Uzun zamandır gidip görmeyi istediğim yerler vardı…Yolculuk mu nereye? Az biraz öteye. Balkanlara doğru. Doğduğum büyüdüğüm topraklara diyelim. Tam 34 yıl sonra,Memleketimi görecektim,onu öpecektim…10 yaşıma kadar ki çocukluk anılarımla buluşmak heyecanlı da oldu hani. Gittim, gördüm ve görüştüm. Gezdim, dolaştım ve döndüm.Hep derim ya; ağaçlarının deli, insanlarının akıllı olduğu bir yerdenim diye. İşte tam da oralara gittim önce. Deliorman dedikleri bölgeye…Hısım akraba derken, tutturdum ille de doğduğum evi göreceğim diye. Caddeyi, sokağı ve evi hiç zorlanmadan buldum. Rahmetli babamın yaptırdığı demir kapı bile aynı, ama boyasız ve zincirli. Kimlerin yaşadığı meçhul ve yabancılaşmış gibi. Sokak ta biraz ıssızlaşmış sanki. Biraz içim buruk, birkaç fotoğraf çekip, etrafa ve komşu evlere bakınarak ayrıldım sokaktan. Hava soğuktu o gün. Aklıma çocukluğumun kışları geldi. Aynı sokakta atkılar, bereler, eldivenler ve çizmelerle karların üzerinde yuvarlanan çocukluğumuzu düşündüm. Burunları havuçtan, gözleri ve düğmeleri kömür kardan adamlar bile içimizi ısıtırdı. Acıtmazdı canımızı, attığımız kartopları. Soğuk, bozmazdı oyunlarımızı ve hiç üşümezdik. Zaman geçtikçe ve büyüdükçe kışları hep üşür, hiç ısınamaz oldum…Kasabaları ve köyleri benzer, ovaları alabildiğince uzun, ağaçları deli deli memlekette yol alırken, yollara takıldım. Arabalar modelli ve güzel, yakıt çok pahalı değil, ama yollar çok bozuktu. Bazı bölgelerden geçerken yaşam belirtisinden şüphe duyduğum bile oldu. Ekonomisi çok ta iç açıcı olmayan ve seçim hazırlığında olan bu ülkede terk edilmişlik tarihsel bir kader gibiydi. Göç unsuru ve parçalanmış aile düzeninin hüküm sürdüğü de bilinen bir gerçek. Avrupa’ya, Türkiye’ye ve dünyanın birçok ülkesine özellikle de Türkler yayılmış durumda.Deliorman bölgesinden sonra Rodop ve Pirin dağlarına kadar uzandım. Muhteşem doğal güzellikler arasında akan nehirler, dereler, etraflarında şifalı sularıyla kaplıca tesisleri ve şirin köyler. Yunanistan’a yakın bu köylerde yaşayan insanların birçoğu Müslüman Pomaklar. Türkçe bilmemelerine rağmen bazılarının evinde Türk bayrağının duvarlarda asılı olması ise bana sürpriz oldu. Hatta arabaların arka camında K. Atatürk imzasını görmekse çok başka bir duygu. Ben ılık kaplıca havuzda keyif yaparken, gezip tozarken memleket hallerinden uzaklaşmış gibi oldum desem de, inanmayın! Her fırsatta, bağlantı kurdukça takipteydim. Bir ara akşam haberlerinde Bulgar televizyonlarında Türkiye ile ilgili görüntülere denk geldim. Dikkat çevirdiğimde rengarenk bir cümbüş ve kalabalığın farkına vardım. “Yok canım burası benim memleketim olamaz” dedirtecek görüntülere takıldım kaldım. Bulunduğum yabancı ülkenin dilimizi konuşamayan insanlarının evinde gördüğüm ay-yıldızlı bayraktan bir tane bile göremeyince içim paralandı. Bayram mıydı? Kutlama mı? Ya da miting mi? Bahar gelmişti sanırım…Benim ülkeme bahar ay-yıldızsız karanlık bir geceden giriş yapmıştı ve sabahında güneş doğudan böyle yükselmişti…Daha fazla uzatmanın anlamı kalmamıştı bu yolculuğu…Memleket özlemi ağır basmıştı. Sanki bensiz ülkem sahipsiz ve eksikti. Gönlümün bir yanı doğduğum topraklarda, bir yanımsa yaşadığım yerdeydi…Bir gönülde iki sevda gibi…Ama bir gerçek te vardı. İnsan doğduğu değil, doyduğu yerde hayat bulmaktaydı…Keşke herkes doğduğu yerlerde doysa ve hayat bulsa. Belki bu kavgalar o zaman son bulur ve kardeşçe yaşamak mümkün olabilir…İnsanca ve kardeşçe bir yaşam dileklerimle…
Asiye Umut
понеделник, 1 април 2013 г.
Абонамент за:
Коментари за публикацията (Atom)
1 коментара:
SEVERNA BILGARİYA AVRUPA DEMEK BİR D E YUJNYA BAKSANDIN YA
Публикуване на коментар
Забележка: Само членове на този блог могат да публикуват коментари.