Bir asırdan fazla devam eden Bulgaristan Türkü'nün göçleri, bu topluluğun ekonomik, politik, sosyal ve kültürel yapısında önemli değişikliklere neden oldu.
Yakın tarihe kadar bu topluluk genelde Ana Vatan bildiği ve sevdiği Türkiye'ye göç ediyordu, son 15-20 yıldır ise Avrupa ve başka kıtalara yöneldi göç kervanları.
İlk kez Türkiye'nin Kapı Kule'sinden özgürce giriş ve çıkışlar tamamen serbest, ama artık göçlerin istikameti başka yönde.
Bu da başka bir araştırılacak fenomenin işareti!
Türk topraklarında barınanlar kimliğini ve ruhunu kaybetmezken, acaba Batı kervanlarına kapılanların çocukları, yakın tarihte köklerini hatırlayacaklar mı?
Şimdiki Bulgaristan topraklarında barınan Anadolu göçerlerinin varislerinin trajedisi, kendilerine “Bulgaristan Türkleri” dendiği tarihlerde başladı. 1877/78 Doksanüç (Türk-Rus) Harbi olarak bilinen savaş, Osmanlı İmparatorluğu'nun Rumeli topraklarını derinden sarsmış, yüz binlerce Türkün soykırımı ve ilk zorunlu göç başlamıştı. Bu tarihten sonra, arkada bırakılan verimli topraklar üzerinde yaşayanlara günümüze dek Bulgaristan'daki Türkler denir. Bunların Balkan devletlerinde yaşayan başka etnik kavimlerle hiç bir kan bağlantısı yok. Zamanın cesur akıncı yörük beylerinin, bugünkü torunları, belki de etnik anlamda, kendilerini en iyi şekilde muhafıza etmiş olan en temiz ve sağlam Türk unsurlarındandır, çünkü bunların çoğu sadece Türklerin yaşadığı köy ve kasabalarda yaşamış ve yaşamaktadır. Bütün örf ve adetleri, konuştuğu dilleri de eski yörük obasından kalma mirastır.
Osmanlı İmparatorluğu zamanında Bulgaristan bölgesinin hemen hemen her yerinde Türkler çoğunluktaydı ve azınlıkta olan Bulgar ve diğer halklarla iyi geçiniyorlardı.
Bursa Kapalı Çarşısı'ndaki abacılar sokağında bulunan bütün dükkanların sahipleri ve işletmecileri Bulgar asıllı vatandaşlardı. İlginç olan, bu esnafların çoğu günümüzde Bulgar milliyetçisi ve Türk düşmanı olarak tanıtılan Koprivştitsa, Batak veya Panagürişte kasabalarının sakiniydi. Aynı kişiler 1925 yılına kadar bu mülklerin gerçek sahipleriydi ve onları satma olanakları oluşturulmuştu.
Aynı zamanda yeni kurulan Bulgar Knyazlığı'na sunulan yüz sandıktan fazla, Bulgaristan topraklarından göç etmiş Türklerin toprak tapularının akıbetini ise günümüze dek hiç araştıran olmadı!
Ayrıca Susurluk kasabasında genellikle Bulgarlar yaşarken, Sofya'nın nüfusu ise yalnız Türklerden oluşuyordu Bu dönemde koskoca Osmanlı devletinin en zengin ve düzgün Müslüman Cemaat Vakfı bu şehirdeydi.
Bulgar ve Türklerin beraber yaşadığı şehirlerde, evlerinin arasında geçiş için kurulan "komşuluk yolları"hala ayakta.
Bulgaristan'daki Türkler her zaman diğer etnik gruplara kardeş gözüyle bakmıştır ve her zaman memleketin refahı doğrultusunda uğraşı vermişti, ona sadık kılınmıştır. Bu anlamda Bulgaristan'daki Türkler her zaman vatanperverdir ve devletine asla ihanet etmezler.
9 Mayıs 1989 yılı...
Bulgaristan hükümeti, Türkleri, zorunlu pasaport vererek sınır dışı etmeye başladı.
Bulgaristan Devlet Başkanı, Türkiye'nin sınır kapılarını açmasını istedi. Dönemin Başbakanı Turgut Özal ise ona, Türkiye'nin sınırlarının Bulgaristan'dan gelecek soydaşlara her zaman açık olacağını söylüyordu. Göçmenler kitleler halinde trenlerle Türk sınırına bırakılıyordu. Böylece Türkiye, 2. Dünya Savaşı'ndan sonra Avrupa'da görülen en yoğun ve zorunlu göç akımını yaklaşık üç aylık bir süre içinde kabul etmek durumunda kaldı. Bu dönemde 64.295 aileye mensup 226.863 kişi serbest göçmen olarak Türkiye'ye geldi. Bu tarihten itibaren 1995 yılına kadar da aralıklı olarak gelen serbest göçmenlerin sayısı 27.224 ailede 73.957 kişiye ulaştı.1989 yılında Bulgaristan'dan gelen serbest göçmenlerin büyük bir bölümü, daha önce Türkiye'ye göç eden akraba veya komşularının yoğun olduğu bölgelere kendi imkanları ile yerleşirken, bir bölümü de devlet tarafından 14 il merkezi ile 23 ilçe ve beldede göçmen ailelerin parasal katkısı ve borçlandırılması esasına dayalı bir yöntemle yapılan toplam 21.438 konuta 5 yıllık süreç içinde yerleştirildiler.
Bu son göçün yaşandığı anlarda ben Bulgaristan'daydım. Şöyle bir manzarayı aktarmak istiyorum.Bu hareketin ilk günlerinde, evrak hazırlama noktalarında büyük kuyruklar oluştu. İlginç olan bu kuyrukların en başında diğerlerinden daha varlıklı, yüksek eğitimli, iktidar partisinin en aktif ve sadık üyeleri duruyordu.
Aslında bu yeni bir aydın ve bilinçli şahısları gönderme, onlardan kurtulma, hareketiydi. Eğitimsiz ve mesleksiz bireylerden ibaret bir Bulgaristan Türk Topluluğunu yönlendirmek her zaman daha kolay düşüncesi hakimdi devlet katmanlarında. Hala da böyle değil mi?
Şu an aynı bu gizli katmanlara karşı ne bizim topluluğumuzun temsilcileri bir karşı atağa geçebiliyor ve gıkını çıkarabiliyor, ne de başımıza konan kızıl paraşutçular. Sondaki somuncuların görevi zaten itaat etmekten ve ceket önü iliği düzeltmekten öte geçmiyor...
Bir asır boyunca, Bulgaristan devleti her aydın ve eğitimli Türkün Anadoluya göç etmesi taraftarıydı ve bunu on yılda bir sistematik bir şekilde gerçekleştiriyordu.
Etnik temizlikten yana siyaset yürütülmemiş olsaydı, bugün Bulgaristan'ın sosyo-ekonomik durumu, çalışkan,dürüst ve yeniliklere açık çağdaş Türklerin sayesinde çok daha parlak olabilirdi...
Bulgaristan'daki Türklerin, Anadolu'ya göçlerinden, yani eski vatan topraklarına dönüşlerinden bahsederken, genelde her zaman, bizlerle aynı akıbeti paylaşan Pomak kardeşlerimizi unutmaktayız. Onlar da bizlerle beraber göçü yaşadılar ve ikinci bir gerçek vatan edindiler. Bizim kimliklerimizde isimlerimizi bir kere değiştirildiyse, onlarınkiler ise yüz yıl içinde en az 12 kere zoraki bir değişime uğradı.
Şu an, Pomakların gördüğü insanlık dışı bu muamelenin ve ızdırabın boyutunu hiç gözlerinizin önüne getirebiliyor musunuz? Bugün onların Türkiye'deki varlığı birkaç milyonu bulurken ve özgürce yaşayabiliyorlarken, Bulgaristan'daki Pomaklar ise hala, devlet makamı önünde, kendilerinin etniste tanımını kabul ettiremiyorlar.
Sanki aynı durum Bulgaristan'daki Türkler için geçerli değil?
Karşımızdaki yüzeysel ve aldatıcı görüntüye baktığımızda sanki Bulgaristan'da her şeyin bir normalleşme sürecine girdiğine inanmak istiyoruz, ama biraz daha derinleştiğimizde önümüze çıkan tablo hala daha çok vahim ve berbat. Günümüzün Bulgaristan'ında , bütün toplumu kapsayan siyasi tutumun kökten bir değişime uğramadığı müddetçe, ülkenin gelişmiş Avrupa ülkelerine ve komşu Türkiye'nin gelişme hızına erişmesi asla mümkün olamaz...
Bir Bulgaristan vatandaşı olarak, bana bugün herhangi bir resmi devlet makamı memuru, benim Türk etnik kimliğine sahip olduğuma dair elime hiç bir resmi belge veremez, adeta buna yasal bir izni, hakkı ve dayanağı yok.
Biz hala Bulgaristan diye bir devlette Marslı olarak yaşıyor gözüküyoruz...
Son sözde demokratik yirmi yılının bizleri kavuşturduğu nokta işte bundan ibarettir.
Yani avucumuzda yine bir büyük sıfır var.
Yine avucumuzu yalamaya devam!
Adeta Bulgaristan'da tek Türkün yaşamadığını bu şekilde kayıtlara düşürebiliriz.
Aynı zamanda Bulgaristan Devleti, İnsan Haklarıyla ilgili bütün Birleşmiş Milletler Örgütü ve Avrupa Birliği mevzuatlarını çoktan imzasını çaktı.
Ya çaktı da neler oldu?
Eski totaliter sistemin derin devlet uzantıları, göstermelik ve kendi emirlerine sadık,acilen sözde bir de Türk partisi kurdular.. .
Bu şekilde, eski komünist parti, devlet ve istihbarat nomenklatür ordusu sayesinde bütün Türk Camiası ile alay edilmeye devam edilmekte. Aynı güçlerin direktifinde vaktinde Avrupa Parlamentosu'ndaki sözde Türk partisinin milletvekilleri bebek katili Apo'nun lehine oy kullandılar. Daha eski tarihlerde ise aynı güçler bazı Türk aydınlarımızı PKK kamplarında Rusça eğitmeni olarak görevlendirdiler.
Günümüzde, eğer Bulgaristan'daki Türklerin Ana dili eğitimi ciddi bir çözüme kavuşamıyorsa, bu ayıp sözde Türk partisinin satılmış militanları sayesinde vuku bulmaktadır.
Ebeveyilerin bu konuda pasifliğinin arkasında gizlenmek nankörlüktür.
Bu partizanlık aymazlığı aynı yönde devam ettiği müddetçe, Bulgaristan'daki Türklerin geleceğinin üzerinden karamsarlığın kara bulutları hiç bir zaman kalkmaz.
Zaten hedeflenen amaç bu değil mi?
Madem ki, ben bütün diğer etnoslarla beraber aynı eşit vatandaşlık haklarına sahibim, neden o zaman benim oğlum mecburen yalnız devletin resmi dilini öğrenecek ve aynı zamanda Ana Dili eğitimi hakkından mahrum kalacak?
Sonuçta, benim görevim iyi ve sadık bir vatandaş yetiştirmenin yanı sıra, bunu gerçek bir Türk yavrusu gibi yetiştirmek boynumun borcu değil mi?
Burada güdülen hedef; etnik kimliğinden uzak ve arındırılmış yeni bir homojen topluluk yaratmak.
Ülkemiz, değişti diyenlere yalnız şunu hatırlatmakta yarar var, günümüzün Bulgaristan Milli Doktirinini hazırlayanların arasında hala o "şanlı akademik" Şükrü Tahir de bulunuyor.
Hala bu eşekten sorumluyuz yani!
Bu yeni yetme prorus strateglerine göre, yalnız Türk kökenli nomenklatür üyelerinin istikbali açık ve parlak gözüküyor...
Kimlerin saraylarda ve saray yavrularında yaşadığını aramızda herhalde bilmeyen yoktur?
Ülkemizdeki Türklerin çoğunluğuna ise çoktan Avrupa Birliği standartlarına göre yeni ve katmerli eşek semerleri ısmarlanmış...
Etnik konulardaki son yasal düzenlemeler çok demokratik gözüküyor, ama pratikte hiç birinin uygulaması yok bunların.
Eski totaliter zihniyet unsurlarından kurtulamayan Bulgaristan derin devletinin gözünde, hala Bulgaristan Türkleri bir tehdit ve korku oluşturmakta, bundan dolayı asla onlara Türk kimliği ve ruhu doğrultusunda bir özgürlük yaşantısı sağlanmaması görüşü hakim.
Geçen gün Prezident Plevneliev yeni ve geçici bir hükümet oluşturdu.
Siz bu hükümet üyelerinin arasında herhangi bir Türkün, Pomakın veya Çingenenin adına hiç rastladınız mı? Sadece bir etnosun temsilcileri hala, kendilerini diğerlerinden daha üstün, akıllı ve becerikli görmeye devam etmekte.
Buna güpegündüz ırkçılık ve ayrımcılık derler kardeşim!
Bu ülkenin durumu ve istikbali neden bunca kötü çizilmiş sorusunun cevabını sakın benden beklemeyiniz!
Bundan dolayı Bulgaristan'daki Türklerin her oluşturduğu bir siyasi veya sivil toplum kuruluşunun başında illaki derin devletin piyonları olacak ve bu şekilde bu kuruluşlar daha temelinde başarısızlığa mahküm olacak.
Halbuki Bulgaristan Türkü'nün tek dileği, kendi öz Memleketinde, diğer etnik unsurlarla beraber, ortaklaşa ve özgür bir şekilde yaşayabilmesidir.
Derin devlet uzantılarının gayesi ise, bir tek kendi şahsi çıkarlarının korunmasıdır.
Bir de tavarişt Putin'in!
Böylece bu yanlış politikalar sayesinde Bulgaristan derin bir uçuruma sürüklenmiştir.
Geçenlerde ise Pevski gibi bir oligark ve azılı mafya temsilcisini, yani tescilli bir Türk düşmanını, Avrupa Parlamentosu'nda, Bulgaristan'daki Türklerin temsilcisi yapma gayretine giriştiler, ama sağduyulu AP yöneticilerinin utançtan yüzü kızardı ve acilen bu şahsın asla Brüksel'e gelmemesi talimatını buyurdular...
Tuhaf, komik ve trajik olan bu düşüş ve rezilliğe, en fazla Türkiye'deki bazı göçmen kuruluşları üzüldü!
Ne yazık ki, Türkiye'deki, kendilerini en büyük sivil toplum örgütü olarak tanıtan bazı göçmen kuruluşları, işte bu sözünü ettiğim eski totaliter güçlerin uzantılarını canı gönülden her zaman desteklemekte ve alkışlamakta...
Bence, bu durumun sağlıklı ve mantıklı bir izahı ve yorumu olamaz!
Nasıl olup ta, bizler, kendi katillerimizi, işkencecilerimizi, kültürel ve kimlik soykırımcılarımızı baş tacı edebiliriz?
Ya bu göçmen derneği temsilcileri, herhangi bir menfaat karşılığında, kendilerini bunlara satmışlar, ya da herhangi bir tarih ve siyaset bilincinden yoksunlar...
Nasıl olup ta, bir Mümin Gençoğlu gibi Bulgaristan Türklerinin özgürlük savuncusunun fotografı yanı başında eski komünist sistemin ajanlarının fotografları yer alabilir?
Aynı ajanlar vaktinde Viena'daki o toplantıda Mümin Gençoğlu'nu öldürme emri almamışlar mıydı?
Bulgaristan toplumundaki yıllar boyu cereyan eden bazı etnik olumsuzluklar ve kıyımlar, iktidara gelen mesnetsiz ve açgözlü siyasi yöneticiler sayesinde ortaya çıkmıştır.
Bu arada Rusya'nın kötü etkisi de gözardı edilmemeli. Bulgaristan'daki sadık piyonları sayesinde toplumun önüne her zaman sahte tarih bilgileri ve ideolojiler sunulmuştur. Bunların doğrultusunda yanlış siyasi yöntemlere başvurulmuştur.
Böylece, sahte ve sözde bir Türk partisi kurularak eski totalitarist sistem en az yarım asır daha ayakta kalmayı hedeflemiştir.
Şimdilik daha bu esaretin çeyrek asrına katlandık!
Şu an Bulgaristan toplumu hala gerçek tarihini bilmiyor, sahte milli olay ve kahramanların itibarını koruyor. Şimdi ki Kırcaali bölgesinde, Balkan savaşları zamanında Bulgar askeri ve başıbozuğu tarafından yakılmamış Türk köyü bırakılmamış, şehit mezarlıksız mahalle yokken, bugün aynı bölgede bu acı gerçekler hala gizlenmekte ve hala Türklerin bir takım yaptığı vahşetlerden bahsedilmekte...
Bu açıdan baktığımızda ortada hala devam eden bir Türk ve Türkiye düşmanlığı görmekteyiz.
İşte bu kin ve nefret duygusu, Bulgaristan toplumunun içini oymakta ve sonucu ne olacağı belli olmayan bir bataklığa sürüklemekte.
Türklerin iyi niyet ve kardeşçe duygularını bu toplum yanlış asimile ettiği müddetçe, bence bu toplumun akıbeti hayırlı vesilelere ulaşamaz.
Bugünlerde medya dünyasına bakıyorum ve orada bir Bulgaristan Türk Cumhuriyeti'nin ilanını görmekteyim. Bu ise yeni bir provokasyon girişimidir!
Bunu hazırlayanlar bir tek Bulgaristan'daki Türklerin düşmanı olabilir!
Eğer, bunu Bulgaristan'ın eski derin devlet uzantıları yapıyorsa, bu zaten kendilerinin patentli bir yöntemidir ve kendilerine çok yakışır, ama işin içinde Türkiyeli bazı aşırı uçlar varsa, bu yine asla tasvip edilemez bir durum ve düşmanca tavırdan öte geçemez...
Son zamanlarda Bulgaristan'daki Türk kardeşlerimizin kültürel etkinliklerinde belirli bir kıpırdama ve hareketlenme var.
Birkaç Türk Kültür Derneği kuruldu ve bunlar Türkiye'nin diplomatik misyonunun destekleriyle ayakta durmakta. Buradan, Türkiyeli diplomatlarımızı, halkımızın arasına karışmalarından dolayı tebrik ederiz, ama bence su yüzüne çok yanlış bir uygulama çıkıyor.
Örnek olarak bir Silistre, Rusçuk, Şumnu veya Varna bölgelerinde çeşitli folklor festivalleri tertipleniyor.
Bulgar veya Çingene etnosunun bu yöndeki faaliyetlerinin sponsorluğunu yerel valilikler veya belediyeler karşılamakta.
Aynı uygulama Türklerin kültürel faaliyetleri için de geçerli olmalı.
Ortaya şöyle bir durum çıkmakta.
Sözde Türk partisinin baş militanları ülkeyi soyup soğana çeviriyor, kendilerine lüks saraylar ve gemiler alıyor, ama herhangi bir Türk köyündeki folklor şenliğinin sponsoru Türkiyeli diplomatların araya girmesi ile sağlamakta...
Her kültürel etkinliğimizde Türk diplomatlarını görmekteyiz, ama yerel valilik ve belediye temsilcileri ise ortalıkta hiç gözükmüyor.
İşte bu da başka bir ayrımcılığın boyutu ve böylece Bulgaristan devletinin kültüre ayrılmış bütçesinden yararlanamamış olmuyoruz mu?
Bu şekilde yeni bütçe hazırlıklarında, Bulgarın Kemençe Çalma Festivali'ne yüklü bir pay ayrılırken, Türkün Saz Çalma Festivali'ne ise bütçeden olanak yok.
Ne de olsa arkamızda çok zengin ve güçlü bir Türkiye bulunmakta...
Aynı zamanda sözde Türk partisinin liderinin 400 000 avroya kol saati , lüks sarayları ve gemileri var, ama bugün Bulgaristan'da beş bin civarında Ana dilde eğitim gören afacanımızın önünde birer yeni Türkçe Alfabe kitabı yok.
Yeni Türkçe kitaplar basılmamakta, bunun kanunen yasak olmamasına ramen.
Tabi ki, bir de ne Bulgaristan'da, ne de Türkiye'de bu kitapların basılması için kimsede sadece 10 000 lira bulunmaması ise başka bir vukuat...
Hepimiz çok fakiriz ve yamalı dır kıçımızdaki don,ama bir göçmen derneği Anadolu'dan kalkıp Kızanlık'ın, oruç tutmayan çingenelerine zengin bir iftar yemeği verebiliyor...
Bulgaristan'nın acilen, demokrasi kurallarının işlediği bir devlet yönetimine ulaşması çoktan şart olmuştur.
Bir tek o zaman, Bulgaristan'daki Türkler gerçek hak ve özgürlüklerine kavuşabilir.
Türkiye'deki büyük göçmen camiası kitlesi de bu süreç içinde yalnız doğru olan yolları seçmeye mecburdur.
Onlar bizlere asıl eğitim ve kültür alanında yardımcı olmalı!
Komünist Kalfin'e oy vermemiz için, neden Bursa'daki Balgöç başkanı bize çağrıda bulunsun ki?
Hani nerede Bulgaristan'daki kurduğumuz ve açtığımız Türk okullar ve ünüversiteler?
Nerede Türk medyalarımız, yayıncı kuruluşlarımız?
Bulgaristan'da yüz binden fazla okul çağında Türk kökenli öğrenci var.
Bunların sadece beş bini yarım yamalak Türkçe yazma ve okuma öğrenmekte!
Ama dediğim gibi, önlerinde birer Türkçe Alfabe'leri bile yok...
Düne kadar ise iktidar sahte ve sözde bir Türk partisinin elindeydi güya...
Demek ki, hükümetler kurabiliyoruz ve sonra onları batırmaya gücümüz de var, ama minik afacanlara Ana Dili'mizde birer kitap almaya gücümüz kıt...
Belli ki bu yönde arzumuz yok!
Arzumuz olsa ne yazar, Peevski ne derse o olur,be agalar...
Üzerimizde dolaşır kara kargalar...
Mümin Topçu
неделя, 3 август 2014 г.
Абонамент за:
Коментари за публикацията (Atom)
0 коментара:
Публикуване на коментар
Забележка: Само членове на този блог могат да публикуват коментари.