петък, 31 януари 2014 г.

MİLLİ KİMLİK VE BENLİK SADAKAT İ

Yaşım yetmiş beş! Bir de diğer eserlerimle yan yana, "Yaşım 131" başlığı altında küçük hacimli, yeşil kaplı bir kitabım "XXI Yüzyıl" Türk Kültür Merkez'ince yayınlandı. Bu kitap, Bulgaristan Türkünün tarihine, kültür, din ve diline ve bazı güncel sorunlarına ışık tutmayı, onun bu ecdat yadigarı topraklarda varlığını şüpheye düşürme çabaları gösteren "bilim adamları"nın temelsiz tezlerini çürütmek amacı gütmektedir. Kitap, gerçek tarih, kültür ve bilimle uğraşan çevrelerde iyi yankılar uyandırdı. İçeriliği yazılardan bir kısmına bazı gazete ve dergilerde yer verildi. Çünkü bu yazılarda araştırmacılık, bilimsellik, toplumsallık öğelerine rastlanmaktadır.
Yazılar kültürel tarihimizin bizlere miras olarak bırakmış olduğu inandırıcı kaynaklardan yararlanılarak, esaslı, sabit temeller üzerine oturtulmuş milli kimlik ve benlik savaşımı vermektedir. Ki, bu savaşın bir diğerini varlığını inkardan gelmez, bilakis insanların bir birilerini daha yakından tanıyarak yakınlaşmayı, yaşadıkları toplumda vatandaşlık kavramı açısından yekvücut olmayı amaçlamaktadır. Doğrusu ya, ben buna çok sevindim. Doğru yolun yolcusu olduğumuza inancım var. Ama son zamanlarda bu sevincim bir kat daha arttı. Neden mi?
Şimdiye dek ele alınmamış Orta Rodoplar'da yaşayan Türklerin tarihi, kültür, edebiyatı ve sanatına, gelenek ve göreneklerine hakiki bir evlat sevgisiyle, milli kimlik ve benlik sadakatiyle sarılan yeni bir araştırmacı çıktı karşıma - Emel Balıkçı.
Emel, günümüze kadar gemlenmiş bir barajdan farksızmış meğer. Bereketli topraklarımızın bol meyveler vermesi için, bol yağmur ve güneşli günler bekliyormuş sanki. Vatan Bulgaristan'ın, insanın varlığını hiçe sayan totaliter rejimin alaşağı edilip çıkmazın çukuruna itilmesiyle, demokrasi sürecine açılmasını bekliyormuş niceler gibi.
Emel Balıkçi 6-7 yıl zarfında beş-altı kitap sundu bizlere. Ne mutlu! Halen 100 yılını belirttimiz Balkan Savaşları'nda ve savaşlar sonucu başından geçmediği kalmamış Orta Rodop Türklerinin, onları eritebildik ve hıristiyanlaştırarak Bulgar milleti saflarına kattık, diye sevinerek, hayattan dem almak, "emek"lerine mali karşılık aldıkları bilimsel unvan ve mali değerlerle refah ve varlık içinde hayat sürmek isteyenlerin esef etmeleri, hatta "ah, vah" çekmeleri gerek, geçmişten günümüze ayna tutan ve genelde onların varlığını hatırdan satıra geçiren kitaplar serildi önümüze.
Emel Balıkçi kimdir?
134 yıldan beri Vıça nehrinin deli dolu sularında yelken çeken Stomanovo (Çelikli) köyünde dünyaya geldi. O, gaz lambası altında kız kardeşlerinden birinin yüksek sesle okuduğu ve diğerlerinin de büyük bir ilgi ile dinledikleri masal, öykü, şiir ve romanlar kış gecelerini, mutlu çocukluk yıllarını unutamamaktadır. İş bu, anılar daha sonra Emel'i bilgiye ve hayatın gerçeklerine sevdalandırır. Emel Balıkçi, üç din hakkında yeteri bilgiye sahip olduğunu, mizacında ise içtenlik, doğruluk ve sorumluktan oluşan üç eksikliği bulunduğunu belirtmektedir.
"Avucumda Üç Şule" (Bulgarca) şiir güldestesi bizlere sunduğu ilk eserdir. 2005 yılında dünya yüzü gördü. "Sana Mektup", "Korku ile Duello", "Yolumuz Ölümdür", "Hayat Küçük bir Meydan" ve "Ruh Sonsuzluğu ve Yalnızlık Endişesi" bölümlerinden oluşan 35 şiir içermektedir. Smolyanlı V. Dimitrov'un ifadesince bu şiirler insanoğlunun sonsuzluğa uzanan güzellik ve iç dünyasına ayna tutan yetenekli bir kadının, bir ananın hayat kırıntılarıdır.
İlk şiirle ilginç bir giriş yapıyor, eşine hitaben:

Oğlun büyüyor, büyüyor
Soruyor ikide bir, "Anne,
Senin kalbin nerede,
Yolun var mı bir de,
Nerede kavuşuyor yıldızlar birbirine,
Nerede yol veriyorlar emellerine…"

Bir sonraki şiirinde oğluna hitaben, onun güneşli bir günde doğanın çam ve köknar koktuğu ve rüzgarın saçlarımızda şarkı söylediği bir günde dünyaya göz açtığını, onun için özle bir yolu, bu yolun da bir yıldız olduğunu anımsatmaktadır. Evlat, bu yolda ilerlerken sırtında behemehal annesinin kalbindeki sevgiden sevgi taşımalıdır. Şairimiz, hayatta herkes için birer yol olduğuna ve güneşin herkes için aynı biçimde doğduğuna emin olmasına inanç aşılamak istemektedir…
Ayrıca, ana öteki şiirlerinde oğluna önemli tavsiyelerde bulunmaktadır. Hele fakir fukaranın üzerine gitmemesini, onlara yardım etmesini, yabancının bahçesine girmemesini, oradaki çiçeklerin tümünün dikenli olduğunu, kirli paslı günlerinden kalan izlerini dağların ciğerlerinde yıkamasını tavsiye etmektedir.
"Çamura Düşmüş Oyuncak" şiirinde ise, "Tanrı ebedidir/ İnsan ise çamura düşmüş bir oyuncaktır" düşüncesine imrenmekten başka ne diyebiliriz! Derlemenin içerdiği diğer şiirler de dürüst ve insancıl tutumu, hayat tavrını kanıtlamaktadır.
"Vıça Üzerine Yaslanmış Stomanovo Köyü" kitabı 2008 yılında yayınlanmıştır. Bu değerli eserde, Emel Balıkçi'nin bilimsel araştırmalara ilgisini buluyoruz. Bulgaristan İl Bilimciler Birliği üyesi, araştırmacı-yazar Nikola Çuralski'ye göre bu eser, Rodop yöresi bilimine bir katkıdır. Bu değerlendirme gayet yerindedir. Araştırmacı- yazar Emel Balıkçı, totaliter dönemde ve daha önceleri susturulmuş, baskı altında tutulmuş Orta Rodoplar'daki insanlarımıza örnekleriyle Türklük belgelerini sunmayı başarmıştır. Çuralski'nin ifadesiyle de kitapta yalan dolan bir şey yoktur." İnsan onuruna karşı en ağır hüküm, onun alnına "DÜŞMAN" etiketini yapıştırıp, talihi üzerine hakaret üstüne hakarette bulunma" tutumunun son derece yanlış ve insanlığa zararlı olduğunu inandırıcı bir surette kanıtlamaktadır. İnsanlık, insan toplumunun dünyanın en yüksek tepesi Everest'tir".
Emel Balıkçi yılların ve türlü yapmacık olayların unutturulmadığı "soya dönüş" sürecini de, öç almak ve ya düşmanlık aşılamak için değil, Bulgaristan Türkünün, 130 yıldan beri çektiği çileleri, tarihe ve nesillere yaşanmış gerçekler olarak bahsetmek amacıyla değinmektedir. Kitap, iki dilde - Bulgarca ve Türkçe olarak, yapılanlar kuru kuru değil, belgelerle verilmektedir. Çelikli köyünün temellerinin atılmasına, köyün sakinleri mevcut sülalelere, kitabında yer vermektedir. Köyün diline gelince, köyün ve yörenin lehçesi 40 bin dolayında kelimeden oluşmaktadır.
Çelikli'nin temelleri Rus-Osmanlı Savaşından sonra atıldığından, 130 yıllık bir tarihi olduğunu kayıtsız şartsız kabulleniyoruz. Bu köyün, daha doğrusu Orta Rodopların Türk ağızlarının bu güne kadar derinlikli incelenmemesi ilgimizi daha da arttırdı. Müellife göre, köyde ve bölgede (Yeni mahalle, Fotan dahi) konuşulan lehçe, ağırlıklı olarak, Kıpçak dil gurubuna giren Tatar, Başkurt, Uygur, Kazak, Kırgız ve Özbek dillerinin özelliklerini taşımaktadır. Kelimelerde yumuşak sessizlerin sert sessizlerle, yani "g"nin "k" ile "d"nin, "t" ile değiştiklerini gösteren örnekler verilmektedir. Bazı kelimelerin önüne "y" harfi getirilmesi (erik - yerik, omuz - yumuz,), ve tersine (yeşil - iyşil, yılan - ilan) olması, "h" harfinin baştan düşmesi (hafta - afta, hak - ak), "i"nin "e" olması (ekmek - ikmek) vb.
Müellif, Çelikli lehçesinde yer alan 10 bin kelime üzerinde durmuştur. Onlardan 100-ne kitapta yer verir. O, köy lehçesini zenginliği üzere de durmaktadır - Örnekler: Sözlük, Atasözleri, Deyimler, İkileme zenginliği, Lakaplar, Dil tekerlemeleri, Bilmeceler, Aşağılamalar, Azarlamalar, Beddualar, İlenmeler, Küfürler Çelikli Türkçesi ile yazılmıştır. Bu lehçenin ilişkin özel sözlüğü verilmesi vb. özellikleri verilmesi, araştırmacıların, dilcilerin incelemelerini kolaylaştırmaktadır.
Kitabın bir başak bölümü köyün çocuklarının, onların oyunlarına (Çelik, Nal konmak, Pike, Çorçuk, Taraniga, Tahta tepmek, Kutu, Tikla, Urgan, Dükkan vb) ayırmıştır. Parantez içinde adı geçen oyunlar hakkında belli bir bilgi verilir. Böylece onları bu ve ya şu yolla nesillere miras etmiş olmaktayız.
İnsan adlarına gelince, Çelikli, eski köyleri olan Yeni mahale'yi örnek almaktadır. Ora sakinleri, diğer Doğu Rodop ve Pomak köylerinden isim almamaktadır. Soyadı, karşılığı olan ad kişinin öz adından önce kullanılır. Örneğin: Mutiş İsmail, Balıkçı Camal, Padar Bayram, Değirmenci Tefik, Züber Ali, Diko Alibaz, Salioca Seydi, Çavuş Veli, Solak Adem, Yürük Ali, Anife Ramadan, Üsmene Memet vb. Kadın adlarına ise, mensubiyet özelliği göze çarpmaktadır. Örneğin: İdrizler'in Fatma, Baratunlar'ın Yulfet, Kızımkalar'ın Pembe, Muhacirler'in Ayşe, Feratlar'ın Nazife, Saliocalar'ın Münever vb.
Çift isimlere (Mehmedali, Güldaniye) rastlanmamaktadır.
Müellif, bu toprakların Osmanlı hakimiyetinden kopmasından sonra, zaman zaman adlarının değiştirilmesine gidilmekte olduğunu da vurgulamadan geçmemektedir. Ad değiştirme konusu Türklere, Pomaklara ve Çingenelerle ilgilidir. Bazı politik güçler geceli gündüzlü onların eritilmesini, asimile edilerek Bulgar milleti saflarında yer almasını düşünmektedirler. Emel Balıkçi, konularla ilgili eşitlik olmadığını dile getirmektedir. Allah tarafından aralarında üstün etnik grup olmadığını belirtirken ali irk da olmadığının altını çizmektedir. Hepimiz her şeye kadir bir yüce varlığın evlatları olduğumuz tezini savunmaktadır. Yüz otuz yıl zarfında yörede Türk azınlığına önem veren hükümet iktidar olmuş değildir. Türk azınlığının çocukları bile doğmazdan önce "DÜŞMAN" ilan edilmektedir.
Çelikli köyü tarihinden söz ederken, "Göç" konusuna da değinmeden geçmek mümkün değildir. Türklerle Pomaklarda aile karışma olsalar da Pomaklara göç izni verilmemektedir. Böylece aileler parçalanmaktadır. Varını yoğunu satıp da göç edemeyenler gayet ağır günler yaşarlar. Aile başı gidemeyince, elinde kalan paranın bir kısmını evini yerine satın alana çevirir ve geri kalana da bir nevi taksitle ödemeye başlar.
Müellif, "Soya Dönüş" konusuna dönmek istemez. Çünkü duygusal bir konudur. İnsanın iç dünyasını ilgilendiren bir konudur her şeyden önce."Soya dönüş" süreçleri Bulgaristan'ın yüz karasıdır. Bu yolla ne Türkler, ne Pomaklar, ne de Çingeneler Bulgar olacak değiller. Ustalık onları vatandaş açısından kazanarak, vatanın sadık evlatları haline getirmektir. Her Türk, her Pomak ve Çingene "Ben Bulgaristan Cumhuriyetinin vatandaşıyım!" diyebilmelidir. Hem de gururla.
"Soya dönüş" süreçleri, Osmanlı-Rus Savaşı'ndan hemen sonra başlatılmış, günümüze kadar sürdürülmüştür. Bulgar kabilelerinin Slav asıllı oldukları ilan edildikten sonra, Pomaklar Müslümanlaştırılmış Bulgarlar olarak atfedilir..Bu, sürecin ilk adımlarıdır. Böyle bir kuruntuyu gerçekleştirmek için Rusya'da eleman hazırlanır.
Balkan Savaşları esnasında Pomakların adları değiştirilir. Bundan birkaç Türk köyü de nasibini alır. Bunun ardından iktidara gelen Radoslavov, Pomakların adlarını iade eder. Hatta günümüzde bile koyu milliyetçiler bu şahsı, "hain" olarak ilan ederler.
1934 yılında iktidarı ele geçiren Kimon Georgiev ekibi, Türkçe yer adlarını değiştirir. Hemen sonra kurulan "Rodina" derneği, eğitim ve öğretim perdesi altında Pomakları Hıristiyanlaştırmayı kendine amaç edinir. Onların bu girişi Çar Boris tarafından da desteklenmiştir.
Ne var ki, 1944 yılında Kızıl ordunun yardımıyla iktidara gelen komünistler, "Rodina"cıları bir faşist örgüt olarak nitelerler, ele başlarını ağır cezaya çarptırırlar. Ve adları değiştirilenlerin tekrar kendi adları verilir.
Ne var ki, komünistlerin bu çıkışları göstermeliktir. Jıvkov, 1956 yılından sonra, mevzilerini sağlamlaştırınca "eski hamam, eski tas" hikayesine dönüş yapılır. Önce Çingeneler, sonra Pomaklar ve en nihayet Türkler Bulgar ulusuna katılıp haritadan silinmeleri gündeme getirilir. Ve bu, ustaca uygulamaya koyulur. 1984 yılına gelindiğinde ortada, onlara göre "can sıkan" sadece Türkler vardır. Ve bir çırpıda Türklerin de "işi" bitirilir. Bu, Pomaklarda olduğu gibi kanlı olur, toplarla tüfeklerle gerçekleştirilir. Mesele sadece Türklerin adları değildir. Bu etnik grup geçmişi, folkloru ve gelenekleriyle ortadan kalkacaktır. Giyim kuşamı, dini imanı ve tüm manevi öz varlığı silip süpürülecektir. Bu arada yazarlar, tarihçiler, daha nice nice bilim adamları şah eserler verecekler, Osmanlı dönemi ile ilgili birbirinden üstün asılsız şayialar kaleme alınacak, bunlar üstün sanat eseri olarak ödüllendirileceklerdir…
1972 yılında Türklerin ad değiştirme girişimleri Stomanovo ( Çelikli) köyünden başlar. Bu acı gerçek, Prof. Dr. Evgeniya İvanova'nın araştırmalarında gün ışığına çıkar. O yörede halen ne Türkü, ne Çingenesi kendi ana dilinde eğitim görmemektedir. Bu, bir Anayasa ihlalidir.
Emel Balıkçi bu konuyla ilgili bazı yaşlı kişilerin anılarını aktarmaktadır. Münevver Değirmenci, 1934 yılı anılarını, Türkan Gazi de 1972 yılı anılarını anlatmışlardır. Bu anlamda Nafi Arançev, Mehmet Balıkçı, Zehra Balıkçı da başlarından geçenleri dile getirmişlerdir.
Tüm baskılar, zorlamalar partiler ve politikacılar tarafından gerçekleştirilir. Günlük yaşam bazında insanlar kendi aralarında etnik ayrımcılık yapmaksızın beraberlik içinde bir yaşam sürerler.
Bu kitap kısa da olsa, geçmişin bazı sayfalarına ayna tutar. 1828 yılına kadar Osmanlıda askerlik uzun bir süreyi kapsar, hatta 18 yıl kadardır. Daha sonraları 9-7 olur. Askerlik sadece Müslümanlara ait bir vatan borcudur. Öteki azınlıklara muafiyet vardır. Ermeniler, Yahudiler, Bulgar ve Rumlar ticaret, yönetim, diplomasi dallarında görev alırlar. Bu tablo içinde Türk toplumuna bir göz atarsak, kadınlarımızın mecalsizlikleri ve bir o kadar da kahramanlıkları ortaya çıkar. Çifti sabanı onlar yapar, eve ve çocuklara onlar bakar.
Osmanlı hakimiyeti dönemindeki tebaalar gelirlerinin sadece onda birini vergi olarak devlete veriyorlardı. Oysa Bulgarlar, Osmanlı döneminden önce, gelirlerinin yarısını vergi olarak verdiklerini bugün kaç kişi bilir? Ve niye bu anlamsız Türk düşmanlığı?
Çelikli'nin folklor zenginliği, düğün, seyran adetlerini öğrenmek isteyenler, kitabın 118-136 sayfalarına bir göz atmalıdır. Müellif, 1972 yılında Türk isimlerini, Bulgaristan'da bir başlangıç olarak, Bulgar isimleri ile değiştirme kampanyası, kırılıp dökülen, yerle bir edilen mezar taşlarının yokluğunu esefle belirtmektedir. Ve daha nice konular burada yer almaktadır.
Kitabın sonunda 126 fotoğraf, keza birer ayrı tarih ve belge niteliğindedir..
Emel Balıkçı'nın "Yürük laneti" kitabı öykülerden oluşturmaktadır. Olayları çekici bir yön ile ve dille anlatması öykülerin değerini bir kat daha arttırmaktadır. Müellif, demek oluyor ki halk gelenek ve göreneklerini iyi tanıdığını ve onların bir başkalarına ustalıkla aktarmasını bilen bir kalem ustasıdır. Öyküler "Yürük laneti" (4 öykü), "kaderin sesleri" (11 öykü) ve "Yüksek ökçeliler" (6 öykü) olmak üzere üç bölümle ayrılır. Kuduz kız, Kız bunar, Yürük laneti, Köpek, At ve Adam, Yılanların gizemi, Benli kuzu v.s-lerin başlıkları üzerinde düşünmek bile bize müellifin ele aldığı konuların hamurunun ustaca yoğurmasını bildiğini göstermekte olduğunu iyi anlamaktayız.
"Taş tarla", "Taş pidesi" öyküleri halk yaratıcılığı ile kişisel yaratıcılığın birbirlerine kaynaşmasının bir kanıtıdır. Yazar, ecdadımızın bizlere bıraktıkları masal ve efsanelerden nasıl yararlanacağını bilen, kalemiyle, zekasıyla, renkleri nasıl renklerinden bileceğini bilen bir kişidir. "Namusun kıymeti" öyküsünde kıskançlık ve iftira konusu ele alınmıştır. Öz oğlunun eşine, yani gül gibi nazik, billur misali temiz gelinine hakaret ediyor, fakat sonunda bir pişman oluyor. "Ben, gelini geri çevirdim babasına… ben alçakça namussuzca davrandım. Allah benim gibi birini hiç bağışla mı? Ben bağışlanacak bir insan mıyım?" ifadeleriyle "Yüzsüzün suratı olmaz, ancak uzun bir dili vardır!" sonucuna vararak kendi cezasını kendi tespit etmiş olur.

Dr.Sabri Alagöz

0 коментара:

Публикуване на коментар

Забележка: Само членове на този блог могат да публикуват коментари.