Dün
akşam Rafet Ulutürk’ün “….hevesleri söndü!” araştırmasını okurken, hafızam
açıldı: Dedemin “Papaz Armudu”nu anımsadım.
Nenem (Anneannem) bu armutlara çok albenili olduklarından ve eylülde
toplanıp ocakta yendiklerinden olacak, nedense “Gelin Armudu” dedikçe, bu ismin
onun kendi icadı olduğunu biliyorduk. Bunlardan iki ağacımız vardı. Bu meyve
ağacının lehçemizde özel bir adı olmasın olamaz da, yıllar içinde kayıplara
karışmış olabilirdi. Evde pazarda kullanılan ismini Bulgar dilinden çalmışız.
Almanca’da bu armudun adı,
“Frauenhintern Birne”dir ki, çevirisi anneannemin ağızındaki isme çok
yakındır: “Gelin Popolu Armut.” Anlamı “armut popolu” kadınlardır.
Dalları nazik ve dikensiz,
yaprakları yalabık ve etli, koncaları beyazdan ala yanardöner olan ve bizdeki
meyve ağaçlarının en güzellerinden sayılan, bahçelerin kraliçesi bu ağaçların
birkaç önemli özelliği olduğu bilinir. Başta gelen “Papaz Armudu” her bahar bol
bol açsa da, ilk 6 yılda meyve
yüklenmemesidir. Başka bir özelliği ise, öteki armut ve ahlatlarla
tozlaşmamasıdır ki, şayet onun 6 metre yakınında, başka bir “Papaz Armudu”
yoksa asla tozlaşmaz, baharını döker ve meyve bağlamaz.
Belki de bu sebeple anneannem bu
armuda “gelin armudu” diyordu. Gelin de beraberinde kocası olmadan yüklenemez.
Yılların geçmesiyle anneannemin mantıksal benzetmesine hak verir oldum.
İnsan doğasının ve toplumsal
yasallıklarının birbirine benzediğini okulda hocalar anlatırdı. Nedense onlar
örnekleri reel yaşamdan alıp birçok şeyi kafamıza sokamadılar. Bazı gerçekleri
bocalarken toslaya toslaya öğrendik.
Örneğin şu “gelin armudu”
benzetmesine dönersek, Bulgar istihbaratının, herkesin bildiği bir şeyi
yazıyorum, benim ilk önce Medi Doganov ismiyle tanıdığım, ardından ona uygun
görülen Ahmet Doğan ismiyle “lider” olan ve sonunda armut buruşuğu gibi dalında
kuruyan, köstebek “Sava” gibi ismi arasındaki bağlılık dikkat çekicidir.
Ahmet’in soyadı Hüseyin ov’ tur, istihbaratı tarafından
uygun görülmedi
Bu, bir yere kadar dedemle
anneannemin ve Almanlarla Bulgarların bu meyveyi üç ayrı anlamlı benzetmeyle
tarif etmesi gibidir: “Papaz Armudu”, “Gelin Armudu” “Gelin Popolu Armut” vb.
İsim karışıklığı istihbaratın kullandığı özel yöntemlerden biridir. Bir adamın
bilinmemesi, gizlenmesi, kayıplara karışması istenirse ismi değiştirilir,
yükseltmesi istenirse, ona kulağa sevimli gelen isim ya da lakap uydururlar.
Örneğin Medyü’ya Doğan (Şahin) isminin yakıştırıldığı gibi. Ahmet’in soyadı
Hüseyin ov’ tur, ama bir dayatılan bir “lider”
için “Hüseyin ov” Bulgar istihbaratı
tarafından uygun görülmemiştir.
“Gelin Armudu” nun yanındaki
ikinci armut ise, gizli servisin kendisidir. Demek oluyor ki, birinci armut
bahar açınca ancak yakınında bulunan ve onu yönetip yönlendirme göreviyle orada
bulunan ikinci “armut” onu döllendirip vazifelerini yükler.
Hainler, ajanlar, muhbirler ve
köstebekler için kullanılan “ibne” hitabı buradan gelir. Onlar kendilerini ne
boşandırabilir ne de yükleyebilirler.
Onun için gizli servisler ajansız
ve ajanlar da gizli servissiz olamaz. Bir de,
tüm ağaçlar meyvelerini gün gelip yere dökmek, silkmek için büyütürken,
“Gelin Armudu” un meyveleri yere düşmez, sırıkla silkilmez, ancak teker teker
dikkatlice elle toplanır, sepet ve sandıklara yani dosyalara büyük bir itinayla
işlenir. Meyveler, ajanın topladığı delillerdir.
Ajanla arkadaşlık etmek çok tehlikelidir
Bu durumda, “Gelin Armudu” üzerine
konan her kuş, her sinek, belinden tırmanan her böcek, kabuğunun altına
yerleşen her haşarat için, esen rüzgâr, yağan yağmur, tolu ve kar üstüne,
dallarına taş atan çocuklar, dalına asılan torba ya da taşlayanlar hakkında
hemen bilgi verir. Bu ağaç kendi kendini koruyamaz, o korunur. Gizli istihbarat
ağacın bütünlüğünden (ajanın problemsiz yaşamından) sorumlu olduğundan,
beklenen adamın bir gün gelip “Gelin Armudu” dalından bir ya da birkaç armut
koparmak isteyeceği bilir. Bu açıdan, “Gelin Armudu” aynı zamanda bir kapan,
tuzak, möre vazifesi görür, o tüm hırsızları yakalatır. “Gelin Armudunun”
gölgesinde olmak, yani ajanla arkadaşlık etmek çok tehlikelidir. A. Doğan’ın 40
yıldır yanına sokulanı yaktığını düşünün.
O, başına gelmiş ya da muhtemel
gelecek her şey üstüne bildiklerini, işittiklerini, öğrendiklerini ve tahmin
ettiklerini o olmadan var olamadığı, tozlaşıp meyve bağlayamadığı, gizli
ilişkilerin kopmasından sürekli endişe duyduğu, hatta korktuğu, ikinci ağaca
(gizli servise) iletmek zorundadır.
Gizli servis, hiç kimsenin “Gelin
Armudunun” tadından kuşkulanmadığı gibi, onun verdiği bilgilerden şüphe etmez.
Bu bilgilendirme, karşılıklı ya da karşılıksız bir ilişki olabilir. Karşılıksız
olması, ajanın bilgileri (armutları) parasız verdiği anlamına gelirken;
karşılıklı olması ise ajanın verdiği bilgiler karşılığında para, daha yüksek
bir görev, bedava tatil, ücretsiz gezi ya da başka bir hizmet talep etmesi anlamına
gelir. Bazen, ajanla gizli servisin hedefleri, menfaatleri örtüşür. A. Doğan
örneğinde öyle olmuştur. Bulgaristan Komünist Partisi tarafından Bulgaristan’da
yaşayan Türklerin eritilmek suretiyle Bulgarlaştırılması davası için eğitim
alan ajan A. Doğan, 1984’te asimilasyon işi tamamlandığında, Türklerin Bulgar
olarak yönetilmesinde kullanılacak “lider” gibi özel eğitim almıştır. 1989
sonunda Pomaklarla birlikte Türklerin de isimlerini ve dinsel haklarını geri
aldılar ve ajanın ana ödevi değiştirildi. YAPAY “LİDERDEN” Bulgaristan
Türklerinin ÇOK SINIRLI DÜZEYDEKİ HAK VE ÖZGÜRLÜKLERLE UYUTULMASI İSTENDİ.
Olası beliren yeni isteklerinin budanması emredildi. Bunun armut hikâyesindeki
karşılığı “Papaz Armudu” ile tozlaşan armutların daha iri ve daha tatlı meyve
vereceği umudunun söndürülmesiydi, çünkü bir ajandan bir şey istenmesi yanlış
olacağı gibi Papaz Armuduyla tozlaşmak da hayaldi, ama bu bilinmemeliydi. Aynı
zamanda, pazarda övülen “Papaz Armudu” gibi, o da “tatlı ballı öykülerle” “lider” olarak dayatılmıştır.
Ahmet’in de çarıksız çulsuz bir soydan geldiği konu
edilmez
“Gelin Armudu” değişik
benzetmelerle övülürken, çekirdeğinden çıkan fidanın yaban olduğu söylenmez.
Ahmet’in de çarıksız çulsuz bir soydan geldiği konu edilmez. Bunun bir anlamı
da şudur. Ajanın oğullu ya da kızı da ajan olur diye bir şey yoktur. Ahmet’in
Rus ajanı seçilmesinin kökleri atalarının göçle geldiği Kırım Adasında
aranmalıdır. Ajanlık ancak 3. kuşakta yineler….. Öyküme devam edebilirim, fakat
bir başka olaya da değinmek istiyorum. Benim her gün yazmaya vaktim yok. Siz
okurlarıma sadece Pazar günleri vakit ayırabiliyorum. “Masal gibi” benzetmemi
çok beğenmişsiniz, teşekkür ederim. Burada ek olarak değinmek istediğim konu
şudur.
Bugün Bulgaristan’da “devrimci durum” diye bir şey yoktur.
Her devrimden önce toplum dev kalemler, feylesoflar, bilginler, düşünürler
doğurmuş ve onlar fikirleriyle halk kitlelerini arkalarından sürüklemiştir.
Sofya’da parlamento önünde 5 yerli yazar kendini polis arabasının önüne atı,
bir başka aydın ölüm orucunda hastaneye kaldırıldı diye, yanlış sonuçlar çıkarılamaz.
Devrimleri doğuranlar devrimlerden önce yaşar.
Örneğin 1789 Büyük Fransız Devrimi önce “Sivil Toplum Sözleşmesi” yazarı Jean Jacques Rousseau, (1712-1778) fikirlerinden
doğan ve dünyayı dönüştüren devrimi görememiştir. Aynı cümleyi Victor Hugo “1802-1885)
için de söyleyebiliriz.
1917 Ekim Devrim fikirlerini
de, Rus klasiklerinin babası, “Ölü Canlılar” yazarı Nikolay Vasilyeviç Gogol (1809-1852; “Dirilişin” yazarı Lev Nikolaeviç Tolstoy (1828-1910) ve
diğer klasiklerin eserlerinde değişik biçimlerde aramalıyız. Devrimlerin
dehaları devrimlerden önce yaşamış ve yaratmışlardır. Bunları yazarken,
devrimden önce Fransa’da ve Rusya’da halkın alabildiğine okuduğu, tartıştığı,
direndiği ve patladığı izlenmiştir. “Bana yağmuru anlatma, yağ!” diyen
dâhilerdir. Tarih aynasına bakınca, devriminden arifesinde her gün yeni bir
gazete çıktığını görürüz. Kişi başına basılan ve okunan kitap sayısı yüzlerce
defa artmıştır.
Bu hafta, bizde meydana gelen en
iyi olay, Türkçe öğretmenlerimizin “Balgöç”
konuğu olarak Bursa’yı ziyaret etmesi oldu. Şu anda bir gümrükçü olsaydım,
dönerken kaçar kitapla döndüklerine bakmak isterdim. Bavullarında 5-er kitap
görsem mutluluktan uçardım. 1984’ten beri Türkçe bir tek romanın basılmadığı,
evlerde ikişer Türkçe kitabın olmadığı, Türkçe ’ye hala ceza kesildiği
Vatanımızda okuyarak bilinçlenmekten söz etmek hala hayaldir. İnşallah o günler
de gelecektir.
Nafiye YILMAZ
2 коментара:
Nafiye hanım benzetmeler iniz çok isabetli olmuş . Pislik DC ajanlar kahrolsunlar.
Geri zekalı Bultürk cahilleri,bilmiyorlar ki son 20 yılda BG Türkleri 1000 fazla kitap yayımladı,bunların bir çoğu romandır...
Публикуване на коментар
Забележка: Само членове на този блог могат да публикуват коментари.