Küçüklüğümüzde, bizler de masal dinlerken derin uykulara dalardık. Ninemiz, beni dizine yatırır ve o güzelim Rodoplar şivesiyle bana nini manaları söylerdi, masalar anlatırdı, ama nedense hep gözleri nemle dolardı. Bu manzara karşısında ben şaşkınlığımı gizlemezdim ve bir türlü bu ağlayışın nedenlerini çözemezdim. Daha sonra anladım ki, o bana masal anlatmıyormuş, kendi başından geçen acıklı olaylara dem vuruyormuş. Bundan 138 yıl öncesi gözlerini dünyaya gözlerini açan ninem, küçük yaşta Mümin dedem ile evlendiriliyor. Dedemin sülalesi, koyun çobanlığı ile uğraştıklarından dolayı, bize Kahyaoğlları derler. Balkan harpleri başladığında, ninem dedemi yırtık çarıklarla Osmanlı saflarında savaşmaya gönderiyor. Gidiş o gidiş, bir daha dedemden haber alınamıyor, kim bilir hangi cephede şehit düşmüş. Mezarını bile bilmediğimiz dedemiz, arkasında dört yetim yavru bırakmış ve bunların bütün bakım yükünü ninem üstlenmek mecburiyetinde kalıyor. Herkesin bir parça lokmaya muhtaç olan dönemler. Açlık ve sefillik her evin kapısını çalmakta. Açlıktan kırılmamak için, ninem de köy erkeklerinin arkasına koyulup, ta uzak Tuna kıyılarına kadar iki şinik buğday bulabilmek için uzun yollara dökülüyor. Bu iki şinik buğdayı gencecik omuzlarına yükleyip, haftalarca,tükenmek bilmeyen yollarda sefil oluyormuş. Günümüzün insanı bu durumu asla anlayamaz. Genelde geceleri yürüyorlarmış, gündüzleri ise kuytu yerlerde veya samanlıklarda gizlenmeyi tercih ediyorlarmış, çünkü etrafta gezinen başıboş insanlar saldırılarda bulunuyormuş ve o iki şinik elden gidebiliyormuş. Bir gece ninemin grubuna kurt köpekleri saldırmış ve çoğunu ısırmışlar. Bulgar babular merhametli davranmış ve bunların yaralarını ekşi hamurla sarmalamış. Daha sonraki kıtlık döneminde çocuklarına darı tohumu ve mısır öbeleyi yedirmiş ninem. Elli bir göçünde parasızlıktan Ana vatana göç edememişler. Benim gözümde ninem dinç ve güçlü bir kadındı, hatta erkek gibiydi, yaşam mücadelesi ona her şeyi öğretmişti. Yüz yaşına kadar, her cuma kasaba pazarına kadar on kilometrelik yolu yürüyerek gidip geliyordu. Kızılcık bastonu dahi kullanmazdı. Bir de çok güzel sesi vardı. O türkü söylemeye başladığında, adeta dağ yamaçları titrerdi, kuşlar bile susardı. Ninemin bir de büyük meyve bahçesi vardı. Yaramaz köy çocuklarının sıkça istilasına uğruyordu bu bahçe ve bunların "Kaçııın, Keyegarisi geleeer!" diye avazı çıktığı kadar bağıran bu afacanların sesleri hala rüyalarımı süslemekte. Ninem cimri birisi değildi, meyve bahçesinden topladığı sepet dolusu ürünü konu komşuya yediriyordu, hayır için. Yüz yaşına girdiği yıl yine acı bir haber onu tamamen yıktı, babamın ölümünü öğrenince felç geçirdi ve iki yıl yatağa mahküm oldu. Doktorlar bile ona tıbbi yardımda bulunamadı, çünkü o koskoca bir asır boyunca hiç doktor yüzü görmemişti. Mekanın cennet olsun, Şerife nineciğim!
Akif Yurtsever, Bursa
Dombira.eu
сряда, 22 януари 2014 г.
Абонамент за:
Коментари за публикацията (Atom)
0 коментара:
Публикуване на коментар
Забележка: Само членове на този блог могат да публикуват коментари.