Güzeller güzeli genç kız, Doğu Anadolu’nun bir köyünde dünyaya gelir. Büyür, serpilir, genç kız olur. Gönül bu ya, ferman dinlemez ve teyzesinin oğluna aşık olur. Aşık olur olmasına ama teyze oğlu evlidir. Fakat genç kadın, birlikte büyüdüğü teyze oğlunu deliler gibi seviyordur. Onunla sık sık buluşmaya başlamıştır. Gün gelir, bu yasak aşk meyvesini veri r ve genç kadın hamile kalır. Ailesi bir aşirete bağlıdır. Bütün aileler gibi kalabalıklardır ve törelerine bağlılıkları sürüyordur. Ailede ki baskılar sonucu, bebeğin babasının teyze oğlu olduğu anlaşılır. Bu olay ortaya çıkınca dedikodular alır başını yürür. Bunun üzerine aile, teyze oğluna bu namus davasını temizlemesini genç kadını kuma alarak köyü terk etmesini ister. Genç adam bunu kabul eder ama, hamile olan genç kadın asla böyle bir şeyi kabul etmez. Genç adam kaçarak köyü terk eder. Kadın ise, karnında bebeği ile İstanbul’a amca yanına gönderilir.
Kısa bir zaman sonra aile meclisinin aldığı karar sonucu, küçük kardeş ablasının yanına aile kararı gereği onu öldürmek için gelir ama ablasına kıyamaz. Ona bir ip uzatarak kendisini asmasını ister. Odadan çıkar. Bunu fırsat bilen genç kadın, camdan kaçarak polise sığınır. Polise güvendiği bir yakınının yanına gitmek istediğini söyler. Artık kendisini daha güvende hissetmeye başlamıştır. Ta ki zaman geçip, bebeğin doğum anının gelip çatmasına dek...
Genç kadın bir erkek çocuğu dünyaya getirir ve ona alışmadan çocuğunu bir aileye evlatlık verir. Yemeden içmeden kesilir ve sürekli ağlar. bebeğin başka kurtuluş şansı olmadığını bilmektedir. Bir gün baba, genç kadının misafir olduğu mekana gelir ve kızıyla tek bir kelime etmeden memlekete geri döner. Kısa bir zaman sonra ağabeyi ziyaretine gelmiştir. Onu başka bir şehirde olan akrabalarının yanına getireceğini söyleyerek hazırlanmasını ister. İster istemesine ama, bavula gerek olmadığını söylediği anda, uzun bir zamandır yaşadığı evin sahibi durumdan şüphelenir. Ev sahibi yakınları otogara kadar gelmek istediğini söyleyerek, genç kadını yalnız bırakmak istemez. İşte ne olduysa o andan sonra olur. Otogara giden kadın, pusuya yatmış diğer kardeş tarafından vurulur. İlk kurşundan sonra onu evinde misafir eden ev sahibi, genç kadını üstüne kapanır ve ikinci kurşunun ateşlenmesine engel olur. Kurşun kalçasına isabet etmiştir. Hemen hastaneye kaldırılır, ameliyata alınır ve kendisine geldiği anda kimseden şikayetçi olmadığına dair beyanını verir.
Genç kadın acil serviste yatarken kapıda onu bekleyen iki kardeşinden biri, gecenin ilerleyen saatlerinde refakatçi olduğunu söyleyerek içeri girer. Namluyu genç kadının başına dayar. İki kez ateş eder. Kısa bir süre sonra, genç kadının beyin ölümü gerçekleşir. Yetkililer aileyi ararlar, yaşam destek ünitesinin fişini çekip çekmemeyi sorarlar. Malum cevap gelir. Genç kadının fişi çekilir. Aradan yıllar geçer. Bunca yaşananlardan sonra genç kadının ardından, töre genç adamada idam fermanını hazırlar. Genç kadının ölümünden 7 yıl sonra genç adamda hain kurşunların hedefi olarak hayata gözlerini yumar. İki gencecik beden toprak olmuştur. Yine yıllar geçer ve bu olayların kahramanı olan iki aile barışır ve belki de bundan sonraki töre kurbanları için bir umut ışığı doğar. Zira bu barış sağlanmasaydı belki de doğmuş ve hiç göremedikleri evlatları töre kurbanı olacaktı.
Hani derler ya; ‘’Zararın neresinden dönülse kâr dır.’’diye... Belki ilk anda bu söz insana çok soğuk gelebilir. Giden bunca canın ardından neyin kârı bu denilebilir ama yine de daha fazla can yanacaksa zararın neresinden dönülse kâr dır. Yüzlerce böyle hikayenin kahramanı olup bedelini canlarıyla ödeyen o kadar çok genç var ki!
Nedir bu töre?
Kimler nasıl ürettiler?
Yeri yurdu neresidir?
Kaç can tüketti?
Bulaşıcı bir hastalık mıdır? Yoksa insanların kalplerini yüreklerini taşlaştıran bir virüs müdür? İnanın kelime anlamını hiçbir şeyle eşleştiremiyorum.
Keşke onlar ölmeden, öldürülmeden bu töre denilen dramların bir sonu gelebilseydi ve barış sağlanabilseydi. Bir şekilde herkes kendi hayatını kurardı. Kimine göre ahlaki değil di böylesi yaşamlar ama, yine de bedeli tabutun içinde yatan o soğuk bedenler olmamalıydı. Bedelini bir cana ödetmek gibi bir olayın cehaletine karşı bir adım olarak bir ilk belki de bu barışma… Ve böylesi dramlara nokta koyabilmek adına da bir başlangıç olmalı…
Denilir ki;Kadının yaratıcısı yine kadındır ve erkeğini yaratan da kadındır ama kadının üzerinde söz sahibi olan ne acıdır ki, erkektir günümüz toplumlarında! İşte töre denilen yaşamın o soğuk yüzü, tam da bu sahiplenme ile karşımıza çıkar. Ve umut edelim ki, Yaşam hakkının kutsallığı bundan sonra daha fazla hatırlanır, doğrusu ile yanlışı ile herkes kendi hayatının diyetini kendi kararları ile öder. Kadının ve erkeğin yaşam hakkı elinden alınmaz.
Sevgiyle Kalın!
Hale GÜLOĞLU
неделя, 14 април 2013 г.
Абонамент за:
Коментари за публикацията (Atom)
2 коментара:
İyi iyi çok güzel bir de okurlara bir faydası dokunsun yeter
bu yazıyın okurlara ne faydası dokunur Türkiye bu mu ne çirkin bir yazı orda töre var diye bizi Türkiyeden suutmayın svmedim hiç bule yazıyı. Cahillik sadece bunun açıklaması bu çirkinlik.
Публикуване на коментар
Забележка: Само членове на този блог могат да публикуват коментари.