неделя, 29 ноември 2015 г.

GÜNDOĞDU KÜYÜ SIRTINDAN GÜNEŞ BATARKEN...

Bundan 26 yıl öncesi Kapıkule'nin ordaki çaresiz ve perişan insan yığınlarının trajedisini hatırlattı  bana yeniden, Trakyalı gazeteci arkadaşım Murat Savaş'ın bana gönderdiği bu fotograf.

Merhum Cumhurbaşkanı Turgut Özal, helikopterine atladığı gibi, Bulgaristan'ı zoraki bir şekilde terk etmek mecburiyetinde kalan Türklerin arasında buluyor kendini o gün.

Günümüze kadar ulaşan anlamlı bu fotokarede babacan ve sevecen tavırlı Turgut Özal, bir elinle genç bir kadının yanağından okşayarak, sanki ona birazcık teselli ve yeni umutlar aşılamakta.

Bu yakışıklı ve al yanaklı kadının utangaç pozunda her ne kadar hafif bir mutluluk tebessümü sezilse de, aynı anda bakışından, arkasında bıraktığı ızdırap dolu yılların acısı da okunmakta.

Arkasında duranların şaşkın gözlerinde de aynı telaş, heyecan ve belirsizlik hemen göze çarpmakta.

Geçen bunca yıldan sonra, acaba şimdi nerelerdeydi  bu mahçup ve utangaç görünümlü kadın? Adı neydi, Anavatan'daki yaşam serüveni nasıl geçmişti?Özal'ın aşıladığı ümitler gerçeğe dönüşmüş müydü?

Bir tesadüf eseri, ben bu kadını sima olarak tanıyordum, vaktinde onun yaşadığı mahallede bulunmuştum. Ama herhangi bir tanışıklığımız yoktu, ne ismini biliyordum, ne de kimin kızı olduğunu.

Geçen pazar Bursa'nın merkezinden yeşil metroyla, 20 km. uzaklıktaki Görükle'deki göçmen konutlarının yolunu tuttuğumda, sonbahar güneşi gözlerime çarpıyordu, karşımdaki Uludağ'ın manzarası muhteşem olmasına rağmen, içim huzursuzdu, yeniden Bulgaristan'da ve Türkiye'deki ilk zorlu yıllarımız  bir film şeridi gibi gözlerimin önünden geçiyordu. Bir de, acaba, bu kadının izine rastlar mıydım, çünkü göçmenlerin çoğu, kendilerine  yeni 4- 5 katlı evler inşa ettiler ve bu yaklaşık dört milyonluk büyük şehrinde kaybolup gittiler.

Görükle'nin pazarı varmış o gün. Ben de ilkin pazaryerine yöneldim, ümit ettiğim gibi, fotografımızın kahramanını uzaktan hemen bir mandalina sergisinin önünde alış veriş yaparken fark ettim. Kısmet de buna denir işte!

Selam sualden sonra, kendisine ziyaret nedenimi açıkladım. İki elinde dolu poşetlerle biraz sonra yanımızda annesi de belirdi. Güneşin yansıması hala güçlüydü, pazar yeri açık bir tepede bulunduğundan sert bir yel esiyordu, ben de bu anne kızı dinliyordum. Bütün ısrarıma rağmen, ellerindeki dolu poşetleri yere bırakmadılar ve bir saate yakın karşımda dimdik durarak bütün sorularımı içtenlikle cevapladılar.

Fotosdaki genç kadının yerine karşımda elli beş yaşında, hayatın acımasızca ve durmadan kamçıladığı bir acıların kadını duruyordu, halbuki, kendisini tanımadan önce, hayalimde ben onun hayatına daha olumlu renkler sığdırmıştım.

Neziha Mutluer, Rodoplar'da doğmuş ve yetişmiş. Babası Sıtkı Savaş, zamanın baskıcı totaliter rejimine  karşı,Türklük namına  verdiği amansız mücadeleden dolayı, o bölge insanı arasında  popüler bir milli
kahraman.

Tam on beş yıl boyunca sürgün kamplarında ve hapis damlarında çürüyor. İşkencelerden, dert ve gamdan iğne iplik kalıyor. Oğlu Ziya'da aynı akıbete uğruyor. Bütün aile fertleri de perişan olmuş.

Neziha hanım, orta okulu bitirdiğinde, liselerin kapıları onun için kapanmış, çünkü o artık bir "halk düşmanı" kızı damgası taşıyormuş. Bundan dolayı doğru dürüst bir meslek sahibi olamamış ve Türkiye'de geçirdiği
yıllarda hep ağır işlerde çalışmış, sonuçta ağır bir şekilde hastalanıyor ve tam 15 yıl boyunca çalışamamış. Beyinin tek maaşı ile kıt kanat geçinmişler. Bu arada iki oğlu da başarıyla yüksek öğrenimini tamamlayabilmiş.

Vaktinde göçmen konutu için para yatırmalarına rağmen, kendi ailesine ev verilmemiş ve 16 yıl haksız yere verilen başka bir göçmenin konutunda kiracı olarak yaşamış. Anlattığına göre, onlar da çok uğraşmış bir ev sahibi olmak için. Bazıları haksız yere göçmen konutu sahibi olurken, çok kapı çalmış ama nafile.

Bir göçmen derneğinde karşılaştığı kötü muameleden sonra duyduğu üzüntü ise hala dinmemiş. Anlattığı hadise beni de çok büyük bir hayal kırıklığına
uğrattı. Biliyorum, binlerce göçmen kardeşim de çok hüzünlenecek, bundan  dolayı şimdi o ismi  zikretmek istemiyorum, çünkü kendisi önde gelen ve saygıyla yad ettiğimiz bir merhum büyüğümüz. Neziha Mutluer, kendisinden konut edinmek için destek istediğinde, karşısındaki malüm kişi durmadan bir defteri açıp kapatıyormuş, sayfalar arasında ise birkaç adet mark ve dolar görünüyormuş...

Bunun ne anlama geldiğini daha sonra izah etmişler, Neziha hanıma. Benim de bu rüşvet imasına inanasım gelmiyor, fakat aramızdaki bazı haksız yere kazanç peşinde koşturan açgözlüler, belki de bu iyi insan olarak tanımladığımız kişiyi baskı altında tutmaya başarmış olabilirler. Neziha hanım vaktinde o rüşveti vermiş olsaydı, belki şimdi 75 yaşına girinceye dek ev taksitleri ödemeye mecbur kalmazdı...Bence ise, Savaş soyadı taşıyan kahramanın kızı bu akıbeti asla hak etmemiştir. Bu yazımdan sonra, keşke  bir mucize gerçekleşmiş olsa da, bu çilekeş kadının yüzü biraz mutluluktan güle bilse. İyi ki vermemiş zalimlere o "yeşilleri"! Zaten buna aldığı terbiye izin vermezdi.

Sonuçta biz bu ülkeye rüşvet vermek için gelmedik...

Sohbetimizin sonunda, Neziha hanımdan, yine şu meşhur fotokareye dönmesini rica ettim. O ise yaşadığı haksızlıklardan dolayı hala dizginlenmeyen öfkesini içine bastırarak devam etti;

" Bu fotograf Edirne'de çekildi. Sınırı yeni geçmiştik. Hepimiz yorgun ve çaresizdik, aynı zamanda Bulgaristan cehenneminden kurtulduğumuz için çok mutluyduk. Anavatan'ımız bizlere sıcak kucağını açmıştı.

O gün aniden gökten yakınımıza üç tane büyük helikopter indi. Toz ve gürültüden çok korkmuştuk. Biraz sonra yanımıza kalabalık bir grup yanaştı. Aralarında Turgut Özal'ı tanıdım ve bir anda onu karşımda buldum.  Selam verdi ve bana elini uzattı, sonra da yanağımdan okşayarak, bana Türkiye'de mutlu olacağımızı söyledi. Daha sonra ise herkesin duyacağı şekilde sesini yükselterek şunu haykırdı;

 "Gavur Jivkov'da gelsin, onu da kabul edeceğiz!"

Yeniden metroya bindiğimde artık güneş Gündoğdu köyü sırtlarından kayboluyordu. Trenin tekerlek sesleri kulaklarımı çınlatırken, sanki Görükle'nin pazar yerinde elinde sarı mandalinalarla bıraktığım Neziha hanımın sesi ise hala boşuna bir  ömrün ve  ve yaşamın acıklı öyküsünü dalga dalga haykırıyordu. Genç yaşta beyaz tutmuş saçları ise tükenmeyen öfkesini uçuruyordu...

Gündoğdu köyü sırtından güneş battığına göre, artık çarkı dönmüş bu dünyanın...

Mümin TOPÇU

0 коментара:

Публикуване на коментар

Забележка: Само членове на този блог могат да публикуват коментари.