Savur sofrasından inciler -
Önemli olan ölmek değil, yaşamak ve ebediyete kalacak değerler yaratmaktır.
Önemli olan ölmek değil, yaşamak ve ebediyete kalacak değerler yaratmaktır.
Bu sözleri 114 yaşını dolduran ve
hala kendi kendine hizmet edebilen, yürüyen, şakalaşan, torunlarının yanından
hiç ayrılmayan çok sevdiğim nenemden defalarca işittim. Nenem Bulgaristan’ın
Kazanlık köylerinden İstanbul’a 1925’te bir şarap fıçısı içinde gelmiş. Şimdi
de ölümü düşünmüyor. “Bana ikide bir “Git köyümüzü bir gör!” “Şarıldayan Çeşme”
suyundan bir şişe su getir, gözlerime süreyim,” diyor. Gitmek nasip olmadı.
Kısmetse…
Çocukluğumda ninem bana masal
anlatmazdı. Hep köyümüzün gül bahçelerini, lavanta ovasını, yamaçlara yayılan
kekik kokusunu, ceviz gölgelerini, “Ayşe Kiraz” tadını, ırmak şırıltısını, arı
vızıltılarını, sümbül ve salkım mavisini anlatırdı. Bizim köyde yüzyıllık
ıhlamurlar mayıs haziranda herkesi mayhoş edermiş.
Nenemin, çocukluğunun geçtiği Koca Balkan ve Orta
Balkan arası güller vadisini başka bir yerle, yurtla kıyasladığını hiç
işitmedim.
O, şimdi yatıp kalkıp bir şişe
“Şarlayan Çeşme” suyu bekliyor, eminim Balkan’ın suyundan son defa içince
gözleri açık gitmeyecek, cennetin kapısı
açacak. “Vatanımın suyu gibi yoktur!” hep dilinde.
Birlikte sevindik.
Dostum Hüsmen acele Kırcaali’ye
gitti. Dayısından mektup almış. “Beni
gömmeye mutlaka gel. Beni köyün mezarlığına, bizim toprağa gömeceksin! Hastane
morgunda kalırsam hiçbir şeyimi helal etmem. Dünyanın öte ucunda olsan gene
gel. Sen gelmezsen, kim defnedecek beni? Beklerim.”
Bu sözleri dayısı ona son defa
vedalaşırken söylemişti.
Hüsmen ayrılırken, sağlıkçıya
uğramış ve elindeki zarfı masaya bırakırken, sağlıkçıya “dayımın vakti saati yaklaşırsa posta kutusuna
atıver” demişti. Gelen mektup, pullayıp kendine gönderilmesi için bıraktığı,
anlamını yalnız kendisinin bildiği, boş zarftı.
Soluk soluğa yetişti. Avluya
girdiğinde, dayısını asma altında serinlerken buldu. Çok şaşırdı. “Dayının ahret
günleri doldu, gel!” diyen zarf, onu yanıltmıştı.
Orak sıcağında ikindi vakti
dayısının kendinden geçtiğini gören akranları
“Allah rahmet eylesin! Yattığı yer nur olsun!” deyip sağlıkçıyı
gecikince sık elden defin işlerine geçmişler. Tabutu omuzlarında mezarlığa vardıklarında
bekçi Hasan sert toprakta mezarı henüz kazamamıştı ki, naaş kara aç gölgesinde bekletildi.
Koyu gölgede kendine gelen dayım bir ara kirpikleri oynatıp gözlerini açmış ve
sağ eliyle kefeni yana iterek belini doğrultmuş. Cenazeye gelen yaşlılar “Allah! Allah!” deyip
dua edip şakalaşarak köye dönmüşler.
Olayı akşam geç vakit öğrenen
sağlıkçı, Azrail kapısını çalmış, mezarı da kazılmış, rahmete kavuşması İş
Allah yakındır, düşüncesiyle ertesi sabah pullu mektuba uzanmış. Kalp sektesini
ucuz atlatan dayım yaşıyordu ve ben de kendisine bozgunluk yapmadım. Onu sağ
sağlım görünce öyle bir rahatladım ki…
”Bayrama mı geldin?” dedi. Beni
öptü, boynuma sarıldı.
Onun da benim de şu mübarek
ramazan gününde verilmiş sadakamız varmış, birbirimize bir şey söylemeden, o
hayata döndüğüne sevinirken, ben de onun yaşadığına sevindim… Döndüğünde
bunları anlatırken Hüsmen mutluydu. Köyünde onu bekleyen biri vardı.
Kalbimi memleketime gömün.
Avcılar’da penceresi denize bakan
Mehmet dede Büyük Göç seliyle gelirken, doğup büyüdüğü yerden başka bir yerde
nasıl yaşanacağını bilmese de, eziyetin ve ölümün pençesinden kurtuldum,
Anavatan cennetine kavuşacağım heyecanıyla yüreklenmişti. İş güç derken oradaki
hayatla ilişkisini kesmiş, İstanbul onu yutmuştu. Buraya nasıl geldiğini seyrek
hatırlar oldu. Ölüm bile yıllarca aklına gelmedi.
Emekli olunca hatıra defteri
yaprak yaprak açılmaya başladı. Köyüne döndü. Evler yaşa kışa, rüzgâra yenik
düşmüş, viran olmuş, bakımsız mezarlar çökmüş, taşları yola doğru eğilmiş
buldu. Onlar sanki birilerini bekliyordu. Ziyaretçisiz kalmış, yalnızdılar. Ana
baba mezarına bir desti su dökme ödevini yerine getirmemişti. Akrabalarının
özlemini hissettiğinde, yıldırım
çarpmışa döndü. Burada dedesi de yatıyordu.
Vatan dedenin yattığı yerdir sözlerini hatırladığında göz bebekleri
doldu. Buruşmuş yüzü birden yandı, kalbine ateş düştü.
Dedesinin gururlu kabir taşı sanki
dile geldi ve ona “Seni bekliyorum!” dedi. Bu ses onun kalbini Vatan toprağına
çağırıyordu.
Başını kaldırıp denize baktı.
Dalga dalga ona akıyordu. Güzeldi, ama deniz Vatan olamazdı. Beyaz köpükleri
seyrederken çok sevdiği, “Mezar taşlarını koyun mu sandın be Hasan!” türküsünü
mırıldadı.
Kalpleri memleketlerine defnedilenlerin
ruhlarının da Vatan’da yaşadığını işitmişti. Gönüllün yuvası kalp, ruhun yuvası
da gönüldü.
Köy mezarlığına defnedilecek son
insan olsa bile o kalbinin oraya gömülmesinde ısrarlıydı. Kalbi, Türklük
yaşatan bir nur topu olmaya devam edecekti.
V A S İ Y E T
Köyün en zenginiydi. Kısa bir süre
önce dünyadaki en değerli varlığı, eşini kaybetmişti. Çoluk çocuğu olmadığı
için servetini ne yapacağını her kes merak ediyordu. Eşinin acısına artık
dayanamıyor, kendi ecelinin de yaklaşmasını hissediyordu.
Sonunda servetini kime
bırakacağını vasiyet etti. Öldükten sonra mezarında kendisiyle birlikte yatacak
olan kişiye bırakacaktı.
Hiç kimse böyle bir şekilde büyük servete
konmak istemiyordu. Ölü biriyle bir akşam mezarlıkta yatmak kolay değildi.
Adam öldükten sonra bir hamal
ortaya çıktı ve adamla birlikte mezar çukurunda bir gece kalmayı kabul etti. ‘Ne
olursa olsun her karanlık ve korkunç bir gecenin aydınlık ve berrak bir sabahı
vardır,’ diye düşünmüştü.
O, köyünün en fakiriydi. Geçimini
sırtındaki semer ve iple karşılıyordu. Onun için ha fakir olarak yaşamışsın ha
da ölmüşsün, ne fark ederdi?
O akşam ölünün yanında yattı. Gece
yarısına doğru iki melek ölünün üzerinde göründüler ve konuşmaya başladılar:
“Bu ölünün hesabını nasıl olsa
sonra da görürüz. Şimdi şu diri olan kula bir takım sorular soralım bakalım;
onu bir hesaba çekelim.”
Zavallı adamın ödü patladı.
Melekler adamı sorgulamaya başladılar.
“Semeri hangi parayla aldın?”
“Semeri satın aldığın para helal
miydi?”
“Semeri satan kişiyi araştırdın
mı? Belki de çaldı.”
“İpi nereden aldın? Kaç paraya
aldın? İpin parasını hangi yollardan kazandın?”
Bu şekilde sabaha kadar
sorgulandı. Adam neredeyse korkudan ölecekti. Sabahleyin mezarlığa gelen
köylüler, onun yaşadığını gördüler ve cesaretinden dolayı kutlayarak, zengin
olduğu müjdesini verdiler, ancak adam serveti reddederek şöyle dedi:
“İstemem, ben basit bir semer ile ipin hesabını sabaha
kadar zorla verebildim. O kadar servetin
hesabını asla veremem.”
Dinledim ve Hak ve Özgürlük
Hareketi’nin malına mülküne parasına ve dövizine konan “Ahmet Doğan’ın mezarına hangi yürekli genç HÖH’lü girecek?“ diye
düşündüm.Serkan Doğan, BULTURK-Avcılar Temsilcisi
6 коментара:
Genç kalemlere yol verelim.
savur değil sahur
Bir gün gelecek bg türkleri DPS'ye öyle bir tokat atacaklar ki sonra bin yıl ismi bile anılmıyacak !!!!
tebrikler kardes
guzel bir yazı
siz gençlere guvenımız çok
biz basaramadık anlayamadık
amma sızler bunu devam edin örgütlenerek
bunu yaparsanız basarılı olursunuz
Bulturk bir kurum olarak mukembel gençler yetişirmiş
HÖH bu sadece yazarlarınızı yetiştiremedi
tebrikler basarılarınızın devamını dilerim
Jivkov öldü bulgaristan bitti yaşasın DPS Butürke inadına
Su Ahmet Dogan ve Lutvi Mestan HOH-DPS yeni lideri neden hic iftar vermiyorlar bunlar musluman degilmidir? hohculer cevap verirmisiniz?
Публикуване на коментар
Забележка: Само членове на този блог могат да публикуват коментари.