Bu hafta İstanbul’a çok yağdı. Düşen Temmuz dolusu nefes
kesti. Öncesi böyle bir şey görmemiştim. Korkunçtu! Bin bir klakson birden
açıldı, araba kaportaları baraban oldu. Şefi ve çalgıcısı olmayan bu şehir
orkestrası romantikti diyemeyeceğim, çünkü yıldırımları izleyen gök gürültüsü
parti türün tamamen dışında olduğundan, perdemi çektim ama açtığımda karşımdaki
doğallık bir harikaydı: Doğa dinmiş, son damlalar yaprakları okşayarak,
birbirinin önüne geçmeden, kendiliğinden oluşan sırayı hiç bozmadan süzülüp
düşüyordu. Yaprak üzerindeki doğal düşme sırası, topluma bir uyarı değil de, neydi?
Bu güzellik benim nefesimi kesti.
Bu hafta nefesimi kesen bir başka
olay da oldu.
Soğan zarının kokusunun çıkmadığı
gibi, ihbar ve ihanet lekesinin de aklanmaz olduğunu anlatmaya çalıştığım geçen
Pazar ki yazımdan ötürü bana idam ipi gösterenlere gülerken nefesim kesildi. Arkadaşım
Semra yanımda olmasaydı, olabilir ya, çekip gidecektim. O zaman bu haftaki
yazımı bekleyenlere yazık olacaktı.
Ben tütün yöresinden, ekmeği bile
tütün kokan soyların kızıyım. Memleketimi düşündükçe, başında kepe, sönmüş
sigarası dudağına yapışmış sallanan, cami duvarına dayalı kara taşta oturan
Hasan dede gözümün önündedir. Kaçak sigaranın hayat ateşi bitmiş de olsa,
dudakta sallanması anlamsız da olsa, Hasan dede elini uzatıp onu koparıp
atmıyordu. Bu anlamsızlığın anlamı neydi?
Hasan dede sigarasını hiç
ağızlıkla içmedi. O kendini bildi bileli ve tütüne sevdalanalı kendi tütününü,
havanda kendi kıydı, kız saçı telleri sigaraya yavaş yavaş tek tel düşürmeden
sardı, kâğıdı ıslattığı tükürüğü zamk gibi olduğundan, onun sardığı kaçaklar
sökülmezdi. Kaçağı ona sardırmak için hemşerilerinin sıraya durdukları olurdu. Şu
an dudağında halen sallanan ucu küllü sigarasına ateş uzattığına hiç hatırlamasa
da, son zamanlarda dudağında kalmaya başladı.
Ansızın 23 yıl önceyi anımsadı. O
zamanlar gençti, nefesi ve tütün kokusu başkaydı. Şimdi o kokuyu nefes etmeye
açtı. Öyle ama son zamanda ipini çeke çeke sürüdüğü şu hayat var ya, iyi olan
herhangi bir şeyden bir tutam cık saklayıp, canın çektiği an, geri vermiyordu.
Karşısında olsa, tutup kulağını bükecekti. Beklenmeyenler kaderdendir, deyip
kabullenirdi. Yaşlıydı ve sanki hiç var olmamış gibi yok oluyordu. Ömrü ömürden
sayılacak mıydı?
Hasan dedenin düşünceleri tam bu
noktada nefes kesen bir hikâyeye dalıyordu:
Ömürden Saymayız,
Bir gün bizimkilerden biri, bir köy
mezarlığı yanından geçerken bir şey dikkatini çekmiş. Mezarlıktaki bütün
mezarların üzerindeki taşlarda: “Beş yıl yaşadı; Üç yıl yaşadı; Sekiz yıl
yaşadı” gibi yazılar görmüş.
Köye varmış. Köylüler konuğu köy
odasında misafir etmişler. Yemek yenilip sohbet başlayınca misafir köyün ileri
gelenlerine sormuş:“Merak ettim. Köye gelirken mezarlıktan geçtim. Mezarlıkta
bir şey dikkatimi çekti. Bütün mezar taşlarında “Beş yıl yaşadı; Üç yıl yaşadı;
Sekiz yıl yaşadı” gibi ifadeler yazıyor. Oysa bu mezarların çoğu yıllar boyu
yaşamış, ihtiyarlamış ve vefat etmiş insanlara ait. Niçin böyle yazılmış, bunun
nedenini çok merak ettim,” demiş.
Köyün ileri gelenleri cevap
vermişler:
Biz ömrümüzü dostlarımızla,
sevgiyle ve mutlulukla bir arada geçirdiğimiz zamanla değerlendiririz. Diğer
zamanları ömürden saymayız!”
Soruyorum. Biz Hak ve Özgürlük
Hareketi ile aldatılıp 23 yıldır uyutulduğumuza göre, mezar taşımıza ne yazılacak.
Hasan dedenin de cevabını bulamadığı soru buydu. Aldatılmış, yalan rüyalarda
yaşatılmış bir adamın mezar taşına ne yazılır!
Bunu düşünürken, bazen kırışmış
göz kapakları düşüyor, sönmüş sigarası dudağında sallanmaya devam ediyordu.
Ve kendine geldiğinde istemese de,
BSP Koca Balkan’ın “Buzluca” tepesine beton yığını ANIT dikti, şimdi meyhane
olmuş, şayet böyle bir anıt taşı dikilse, “VİSKİ BAR” olur diyenler haklı
mıydı? Mezarı taşsız kalsa… Bulgar Çar’ının bile anıtı yoktu. Anıtsız olur ama
taşsız olmazdı!
Hasan dede düşünmeye devam etsin,
ben sizlere nefesimi kesen bir başka olayı da anlatmak istiyorum.
Sevgi suyu
Bir keresinde bana çok yakın bir
arkadaşım olmuştu. Bir gün bir yüzme havuzunun kenarında otururken avuçlarından
birini su ile doldurdu ve bana uzatıp şunu söyledi:
“Elimde tuttuğum bu suyu görüyor
musun? Bu ‘Sevgi’yi sembolize eder. Ben bunu şöyle görüyorum. Elini özenle açık
tutar ve suyun (yani sevginin) orada kalmasına izin verirsen, her zaman orada
kalacaktır. Ancak, parmaklarını kapamaya
kalkar ve ona sahip olmaya çalışırsan bulduğu ilk aralıktan akıp kaçar.
Arkadaşımın sözlerini hatırladıkça iki şey nefesimi
kesiyor.
1.
Bizim Hak ve Özgürlük
davamızın zirvesi olan HÖH partimizin kuruluşunda aldatılmış, oyuna getirilmiş
olmamız.
2.
Oyuna getirilmiş de
olsak partimizi çok sevdiğimiz için elimizden kaçırmamız.
HÖH partisi artık Hasan dedenin
dudağında sallanan sönmüş sigara gibi kendisi var canı yok. Gazetelerde
okuyorum, sahtekâr başkan, şimdiki fahri yankesici etrafında 300 kişi
çalıştırıyormuş, bu goriller, şopar babalıları (aralarında bir tek Pomak ve
Türk yok) büyük sayıda irili ufaklı özel şirketleriyle nafaka sırasında itişip
kakışıyorlar. Halen bayram arifesi ya, Müslümanların fire dağıtma zamanı ya,
şopardan nafaka bekliyorlar sanki… Kendine “Yarı Tanrı” imajı verenin eline eteğine
bakıyorlar.
Avrupa Birliği’nden Bulgar Oreşarski
hükümetine gelecek paraları, 147 proje olarak küçük ve yarı iri yani orta özel
şirketlere belediyeler ve devlet kurumları üzerinden paylaştıracakmış, tabii
“Yarı Tanrı Doğan” ın emriyle. Türklere, Pomaklara ve diğer Müslüman
kardeşlerimize düşen paylar VİS, TİM, SİK mafya oluşumlarına sunulacak, paylaşılacak yani nafakamız olan “su” bize
verilirmiş gibi görünse de, parmaklarımızın arasından akıtılıp gidecek.
Şu eski sevgilim, beni bırakıp
giden yalancının teki Ahmet Doğan’ı ve etrafına toplanmış hazır oncuları düşünmek
bile istemiyorum, çünkü nefesim kesiliyor. Bundan sonra beni, “BEN BU İŞTE
YOKUM!” partisinde arayın lütfen. Böyle bir parti kurulmadı mı! Kurulmadıysa
hemen kurulsun!
Hem, şu Hasan dedenin mezar taşına
ne yazılacak? Size danışmak istiyorum: “ALDATILMIŞ YAŞADI!” desek, beni yine
ipte asmış görmek isterler mi, dersiniz? Bu da nefes kesici! İyi Pazarlar.
Nafiye YILMAZ
0 коментара:
Публикуване на коментар
Забележка: Само членове на този блог могат да публикуват коментари.