Bir gün bizim oralara
da mutlaka bahar gelecek.
Etnik milliyetçilik,
ırkçılık, ayrımcılık bitecek.
Din ve mezhep
ayrımları yapılmayacak.
Göçler ve çileler
unutulacak.
Yıllardan 2012. Arabamla Veliko Tırnovo'ya gidiyorum. "Hayınboğaz
Geçidi" kapalı. 2 Mart'ta gece yarısı "Şipka" tepesine çıktım.
Dar yol buzlanmış ve kaygandı. Yolun kenarında dalları kar yüklü çamlar gelin
gibi süzülüyordu. Şipka tepesine tırmanınca durdum alan geniş, ama arabamı park
edecek yer bulamıyordum, çünkü otopark kardan duvar ardında kalmış.
2 Mart Bulgaristan milli bayram arifesidir. Uzun çamlarla boy ölçen
gönderlerde Bulgar, Rus ve AB bayrakları dalgalanıyor. Silahlı güvenlikçiler
her yerde. Dikkatlice stop ederken hemen yanıma toplandılar.
o
Nereye gitiğimi? Neden durduğumu? Ne kadar kalacağımı? İnce ince sormaya
başladılar.
o
Yol kaygan. Gabrovo'dan gelen
araba yok. Yer varsa, burada geceleyeceğimi söyledim. Sabah ola hayır ola!
- diye cevap verirken, göz gezdirmeye devam ettim.
Ertesi gün burada yapılacak 3 Mart anma töreni için hazırlıklar görülmüş.
Gece yeni kar düşmezse sanki her şey yerli yerinde. Yolun kenarına kar tümseği
boyunca Osmanlı askerlerinin maketleri dizilmiş. En başta altın apoletli
Süleyman Paşa, yanında subaylar, kırmızı fesli erler, aba poturlu bir tabur
asker, hocalar, imamlar. Gece yarısı bu görüntü beni şaşırtsa da, törende
elleri kılıçlı atlı Bulgarlar bu Osmanlı Türklerinin başlarını, alkış tufanı ve
"Ura" haykırışları eşliğinde birer birer keseceğini düşündüm ve
boyunları kesilecek maketleri hüzünlü buldum.
İşbu dorukta bundan 134 yıl önce "Koca Balkan'ı kuzeyden güneye geçmek
isteyen Rus General Gurko'nun taburları ile zor kış şartlarında Balkanı
güneyden kuzeye tırmanan Osmanlı İmparatorluğu Genel Kurmay Başkanı Süleyman
Paşa'nın askeri birlikleri yüz yüze gelmiştir. Kalın kar tabakasıyla kaplı bu 2
bin metreden yüksek yaylada 3 kıtaya hükmetmiş imparatorluğun elit askerleri 3
ay karşı karşıya kalmıştır. Tarihsel sonuçta, General Gurko, Plevne'de kuşatma
altında bulunan Osman Paşa'ya Süleyman Paşa'nın yardıma yetişmesine engel
olmuştur. O zaman burada kıyasıya bir meydan savaşı olmamış, göndere zafer
bayrağı çekilmemiştir.
Plevne'de Osman Paşa'nın yaralandığını, 40 bin askerinin esir düştüğünü ve
düşmanın "Şipka Geçidi"ne değil, "Araba Konak Geçidi"ne
yöneldiği yani Sofya istikametini seçtiği burada haber alan Süleyman Paşa, Rus
ordularını Plovdiv'te karşılamak üzere, ani bir kararla "Şipka"yı
terk etmiştir. Rus kaynaklar, "Şipka" yı böyle anlatır. Bulgar edebiyatının
babası İvan Vazov ise, okullarda her öğrenciye ezberletilen "Şipka
Kahramanları" (Opılçensite na Şipka) destanında "tepedeki taşların
hepsini kaçan Türklerin kafasına indirmiştir."
Tarihsel açıdan Süleyman Paşa'nın aldığı karar isabetli olmamış, Rus
orduları Plovdiv'te durdurulamamıştır. Bakış açımızı genişletirsek, bizim
buralarda 470 yıl süren Osmanlı dönemi, 1877- 78 Rus-Türk Savaşı ile aslında
kesin sona ermiştir.
O sert kışta "Şipka"yı aşan Rus taburları Trakya'yı geçip
İstanbul surlarının gölgesindeki Yeşilköy'de konakladı. Sanstefano (Yeşilköy)
Barış Anlaşması 3 Mart 1878'de imzalandı. Bu tarih, Rus Çarı II. Aleksandır'ın
1855'te tahta geçmesinin ve 1861'de Rusya'da toprak köleliğini kaldırmasının
yıl dönümü olduğu için seçilmiştir. Rus köylülerini toprak köleliğinden
kurtaran İmparatora Rus halkı "Kurtarıcı
Çar" unvanı vermiştir. Bulgar tarih kitaplarına ve edebiyat
eserlerinde ise, Çar II. Aleksandır'a Bulgarları Osmanlı'dan kurtardığı için
"Kurtarıcı Çar"deniyor. O zaman bu zaman Bulgarlar, Osmanlı
imparatorluğu ile Rusya İmparatorluğu arasında, o dönemin Osmanlı sınırları
içinde bulunan bugünkü Bulgaristan'da meydana gelen bu büyük savaşı bir
"kurtuluş savaşı" olarak kabul etti ve her yıl 3 Mart günü Milli
Bayram olarak kutlanıyor. Olaylara bu gerçeğin ışığında baktığımız zaman, Milli
Uyanışı ve Aydınlanmayı, Osmanlı zamanında gerçekleştiren ve bugünkü
Bulgaristan topraklarından çok daha geniş bir alanda Dini Bağımsızlık haklarını
elde eden Bulgar halkı, Rus Ordularının Bulgaristan'ı çiğneyip geçmesiyle o
zaman çok özel haklar kazanmadı. Hatta Stambolov gibi Bulgar aydınları
İstanbula gidip Sultan'dan "ayrılmamıza musade etmeyin" dediler.
Karlı meydanda kişneyen atların nal seslerinden uyandım. Kalabalık meydana
dolmuş, tören başlamak üzereydi. Buzlu camdan meydanda olup biteni
izleyebiliyordum. Odama bir fincan kaymaklı Türk kahvesi istedim. Gözlerimle
arabamı aradım. Siyah Mercedec'lerin arasına sıkışmıştı. Bulgar hükumet
temsilcileri, ordular, diplomatik erkan zahmet etmiş bu yıl da tepeye çıkmış ve
şimdi bulunduğum yerden 130 basamak yukarıda bulunan ve bulutsuz havada çok
uzaklardan görünebilen "Şipka Anıtı"na çıkarken, eldivenli ellerini
ovuşturuyorlardı. 1922 ile 1930 arasında inşa edilen, 1934'te Bulgar Çarı III.
Boris tarafından açılan, 8 metre geniş ve 4 metre yüksek, dörtken şeklindeki
monumentin etrafına o zamanların Rus topları dizilmiş, aslan heykelleri
sıralanmıştır.
Süleyman Paşa ile yürütülen sözde kanlı çarpışmalarda can feda eden Rus,
Romen ve Fin askerleri ile az sayıda Bulgar gönüllünün kemikleri burada
korunur. "Şipka Anıtı"nın duvarına o ağır kışta burada bulunup da
evlerine dönmeyenlerin isimleri altın harflerle yazılmıştır. Bu yazılardan ve
anıtın içinde korunan eşyalardan o savaşın ne için yapıldığını çözmek çok
zordur. Ruslar kendi kitaplarında, "Rus İmparatorluğun hedefi sıcak
denizlere açılmaktı" diye yazar. Bu tepeye çıkan ve sayılarının 27 bin
olduğu söylenen Osmanlı erlerinin aziz anısını yaşatan bir tek iz yoktur.
Burada çok kanlı ya da çok büyük bir çarpışma olmamış olsa da, Şipka'da
Süleyman Paşa'nın anısını yaşatmayı gündeme getirenlere ben de katılıyorum.
Avrupa'da büyük meydan muharebelerinin yapıldığı her yerde komutanlarının
heykelleri dikilidir. Napaleon en sonunda bütün çarpışmaları ve savaşları kaybetmiş
olsa bile eski kıtanın pek çok yerinde ebedileştirilmiştir. 1812
"Borodino"; 1913 Leipzig; 1814 "Woterloow meydan
muharebelerinden sonra dikilen monumentler de "insanın insana kardeşliğini
ne pahasına olursa olsun yaşatma gerektiği ruh olarak yüceltilirken" yeni
kuşaklara mesaj verilmiştir.
Adına "Zafer Anıdı"da denen bu tarihsel ortamda yapılan
konuşmaları sıcacık motel odamda radyodan dinliyorum. Konuşmacılar, 1877'nin o
"kazma kürek yaktıran" karlı kışında Osmanlı Ordusu'nun bu doruktan
aşığa itildiğini ballandırarak anlattı. Rusça yapılan bir konuşmada ise,
"Rus silahının üstünlüğü ve Rus Bulgar kardeşliği" konu edildi.
Daha sonra tören meydanda devam etti. Başlarına bir asır öncesinin
kalpaklarını giymiş atlıların kuşandığı kılıçlar parlıyor. Folklor ekipleri
oyun sergiliyor. Akardeon ve gaydalar ortamı renklendiriyor. Kılıçlı Bulgarlar
Osmanlılı maketlerinin başlarını tek vuruşta kestiler. Bu ucuz
"Kahramanlık" çok alkış aldı.
Türk kellelerin Bulgar kılıcıyla kesilip dereye tekerlenme si yabancı
diplomatlarca ilgiyle izleniyor. İtiraz eden yok. AB genelgeleri tarihteki
düşmanlıkları yaşatmayı yasaklayan törenleri, oyunları, edebi ve sanat
eserlerini yasaklasa da burada umursayan olmuyor.
Osmanlı'nın, Rusya ile
yürüttüğü bir savaştan günümüze yararı dokunacak sonuç çıkarmayı düşünen de
yok.
Bulgaristan’da Türk
düşmanlığı ateşine odun atılmaya devam ediliyor.
Bu arada hiçbir devlet
yöneticisinin aklına şu da gelmiyor;
Burada Türk askerleri
de şehit düştü, bunlara da bir anıt yapılmalı diyemiyor.
Ben camın ardındayım.
Çok etkilendim ve kendimi şöyle avuttum:
Bir gün bizim oralara
da mutlaka bahar gelecek.
Etnik milliyetçilik,
ırkçılık, din ve mezhep ayrımları
yapılmayacak. Göçler
ve çileler unutulacak.
Böyle törenler de
yapılmayacak veya
Türk anıtı yapılacak
ve şehitler birlikte anılacak.
Çocuklarımızın
gözlerinde hep barış ve
Kardeşlik çiçekleri
açacak.
Dünya tarihinin klasikleri, Şark Politikasını, Osmanlı'nın Balkanlar'daki
çöküşünü, imparatorluklar arası savaşlarda parmağı olmayan Türk nüfus açısından
çok farklı okumuştur. Egemenler ve halk arasında, haklı ve haksız savaşlar
arasında fark gözeten dünya dehalarından Fridrich Engels 1877-78 Osmanlı Rus
Savaşın'da, neferlerinden biri olduğum, Türk halkına yapılan baskı
ve zulmü şu sözlerle anlatmıştır:
"Bulgarların ve Rusların bu savaşta ve daha
sonra yerli Türklere yaptığı zulmü, Osmanlı Bulgarlara bir tek gün yapmış
olsaydı, yeryüzünde bir tek Bulgar kalmazdı."
3 Mart bizim için çok
büyük bir acıyı yaşatan tarihsel gerçeği anma günüdür. Bu savaştan sonra
Balkanları terk etmeye zorlanan Türklerden hemen hemen yarısı yol boylarında
telef olmuştur.
Bizce Bulgaristan’da barış
ve kardeşliklerin gerçek anıtlarını dikme, milli bayramları kardeşlikler
bayramı olarak kutlama zamanı çoktan gelip çattı. Bizi bütünleştiren gerçekleri
pekiştirmenin tek yolu budur.
Kadehteki son yudum
kahve mi bu düşüncelerle içtim.
Rafet ULUTÜRK
2 коментара:
Allah sizlerden razı olsun
benim de dedem orada yatıyor inşallah
bir anıt yapılır bizlerde orada
Dedelerimize bol bol dualar edebiliriz
Eline sağlık çok güzel bir tespit
Tebrikler
eline beynıne sağlık
kutluyorum sızleri
çoktan olması gerekırdı
HÖH-KASİM-Nedim
hepsi yiyci hepsi kendisini dusunuyorlar
bize sizin gibi bir lider gerekir
sizin yazılarınıza doyum olmuyor
hiç kimse sizin gıbı ayrı bir acıdan bakmadı
hiç kimse sizin gıbı halkın cıkarlarını gormedı
ve hala goremıyorlar.
Bu kadınlar gununde bızlerı mutlu ettiniz
ALLAH sizleri de mutlu etsın
Публикуване на коментар
Забележка: Само членове на този блог могат да публикуват коментари.