduğu anlar vardır. Zamanın ışık hızından daha süratli aktığı anlarda vardır. Zaman sonsuz bir nehir gibidir bize göre. Yaratana göre ve bakmasını bilen gözlere göre ise zaman hiç olmamıştır ve yoktur da. Yani akan nehir değil, durağan bir göl yada meddücezirlere, fırtınalara, hortumlara tabi bir okyanustur zaman. Bu gölde yada okyanusta zaman diye uydurduğumuz kavram, yosunlara göre başka, köpek balıklarına göre başka, hamsilere göre daha başka, ahtapotlara göre ise çok daha başkadır. Eğer zaman geçmek bitmiyorsa, bir türlü gece olmuyorsa, gece olduğunda da bir türlü sabah olmuyorsa o zaman kişi yanlış yaşıyor demektir. Eğer zaman yetmiyorsa, 24 saat az geliyorsa, gece olması istenilmiyorsa, gece olduğunda sabah olunması istenilmiyorsa, kişi yine yanlış yaşıyor demektir. Kişi günleri, geceleri sorgulayacak halde değilse, gece ve gündüz birbirine karışmışsa, zaman dolu dizgün atlılar gibi koşturup duruyorsa sizi sırtına alıp, işte o zaman kişi doğru bir yaşam içindedir demektir. Bu sebeple özellikle Türkiye’deki televizyonları seyredenlerin ömürlerinin televizyonlarca çürütüldüğünü, siyaset ve hükümet haberlerinin ömrümüzü boğa yılanı gibi yuttuğunu fark etmeliyiz, hemen yaşamımızı sorgulamalıyız ve aklımızın, zihnimizin, kalbimizin ,ruhumuzun, enerjimizin yanlış hedefler peşinde harcandığını anlamalıyız. Bu konularda hiç kimse aptal, salak değildir. Herkes neyin ne olduğunu, kimin ne yaptığını görüyor, anlıyor, biliyor. Bir de şu var ki bana göre rezil, berbat, kötü, iğrenç, fena, vahim, viran olan bir çok kavram, fiil, kişi, başkalarına göre mükemmel, harika, nefis, muhteşem olabiliyor. Çünkü böyle insanlar bunlardan besleniyor. Çömlekçinin iki kızı varmış, birisinin kocası çömlekçiymiş ,yaptığı çömleklerin kuruması için gece gündüz dua ediyormuş. Diğer küçük kızının kocası da çiftçiymiş, toprağının bereketini arttıracak yağmurların yağması için sürekli dua ediyormuş! Kızların babası ellerini Allah’a açmış ve ‘’ Sen işini bilirsin Allah’ım, ben sana nasıl dua edeceğimden bile acizim’’ demiş! Hiç birimiz özgür değiliz. Özgür olmadığımız için zaman geçmek, bitmek tükenmek bilmiyor. Özgür olduğunu, olduğumuzu sananlar da, tasmalarını boyunlarında hissetmeyen kişilerdir veya kendilerine ipek tasma takılan tutsaklardır. İki tane asabi siyasetçi veya Devlet yetkilisi her an üçüncü dünya savaşı çıkartabilir gerçeği burnumuzun dibindeyken hiç kimse özgür olamaz! Yani oğlunun dershaneye gitmesini istiyorsun ama dershaneleri kapatıyorlar, oğlun işsiz hem iş vermiyorlar hem de ondan her ay zorunlu sağlık sigortası alıyorlar, 18 ay sonra bir bakıyorlar ki 4 milyon kişi bu kanunu hiç sallamamış, iplememiş sen düşünüyorsun ‘’ ben niye ödedim? acaba ben salak mıyım!’’ diyorsun, 4+4+4 formülü ile uygulanan ve 5 yaşında okula gönderilme zorunluğu getirilen eğitim sisteminde çocukların denek olarak kullanılıyor ve denemenin sana başarısız olduğu söyleniyor. Teröristler cümle milleti tehdit ediyor. Askerlik parası olanlar bedelli muaf, parası olmayanlar ‘’ En büyük asker bizim asker’’ oluyor. Gazi oluyor, malul oluyor,20 yaşında şehit oluyor. Fazla kem küm edersen biber gazı, tazyikli ve zehirli su, plastik mermi, cop, tekme, tokat, yumruk , pala, tabanca, bıçak, yaka paça ve karga tulumba tutuklanma seni bekliyor! Ömrün boyunca bu ülkede baş örtüsü, cem evi, cami, minare kavgalarına şahit olmuşsun. Ülkeni sağcı, solcu diye ayırmışlar, sağına bakmışsın boş, soluna bakmışsın boş. İleriye bakmışsın kapalı, geriye bakmışsın hatırlanmaması, ders ve ibret alınmaması için sisli, puslu, tozlu. Ülkendeki kahramanlara bakmışsın her gün iftiraya, hakarete uğruyorlar. Ülkeni kuran adamın soyadını bile söylemeye tenezzül etmeyen insanlar var! Sen bütün bunlara rağmen kendini özgür sanıyorsan, büyük bir yanılgı içindesin demektir. Özgür olmayan insanlar için saatler, günler, geceler bir türlü geçmek bilmez, ömür tutsaklığın kategorisine, yoğunluğuna göre işkencedir, zulümdür. Yani ömür günümüzde, milyonlarca insan için çok uzundur diyebiliriz. Kuşlara ise ömür çok kısadır. Ama birkaç yıl yaşadıkları için kısa ömürlü olduklarını düşünmeyin! Çünkü onlar özgürdür ve onlar gündüzlerin bitmesini istemezler ama gündüzler biter, gece olur, bir bakmışlar hemen yine sabah olmuş. Kuş türleri birbirlerini salak yerine koymuyor, birbirlerine padişahlık taslamıyor. Kuşlar birbirlerine saygılı, yaşama saygılı, özgürlüğe saygılı, gökyüzüne ve güneşe saygılı ve kanat çırpmaya, süzülmeye saygılı. İnsanların, özellikle politikacıların ve bürokratların neye saygısı kaldı? Biri bana söylesin! Koyun gibi güdülmeye çalışılan halk, millet en azından bir lokma ekmeğe, bir yudum suya, bir gülümsemeye, bir merhabaya, bir damla gözyaşına ,5-6 saat uykuya, bir buse öpücüğe olan saygılarını hala korumaya çalışıyorlar. Batılı sosyete yılan derisi ayakkabı, çanta, şapka, kemer kullanması için, birkaç dolar karşılığında, ilaç sürdükleri bacaklarını yılan yuvasına sarkıtıyor ve piton yılanı bacaklarını yuttuğu anda geride bu adamı omuzlarından tutup bekleyen arkadaşları onu hemen geri çekiyorlar ve hemen yılanın başını adamın bacağı boyunda keserek adamın bacağını kurtarıyorlar. Bunlar belki birkaç dakika sürüyor ama bacağı yılanın ağzındaki adam için birkaç mevsim geçmiş oluyor, belki bütün hayatı gözlerinin önünden film şeridi gibi tekrar geçiyor, adam bütün hayatını al baştan tekrar yaşıyor. Yılan yakalama tekniklerini , bacağını yılanın ağzına koyarak, karşılığında birkaç doları, eşi, çocukları veya kendisi için isteyen bu adam çok ama çok fazla yaşıyor! Çünkü zaman, an, vakit, saniyeler ona göre mevsimler gibi geliyor! İnanmazsanız aynı teknikle gidin sizde kobra, engerek, boğa , piton yılanlarını yakalayın! Hapşuran adama çok yaşa demek hiç iyi bir şey değil. Hiç bir şey demeyin kardeşim! İlle de bir şey diyecekseniz ‘’ Ne güzel hapşırdın, lütfen bir daha hapşırın’’ deyin! Bu yazının üstüne, az mı yaşamak istiyorsunuz? Çok mu? Hayat her şeye rağmen güzeldir! Ölüm soğuktur! Nereden biliyoruz! Bunları yazan, bunları okuyan insanlar daha ölmedi ki! O meçhul aleme gidip de geri dönen bugüne kadar hiç kimse olmadı!
www.vedatkusakli.com
понеделник, 25 ноември 2013 г.
Абонамент за:
Коментари за публикацията (Atom)
0 коментара:
Публикуване на коментар
Забележка: Само членове на този блог могат да публикуват коментари.