четвъртък, 7 март 2013 г.

3 MART 135 YAŞINDA HAYAL ETTİĞİMİZ ANIT (3 Mart'tı anarken)

Bir gün bizim oralara da mutlaka bahar gelecek.
Etnik milliyetçilik, ırkçılık, ayrımcılık bitecek. 
Din ve mezhep ayrımları yapılmayacak. 
Göçler ve çileler unutulacak.
Yıllardan 2012. Arabamla Veliko Tırnovo'ya gidiyorum. "Hayınboğaz Geçidi" kapalı. 2 Mart'ta gece yarısı "Şipka" tepesine çıktım. Dar yol buzlanmış ve kaygandı. Yolun kenarında dalları kar yüklü çamlar gelin gibi süzülüyordu. Şipka tepesine tırmanınca durdum alan geniş, ama arabamı park edecek yer bulamıyordum, çünkü otopark kardan duvar ardında kalmış.
2 Mart Bulgaristan milli bayram arifesidir. Uzun çamlarla boy ölçen gönderlerde Bulgar, Rus ve AB bayrakları dalgalanıyor. Silahlı güvenlikçiler her yerde. Dikkatlice stop ederken hemen yanıma toplandılar.
o    Nereye gitiğimi? Neden durduğumu? Ne kadar kalacağımı? İnce ince sormaya başladılar.
o    Yol kaygan. Gabrovo'dan gelen araba yok. Yer varsa, burada geceleyeceğimi söyledim. Sabah ola hayır ola! - diye cevap verirken, göz gezdirmeye devam ettim.
Ertesi gün burada yapılacak 3 Mart anma töreni için hazırlıklar görülmüş. Gece yeni kar düşmezse sanki her şey yerli yerinde. Yolun kenarına kar tümseği boyunca Osmanlı askerlerinin maketleri dizilmiş. En başta altın apoletli Süleyman Paşa, yanında subaylar, kırmızı fesli erler, aba poturlu bir tabur asker, hocalar, imamlar. Gece yarısı bu görüntü beni şaşırtsa da, törende elleri kılıçlı atlı Bulgarlar bu Osmanlı Türklerinin başlarını, alkış tufanı ve "Ura" haykırışları eşliğinde birer birer keseceğini düşündüm ve boyunları kesilecek maketleri hüzünlü buldum.
İşbu dorukta bundan 134 yıl önce "Koca Balkan'ı kuzeyden güneye geçmek isteyen Rus General Gurko'nun taburları ile zor kış şartlarında Balkanı güneyden kuzeye tırmanan Osmanlı İmparatorluğu Genel Kurmay Başkanı Süleyman Paşa'nın askeri birlikleri yüz yüze gelmiştir. Kalın kar tabakasıyla kaplı bu 2 bin metreden yüksek yaylada 3 kıtaya hükmetmiş imparatorluğun elit askerleri 3 ay karşı karşıya kalmıştır. Tarihsel sonuçta, General Gurko, Plevne'de kuşatma altında bulunan Osman Paşa'ya Süleyman Paşa'nın yardıma yetişmesine engel olmuştur. O zaman burada kıyasıya bir meydan savaşı olmamış, göndere zafer bayrağı çekilmemiştir.
Plevne'de Osman Paşa'nın yaralandığını, 40 bin askerinin esir düştüğünü ve düşmanın "Şipka Geçidi"ne değil, "Araba Konak Geçidi"ne yöneldiği yani Sofya istikametini seçtiği burada haber alan Süleyman Paşa, Rus ordularını Plovdiv'te karşılamak üzere, ani bir kararla "Şipka"yı terk etmiştir. Rus kaynaklar, "Şipka" yı böyle anlatır. Bulgar edebiyatının babası İvan Vazov ise, okullarda her öğrenciye ezberletilen "Şipka Kahramanları" (Opılçensite na Şipka) destanında "tepedeki taşların hepsini kaçan Türklerin kafasına indirmiştir."
Tarihsel açıdan Süleyman Paşa'nın aldığı karar isabetli olmamış, Rus orduları Plovdiv'te durdurulamamıştır. Bakış açımızı genişletirsek, bizim buralarda 470 yıl süren Osmanlı dönemi, 1877- 78 Rus-Türk Savaşı ile aslında kesin sona ermiştir.
O sert kışta "Şipka"yı aşan Rus taburları Trakya'yı geçip İstanbul surlarının gölgesindeki Yeşilköy'de konakladı. Sanstefano (Yeşilköy) Barış Anlaşması 3 Mart 1878'de imzalandı. Bu tarih, Rus Çarı II. Aleksandır'ın 1855'te tahta geçmesinin ve 1861'de Rusya'da toprak köleliğini kaldırmasının yıl dönümü olduğu için seçilmiştir. Rus köylülerini toprak köleliğinden kurtaran İmparatora Rus halkı "Kurtarıcı Çar" unvanı vermiştir. Bulgar tarih kitaplarına ve edebiyat eserlerinde ise, Çar II. Aleksandır'a Bulgarları Osmanlı'dan kurtardığı için "Kurtarıcı Çar"deniyor. O zaman bu zaman Bulgarlar, Osmanlı imparatorluğu ile Rusya İmparatorluğu arasında, o dönemin Osmanlı sınırları içinde bulunan bugünkü Bulgaristan'da meydana gelen bu büyük savaşı bir "kurtuluş savaşı" olarak kabul etti ve her yıl 3 Mart günü Milli Bayram olarak kutlanıyor. Olaylara bu gerçeğin ışığında baktığımız zaman, Milli Uyanışı ve Aydınlanmayı, Osmanlı zamanında gerçekleştiren ve bugünkü Bulgaristan topraklarından çok daha geniş bir alanda Dini Bağımsızlık haklarını elde eden Bulgar halkı, Rus Ordularının Bulgaristan'ı çiğneyip geçmesiyle o zaman çok özel haklar kazanmadı. Hatta Stambolov gibi Bulgar aydınları İstanbula gidip Sultan'dan "ayrılmamıza musade etmeyin" dediler.
Karlı meydanda kişneyen atların nal seslerinden uyandım. Kalabalık meydana dolmuş, tören başlamak üzereydi. Buzlu camdan meydanda olup biteni izleyebiliyordum. Odama bir fincan kaymaklı Türk kahvesi istedim. Gözlerimle arabamı aradım. Siyah Mercedec'lerin arasına sıkışmıştı. Bulgar hükumet temsilcileri, ordular, diplomatik erkan zahmet etmiş bu yıl da tepeye çıkmış ve şimdi bulunduğum yerden 130 basamak yukarıda bulunan ve bulutsuz havada çok uzaklardan görünebilen "Şipka Anıtı"na çıkarken, eldivenli ellerini ovuşturuyorlardı. 1922 ile 1930 arasında inşa edilen, 1934'te Bulgar Çarı III. Boris tarafından açılan, 8 metre geniş ve 4 metre yüksek, dörtken şeklindeki monumentin etrafına o zamanların Rus topları dizilmiş, aslan heykelleri sıralanmıştır.
Süleyman Paşa ile yürütülen sözde kanlı çarpışmalarda can feda eden Rus, Romen ve Fin askerleri ile az sayıda Bulgar gönüllünün kemikleri burada korunur. "Şipka Anıtı"nın duvarına o ağır kışta burada bulunup da evlerine dönmeyenlerin isimleri altın harflerle yazılmıştır. Bu yazılardan ve anıtın içinde korunan eşyalardan o savaşın ne için yapıldığını çözmek çok zordur. Ruslar kendi kitaplarında, "Rus İmparatorluğun hedefi sıcak denizlere açılmaktı" diye yazar. Bu tepeye çıkan ve sayılarının 27 bin olduğu söylenen Osmanlı erlerinin aziz anısını yaşatan bir tek iz yoktur. Burada çok kanlı ya da çok büyük bir çarpışma olmamış olsa da, Şipka'da Süleyman Paşa'nın anısını yaşatmayı gündeme getirenlere ben de katılıyorum. Avrupa'da büyük meydan muharebelerinin yapıldığı her yerde komutanlarının heykelleri dikilidir. Napaleon en sonunda bütün çarpışmaları ve savaşları kaybetmiş olsa bile eski kıtanın pek çok yerinde ebedileştirilmiştir. 1812 "Borodino"; 1913 Leipzig; 1814 "Woterloow meydan muharebelerinden sonra dikilen monumentler de "insanın insana kardeşliğini ne pahasına olursa olsun yaşatma gerektiği ruh olarak yüceltilirken" yeni kuşaklara mesaj verilmiştir.
Adına "Zafer Anıdı"da denen bu tarihsel ortamda yapılan konuşmaları sıcacık motel odamda radyodan dinliyorum. Konuşmacılar, 1877'nin o "kazma kürek yaktıran" karlı kışında Osmanlı Ordusu'nun bu doruktan aşığa itildiğini ballandırarak anlattı. Rusça yapılan bir konuşmada ise, "Rus silahının üstünlüğü ve Rus Bulgar kardeşliği" konu edildi.
Daha sonra tören meydanda devam etti. Başlarına bir asır öncesinin kalpaklarını giymiş atlıların kuşandığı kılıçlar parlıyor. Folklor ekipleri oyun sergiliyor. Akardeon ve gaydalar ortamı renklendiriyor. Kılıçlı Bulgarlar Osmanlılı maketlerinin başlarını tek vuruşta kestiler.  Bu ucuz "Kahramanlık" çok alkış aldı.
Türk kellelerin Bulgar kılıcıyla kesilip dereye tekerlenme si yabancı diplomatlarca ilgiyle izleniyor. İtiraz eden yok. AB genelgeleri tarihteki düşmanlıkları yaşatmayı yasaklayan törenleri, oyunları, edebi ve sanat eserlerini yasaklasa da burada umursayan olmuyor.
Osmanlı'nın, Rusya ile yürüttüğü bir savaştan günümüze yararı dokunacak sonuç çıkarmayı düşünen de yok.
Bulgaristan’da Türk düşmanlığı ateşine odun atılmaya devam ediliyor.
 
Bu arada hiçbir devlet yöneticisinin aklına şu da gelmiyor;
Burada Türk askerleri de şehit düştü, bunlara da bir anıt yapılmalı diyemiyor.
Ben camın ardındayım. Çok etkilendim ve kendimi şöyle avuttum:
Bir gün bizim oralara da mutlaka bahar gelecek.
Etnik milliyetçilik, ırkçılık, din ve mezhep ayrımları
yapılmayacak. Göçler ve çileler unutulacak.
Böyle törenler de yapılmayacak veya
Türk anıtı yapılacak ve şehitler birlikte anılacak.
Çocuklarımızın gözlerinde hep barış ve
Kardeşlik çiçekleri açacak.
Dünya tarihinin klasikleri, Şark Politikasını, Osmanlı'nın Balkanlar'daki çöküşünü, imparatorluklar arası savaşlarda parmağı olmayan Türk nüfus açısından çok farklı okumuştur. Egemenler ve halk arasında, haklı ve haksız savaşlar arasında fark gözeten dünya dehalarından Fridrich Engels 1877-78 Osmanlı Rus Savaşın'da, neferlerinden biri olduğum, Türk halkına yapılan baskı ve zulmü şu sözlerle anlatmıştır:
"Bulgarların ve Rusların bu savaşta ve daha sonra yerli Türklere yaptığı zulmü, Osmanlı Bulgarlara bir tek gün yapmış olsaydı, yeryüzünde bir tek Bulgar kalmazdı."
3 Mart bizim için çok büyük bir acıyı yaşatan tarihsel gerçeği anma günüdür. Bu savaştan sonra Balkanları terk etmeye zorlanan Türklerden hemen hemen yarısı yol boylarında telef olmuştur.
Bizce Bulgaristan’da barış ve kardeşliklerin gerçek anıtlarını dikme, milli bayramları kardeşlikler bayramı olarak kutlama zamanı çoktan gelip çattı. Bizi bütünleştiren gerçekleri pekiştirmenin tek yolu budur.
Kadehteki son yudum kahve mi bu düşüncelerle içtim.
Motelden ayrıldım. Arabamla diplomatik kortejin ardından yavaş yavaş yol alırken, hayalimde Şipka Doruğu'na tırmanmış Türk erlerinin de yer alacağı yeni bir anıt hayalini yaşatmaya başladım...

Rafet ULUTÜRK

2 коментара:

Анонимен каза...

Allah sizlerden razı olsun
benim de dedem orada yatıyor inşallah
bir anıt yapılır bizlerde orada
Dedelerimize bol bol dualar edebiliriz
Eline sağlık çok güzel bir tespit

Анонимен каза...

Tebrikler
eline beynıne sağlık
kutluyorum sızleri
çoktan olması gerekırdı
HÖH-KASİM-Nedim
hepsi yiyci hepsi kendisini dusunuyorlar
bize sizin gibi bir lider gerekir
sizin yazılarınıza doyum olmuyor
hiç kimse sizin gıbı ayrı bir acıdan bakmadı
hiç kimse sizin gıbı halkın cıkarlarını gormedı
ve hala goremıyorlar.
Bu kadınlar gununde bızlerı mutlu ettiniz
ALLAH sizleri de mutlu etsın

Публикуване на коментар

Забележка: Само членове на този блог могат да публикуват коментари.