Yazımıza, tüm kadınların “8 Mart Dünya Kadınlar Günü” kutlu
olsun diye başlamak ve rutin bir kutlama ve temenniler içeren birkaç tümce ile
bitirmek isterdik.
Geçtiğimiz sene de buna benzer söylemler içeren bir makale
yazmıştık ve ne yazık ki aradan geçen bir senede pek değişen bir hâl olmadığı
da aşikâr… Ne acıdır ki bugün hâlâ töre cinayetlerini, berdelleri, kadın erkek
eşitsizliğini ya da boş nedenlerden ötürü ortaya çıkan kıskanç koca
vahşetlerini konuşuyoruz. Medyada bu tür haberler eksik olmuyor…
Aslında sadece biz bunları konuşmuyoruz. Gelişmiş diye,
çağdaş diye adlandırılan ülkelerde de durumun pek iç açıcı olmadığını ifade
etmek gerekiyor. Kadına yönelik ve aile içi şiddet aslında tüm Dünya’da bir
sorundur.
Oysaki Türkiye; Atatürk’ün kadınlara bakış açısından
kaynaklanan ve de onun önderliğinde oluşan yasalarla, Dünya’da gelişmiş ülkeler
olarak anılan ülkelerden çok daha önce kadınlara eşit şartlar ile seçme ve
seçilme hakkı veren ilk ülkelerden biridir. Atatürk’ün var ettiği Cumhuriyet
değerlerine sahip olmaya ve hatta yitirmemeye çalıştığımız bir zaman diliminde
iken ve acı ki bugün hâlâ töre, berdel ve kadın erkek eşitsizliği ile kadına
yönelik şiddeti konuşuyor, tartışıyoruz...
Dünya’da bir kadın tarafından yapılamayacak hiçbir meslek
yoktur. Evet, kadın vücut olarak daha narin olabilir ama erkekler de kadının
yapabileceği çok şeyi, ilk başta “ana” olmayı yapamazlar. İşte hayatın
müşterekliği...
Kadın ve erkek eşit değil eşdeğer konumda ve birbirini
bütünleyici olmak zorundadır. Yaşamın bütünselliği içinde, Yüce Yaratanın
farklı canlılara yüklediği görevler gibi, her iki cins de kendi özellikleri
içinde yaşamın bir parçasını sırtlar ve götürürler.
Kadınların büyük bir kısmı iş hayatında artık erkeklerden
çok daha da başarılıdırlar. Bu belki de emeğin kadınlarca daha fazla ve
cömertçe verilmesinden kaynaklanan bir tespittir.
Kadın ve erkek arasında bir kıyas yapıldığında daima “veren”
taraf kadındır. Doğum için “acısını”, ev işleri için “emeğini/zamanını”, çokça
kere “ruhunu” ve saygısızca kullanılan “bedenini” hep verir ve bunların
karşılığında -genelleme yaparsak- saygı ve sevgi görmez.
Buna şimdi çok sayıda erkek tepki gösterecektir. Mutlaka bu
tür sıkıntılar içinde olmayan, mutlu ve huzurlu bir yaşam içinde olan kadınlar
da “Nereden çıktı bu yazı?” diyeceklerdir.
Bu satırlar; ezilen, saygı görmeyen, kullanılan, iş gücü ve
beden olarak görülen kadınlar için yazılmıştır ve acıdır ki bunların oranı
ülkemizde azımsanamaz. Umarız ki tüm kadınlar bu yazıdaki tanıma uymasınlar ve
mutlu bir oran olarak kalmasınlar. Bu sağlanmışsa; o zaman Atatürk’ün
başlattığı kadın erkek eşitliği ülkemizde sağlanmış demektir. Bunu gönülden
görmeyi çok arzu etsek de ne yazık ki durum öyle değildir.
“Berdel”: kadının arzularının hilafına ver onu istemediği
birine “karı” olarak ver gitsin!
Kocası öldü, “Aman namus dışarı kaçacak”. Kocasından 20 yaş
ufak kardeşine nikâhı kıy!
Ya da sevgisiz bir babanın eline birkaç bin lira say ve
“mal” niyetine al!
Peki, ya kadın? “Olmaz ben o adama gitmem. Beni berdel diye
değiş tokuş yapmayın.” Ya da “Yahu o
benim kardeşim. Ben nasıl onunla nikâh kıyarım” derse ve üstüne de evden
kaçarsa? Yani töre denen şu canavara biat etmeyip kaçarsa ne olur?
Bunu “hâl” etmek ise en kolayıdır!
“Alnının ortasından bir kurşun” ya da bir “köprüden aşağı”
atılır ve “töre” yerine gelir, bu suretle de “namus” kurtulur, tabi ailenin
“şerefi” de…
Bir ömür boyu, iyi ve kötü günlerde yan yana olmayı kabul
ederek ve bir yastığa baş koyarak başlanan süreç; nasıl şiddet ve baskı dolu
günlere dönüşebilir ve bunu yapan nasıl bir “yaratık” olabilir?
Yukarıda değindiğimiz gibi sosyal, ekonomik ve eğitim düzeyi
üst mertebede olanlarca da ve çokça kadına yönelik şiddet yapılmakta…
Burada ağız kokusunun göreceli tanımı “para” için kadının
verdiği taviz ve ruhundan parça parça koparılan, örselenen duygular. Kapıyı
vurup gidememek, o verilen bir lokma ekmeğe muhtaç olmak…
Kadınlarımızın (genelde) ekonomik özgürlüğünün olmayışı da
bir başka büyük sorundur. Hani erkeğin “ağız kokusu” derler ya bu hem
“göreceli” hem de “reel” bir tanımdır. Ekonomik gücü elinde bulunduran, kendine
ne isterse alan ve harcayan ama evine, ailesine karşı bu hususta duyarsız ya da
katı olan ne kadar çok kişi vardır. Burada ağız kokusunun “göreceli” tanımı;
“para” için kadının verdiği taviz ve ruhundan parça parça koparılan, örselenen
duygulardır.
Kapıyı vurup gidememek, o bir lokma ekmeğe muhtaç olmak ne
kötüdür…
Bu ağız kokusunun bir de reel tarafı var ama. Karşıdakine
hiç saygı duymayan, kaba hatta sadist adamın hakikaten kokan ağzı ve vücudu…
“Dayak” ise üstteki anlatımla tamamen doğru orantılı olan
bir başka gerçektir… Bu durumlarda kadın bir de oynamak zorundadır. Zira
istekli olmamak da çok zaman şiddeti başlatan bir husustur. Hatta erkeğin
eksikliğinin de faturası kadına çıkar. Muvaffak olamayan erkeklerin yarattığı
şiddetin yüzdesi işlevsellikte sorunu olmayan erkeklerden çok daha fazladır…
Bunu anlamak mümkün müdür? Akşam “adam” eve geldi ve sudan
bir sebepten ötürü elini kaldırdı ve kadını dövmeye başladı… Ama o “adam” iş
hayatında, kendi “sosyal” çevresinde o kadar çok saygın biri ki! Hatta bunu
duyan kesinlikle inanmaz…
Akşam yemek öncesi “bir öğün dayak”, sonra muhtemelen
küfürlerle geçen bir yemek, ama sıra yatma saatine geldi mi “yat aşağıya”… İşte
bunu anlamak ise hiç mümkün değildir ve bu çok “menem” bir durumdur… “Döv ve
sonra seviş”…
Elbette ki cinsellik tabiatın (karşılıklı) bir gerçeğidir ve
olmazsa olmazıdır. Olunca da çok güzel olmalıdır ama kadın da erkek de (sadece)
“cinsel” bir obje değildir, sadece bir “beden” ise asla değildir.
Her iki cinsin duyguları, hisleri, arzuları ve sevgileri
vardır ve umarız bu kavramların içi; her iki cins için de karşılıklı,
bencillikten uzak ve başta saygı ile dolu olsun...
Kadın ve erkek eşit değil, eşdeğerdir. Birbirini bütünleyen
ve tamamlayandır.
Yukarıdaki satırlarda değindiğimiz gibi, şiddetin bir de
görünmeyen tarafı var!
Etrafımızda “mutlu” gördüğümüz kadınların birçoğunun evde
maruz kaldığı ama aileden, çevreden saklanan şiddettir bu…
Bu da maalesef bir başka “realitedir” ve etrafımızda
bilmesek de “sıkça” yaşanan bir durumdur. Çok yakın arkadaşlarımızın hatta
akrabalarımızın kaçının bu tür bir şiddet ve baskı altında olduğunu bizler
bilemeyiz.
Yapılan araştırmalar; bilinmeyen, saklanan şiddet
olaylarının, çevrece bilinenlerden çok daha fazla olduğu şeklindedir.
Dünya’da bir kadın tarafından yapılamayacak hiçbir meslek
yoktur. Evet, kadın vücut olarak daha narin olabilir. Ama erkekler de kadının
yapabileceği çok şeyi, başta “ana” olmayı yapamazlar.
Kadın ve erkek eşit değil eşdeğer konumda ve birbirini
bütünleyici olmak zorundadır.
Yaşamın bütünselliği içinde, Yüce Yaratanın farklı canlılara
yüklediği görevler gibi, her iki cins de kendi özellikleri içinde yaşamın bir
parçasını sırtlar ve götürürler.
Kadınlar iş hayatında artık erkeklerden çok daha da
başarılıdırlar. Bu; emeğin kadınlarca daha fazla ve cömertçe verilmesinden
kaynaklanan bir durumdur.
Umarız ki yukarıdaki tüm kötümser cümleler sahipsizdir ve
sadece bizim kötümser bakış açımızdandır.
Yine umarız ki her evde, her birliktelikte karşılıklı sevgi
ile ve saygı dolu bir yaşam sergilenmektedir.
Umarız ki tüm erkekler; kadınları sadece bir beden değil de
bir insan, duygularla dolu, sevgiyle dolu bir insan olarak görmektedirler.
Tüm kadınların “Dünya Kadınlar Günü” kutlu olsun...
Sevgi dolu olsun…
Bojidar Çipof
8 Mart 2015
0 коментара:
Публикуване на коментар
Забележка: Само членове на този блог могат да публикуват коментари.