Her yıl kutlanan 3 Mart milli
Bayramında Şipka Tepesi'nde Süleyman Paşa ve birçok fesli Osmanlı askeri maketinin
kafası kesiliyor. Osmanlı tarihe geçmiş olalı bir asır olsa da bu sahneler birlikte
olacağımız geleceğimizi zehirlemeye şiddetle devam etmektedir. Bu görüntülerden inssan
olarak hepimiz tiksiniyor olsak da bu güne kadar hiç bir güç buna dur
deme cesareti gösteremedi. Şipka'da kafası kesilenler Osmanlılı olsa da,
kastedilenler, gözdağı verilmek istenenler, hedeftekiler hep
Bulgaristan'da yaşayan Müslüman-Türk halkıdır. Ne yazık ki, Bulgaristan’da
Müslüman-Türk düşmanlığı zaman aşımına uğramadığı gibi boyle sahnelerle bu
zihniyetteki yönetim tarzı gün geçtikçe daha da hiddetleniyor çünkü
bundan birileri nemalanıyor. Sözde Bulgar milliyetçiliğinin Türkleri aşağılama
temeline dayalı olmasından hakiki Bulgar milliyetçileri de farkındadır.
Avrupaya çıkmış bir Bulgarın İngiliz, Alman, Fransız veya her hangi bir
Avrupalı ile kurduğu bir diyalog, iletişim ve ilişkideki sergildiği özgüvende
bu çok açık bir şekilde gözlenmektedir.
Rus-Türk savaşında ölen
Ruslara büyük anıt yapılırken burada Müslüman-Türk askerleri de şehit olmuştur
bunlara da bir anıt yapalım diyen olmadığı gibi bir dikili taş koymak da
kimsenin aklına gelmedi. Hatta bunu Müslüman halkından bile söyleyebilenler
çıkmadı, “bizler bulgaristanın pastasını
bölenleriz” diyen sözde kahramanlardan da bu sözler çıkmadı. Hani
Osmanlı “barbar” ya sizzler "medeniyetli" olanar 100
yılda şehit düşen Müslüman-Türk askerlerine bir anıt yapılmasını söyleyemediniz
bile?
Yabancı diplomatlar, "Medeni Avrupa" Şipka'da
tekrar tekrar yaşatılan bu vahşet sahnesini seyrederken hep bakışırlar, ama her
defasında sessiz kalmayı tercih ederler çünkü söz konusu maduriyet Türkler
ise "ADALET" böyle
çalıştığına kendilerini inandırmışlardır.
Oysa, Avrupa Birliği Konseyi'nin
topluluk halkları arasında düşmanlık duyguları yaşatan tarihsel olayların
abartılmadan anımsanmasına ilişkin genelgesi herkesçe bilinir, fakat
uygulanmaması manidardır.
3 Mart günü yine Şipka'da devlet
adına konuşma da yapılır. 100 defa okunan aynı demeçte Osmanlı hep kötüdür, Bulgarlar hep 'esir' Ruslar ise kurtarıcıdır.
Ama Rusların asıl hedefinin Bulgarları kurtarmak değil, Akdeniz gibi sıcak
denizlere inebilmektir. Bulgarlar ise sadece kullanılır. Bu gerçeklerden de hiç
kimseler bahsetmez. Bulgaristan’da savaşa gelen Rus askerleri kendi köylüleri
sefalet içinde hayatta kalmaya çalışırken Bulgar köylüsünün zengin
yaşantısının etkisiyle savaşma isteği kırılır ve kendilerine söylenen
yalanlarla aldatıldığının farkına varır. Bu nedenle bizatihi Rus Çarı savaş
alanına gelerek askeri teşvik eder. Bunlarda da Bulgar halkından ustaca
gizlenir.
'Esaret' döneminde Bulgar ulusunun uyanış çağını parlak yaşadığından söz edilmez.
Osmanlının Bulgaristan'a Bulgar nüfustan topladığı vergilerden 10 kat daha
fazla yatırım yapıldığından, günümüz Bulgaristan topraklarında bulunan en büyük
kilise manastır, caami, köprü, hamam v.b. hep Osmanlı zamanında ve Osmanlı
parasıyla kurulduğundan hiç kimse bahsetmez bunlara kimseler değinmez.
Osmanlı 'esareti' yıllarında ülkede Bulgar liselerinin Bulgarın ana dilinde
tedrisat gördüğü, gazete ve dergiler çıkarıldığı, kitap basıldığından, vergi
alamayan bölgeler olduğundan, son 150 yılda Osmanlı'nın Bulgar nüfustan asker
toplamadığından vs. vs. söz bile edilmez. Osmanlıdan sonraki Bulgar devletini
yönetenlerinin (Başbakanlar, bakanlar, valiler v.s.) birçoğu İstanbul'da eğitim
gördüğü çok erbabça gizlenilmiştir.
Fakat 21.y.y.bir medeni
Avrupa ülkesi Bulgaristan’da Türk çocukları hala Türkçe okuyamaz, bunu da
kimse görmez veya görmek istemez.
Son 1000 yılın en büyük
düşünürlerinden olan Karl Marx 1853-1863 yılları arasında
Londra'da Amerikan gazetelerinin Avrupa ve Yakın Doğu muhabiri olarak
çalışırken, Osmanlı tarım üretimi ve
köylü yaşamı üstüne yazılarını "Cennet" başlığı altında yazmış olsa
da, bunlar anımsanmaz.
Yıllardan beri hepimizi
ilgilendiren bu konuyu, halen Bursa'da yaşayan, 16 Mayıs 1944 Tırgovişte
(Eskicuma) doğumlu büyük şair, yazar, çevirmen ve araştırmacı yazarımız Ahmet
Emin Atasoy’dur. En ünlü
dünya yazarları listesinin başlarında yer alan Fyodr Mihayloviç
Dostoyevski'nin tüm eserlerini (1821–1881) özel bir dikkatle okuyarak,
yaratıcının gerçekçiliği açısından özel olarak ele aldı. İstanbul'da çıkan "Bahar" dergisinin 2012 /18. Sayısından.
Bir Slavcı ve Türk düşmanı olarak bilinen Dostoyevski'nin genelde ezilen mazlumlara
olan "şefkat ve merhameti"nden
yola çıkarak. Bulgaristan topraklarında Osmanlı devletine karşı 1876 Nisan
ayaklanma hareketinin kısa sürede hükümet güçleri ve başıbozuklar tarafından
bastırılmasına karşı gösterilen uluslararası tepkileri esas alınır. Her Rus ve
Hıristiyanı coşturmak için yeterli olan, 3.000 Bulgar ve 500 Türkün öldüğünü
duyuran çok abartılı rakamların Avrupa ve dünya kamuoyunu bütünüyle yanıltmak
için o zaman yeterli olduğunu ustaca açtıktan sonra konunun derinliğine büyük
bir ustalıkla inmiştir.
O zaman dünya kamuoyunu yanıltma
işine Batı'nın önde gelen beyinleri Victor Hugo, Giuseppe Garibaldi,
Charls Darwin ve benzerleriyle birlikte yapılır. Hemşerileri Lev
Tolstoy, İvan Turgenev, Nikolay Dobrolubov, Alexander Herzen, Nikolay
Çernişevski vb.leri. Bunlar yanyana Batı basınında korkunç bir facia
olarak tanıtılan Nisan 1876 olaylarından çok etkilenen Dostoyevski Osmanlıya
yönelik müthiş suçlamada bulundu. Ayrıca Balkanlarda "mazlum Bulgar
halkının yok edilmek istendiğini" yazdı.
"Bulgarların Osmanlı 'esaretinden' kurtarılması hevesinde Dostoyevski
o denli ileri gitmişti ki, bazı yazılarında o günün ünlü yazarlarından Tolstoy
ve Levin'den başkaTürklere ve İslamiyete olumlu yaklaşım sergileyen tüm seçkin
Rus aydınlarını amansızca eleştirmekten ve onları Rusya'ya ve Rus halkına karşı
ihanetle suçlamaktan bile çekinmemişti."
O kadar ki, 24 Nisan 1877
tarihinde, Rus-Türk Savaşı başladığı zaman, kardeş Bulgar halkının esaret ve
sefaletten kesinkes kurtarılacağına en içten inananların başında da o vardı
elbette. Öyle ya, yüzyıllarca kendi kaderleriyle baş başa bırakılmış
kardeşlerinin yüzleri nihayet gülecek, “yok
edilmiş” kiliseler yeniden canlanacak, ilk kez yeni Bulgar okulları
açılacak, kısacası yepyeni ve özgübir Bulgaristan doğacaktı Avrupa'da.
Bu büyük beklenti havasında büyük
yazar, hükümet yetkililerinin tutumunu, ülke dışında sahnelenen diplomasi
oyunlarını, gazetecilerin ve tüm basın mensuplarının gazete ve dergilerde
yazdıklarından başka yapmış oldukları açıklamalarla birlikte 10 ay kadar süren
Rus–TÜRK Savaşı'nın özellikle ilk aşamasındaki gelişmelerini çok yakından ve
büyük bir heyecanla izliyor. Nitekim tuttuğu notlardan oluşturduğu oldukça
coşkulu, abartılı ve taraflı (milliyetçi) yazılarını önce gazetelerde, daha
sonra da Günlük adı altında (Tam olarak Bir Yazarın
Günlüğü Eylül- Kasım 1977) kitaplaştırarak yayınlıyor.
"Bu Günlük'te
büyük yazar, Osmanlı Devleti'ne karşı beslediği büyük nefrete karşın,
yüzyıllarca beyinlere kazınmış olan Bulgar halkının yaşadığı "esaret" hakkında çarpıcı olduğu
kadar da kafa karıştırıcı bilgiler sunuyor okurlarına. 1877-1878 Osmanlı-Rus
Savaşı'na bizzat katılmış Rus askerleri ve subaylarının izlenimlerini
aktardığı bu günlükte Dostoyevski anlatılanlar karşısındaki şaşkınlığını
kesinlikle gizleyemiyor. Kurtarmaya gidenlerin "esaret altında" olduklarını düşündükleri Bulgarların
kendilerinden çok daha varlıklı bir durumda olduklarını görünce, onları nefret
edecek derecede kıskandıklarını vurguladığı bu günlükte, bunun
nedenlerini de kendince yorumlamaya çalışıyor."
Dostoyevski Günlük'te şöyle
yazıyor: "Beyler, daha yaz
aylarında, Plevne'den çok önce, Bulgaristan'a birdenbire nasıl girdiğimizi, Balkanlara ayak basınca da
memnuniyetsizlikten dilimizi nasıl yuttuğumuzu anımsıyorsunuzdur herhalde”.
Önce ordu içindekilerin, sonra da
Petersburg'takiler başta olmak üzere, basın temsilcilerimizin sesleri yükseldi.
Bunlar, ateşli ve içtenlik dolu bir erdemliliğin isyankâr sesleriydi...
Bunun tek nedeni, tüm dünyada ve özellikle de bizde bilindiği gibi, bu
seslerin sahiplerinin ayakaltındakileri, horlananları, ezilenleri ve işkence
görenleri kurtarmak için yola çıkmış olmalarıydı.
Savaş ilanından daha önce bizim
en ciddi gazetelerimizde savaşın akıbeti ve yapılacak masraflarla ilgili
çeşitli öngörüler okuduğumu,'Bulgaristan'a gitmekle sadece kendi ordumuzu
değil, açlıktan ölmek üzere olan Bulgar halkını da beslemek zorunda kalacağız' türünden
kesin endişeler ortaya atıldığını hala anımsıyorum. Bunları kendi gözlerimle
okudum ve nerede okuduğumu da gösterecek durumdayım. Öyle ki, Bulgarlar
hakkında öyle bir tasavvura sahip bizler, Fin körfezinin ve tüm Rusya
ırmaklarının kıyılarından esir edilmişler ve zülüm görenler için kanımızı
akıtmak niyetiyle yola çıkmışken, birdenbire bahçeli,
şirin Bulgar evleriyle karşılaştık. Çiçekler, meyveler, hayvanlar, harcanan
emeğin kat kat karşılığını veren bakımlı topraklar ve hepsinden daha çarpıcı
her camiye karşı dikilen üçer kilise- ve biz bu esir insanların dini uğruna
ölmeye gitmişiz!
Bazı kurtarıcıların gücenik
kalpleri "Bu nasıl olur!" diye anında öfkeyle galyana geldi, aşağılık
duygusundan yüzleri kıpkızıl oldu. "Biz onları kurtarmaya geldiğimize göre
onların bizi adeta dize gelerek karşılamaları gerekmez mi! Evet, ama onlar dize
gelmek bir yana, bize yan yan bakıyorlar ve geldiğimizden hiç de mutlu değiller
galiba. Hiç sevinmiyorlar gelişimize! Bizi ekmek ve tuzla karşıladıkları doğru,
ama yüzlerindeki o ifadeler, ters ters bakıyorlar bize, ters ters!..."
"Bir Yazarın Günlüğü"
eserinin başka bir bölümünde ise, Osmanlı 'esaretinde' açlık çeken Bulgarları
şöyle anlatılıyor:
"Ha, bizde varlıklı
insanların bile bu esir Bulgarlar gibi beslendikleri söylenemez." Daha
sonra başka birileriyle Bulgarların başına gelen felaketlerin biricik
sorumlusunun Ruslar olduğunu söylüyorlardı. Onlara göre, neyin nasıl olduğunu
bilmeden, esir Bulgarların hesabını, Türklerden sormaya ve ardından da bu
"soyulup soğana" çevrilmiş zenginleri kurtarmaya kalkışmasaydık,
Bulgarlar bugüne değin rahat yaşamını sürdürüyor olacaktı. Bunu hala iddia
ediyorlar."
Yazarın günlüğünde yer alan bu
paragrafların satır aralarını çok iyi okumakta da ayrıca yarar var. Bunun en
azından iki boyutuna işaret eden önemli bazı ipuçlarını sezinsememek olası
değildir:
1. Osmanlı
egemenliği altında yaşayan Bulgarların durumunun bazı Türk düşmanı çevreler
tarafından Batı'da ve Doğu'da anlatıldığı gibi 'feci' olmadığı ve 1876 Nisan
başkaldırı hareketlerinin ulusal bir kalkınma girişimi değil de, tıpkı
Sırbistan ve Karadağ'da olduğu gibi, Rusya'nın kışkırtması sonucu yeni bir
Rus-Türk Savaşı'na neden yaratmak amacıyla elebaşılığa soyunmuş işgüzar bazı
komitacıların öncülüğünde başlatılmış ve beklenmedik felaketlere neden olmuş
bir eylem olduğunu, gecikmeli de olsa, anlamış olması;
2. Bulgarların
yaşamını örnek göstermek suretiyle kendi ülkelerindeki Çarlık yönetimine 'Tüm
dünyaya barbar olarak tanıttığımız Osmanlı, kendinden olmayan gayrımüslim
tebaasına karşı bu denli hoşgörülü davranabiliyor ve onların insanca
yaşamalarını sağlayabiliyorsa, koskocaman Rusya kendi köylülerinin durumunu
iyileştirmek için acaba ne bekliyor?' türünden dolaylı yolla bir göndermede
bulunmaya kalkışması.
Kim bilir, o satırları yazarken,
belki de Bulgarların huzurlu yaşamını kıskanacak denli bencil, ancak insana
özgü bir duygu yoğunluğu yaşayan Rus askerler ve subaylarına da 'başkalarını
kurtarmak sevdasıyla göstermiş olduğunuz yüceliği biraz da kendi halkınızın
dertleriyle ilgilenmek suretiyle ortaya koysanız, fena mı olur?' gibilerden bir
mesaj vermeyi bile düşünmüş olabilir.
Durum böyleyken, 1877-1878
Rus-Türk Savaşı seyrinde kaleme alınmış günlüklerinde Dostoyevski yukarıda
örneklediğimiz örnek türünden Bulgar gerçekliğine ışık tutan realistik
kırıntıların bulunması bile, olsa olsa, Dostoeyevski büyüklüğünün ayrı bir
kanıtı olarak algılanmalıdır.
100 yıl sonra 3
Mart'a da başka bir bakış açısından bakma zamanının geldiğine inanıyoruz. Hiç
olmazsa Dostoyevski kadar gerçekçi olalım...Rafet ULUTÜRK
13 коментара:
Elinize sağlık
mutiş tespitler
sizleri kutluyoruö
Mukemmel bir yazı
bu gune kadar bunları acık olarak koyan bırının yazısını okumadım
tebrik ediyorum sizleri
herzamankı gibi bu konuda da İLKİ BAŞARDINIZ
Bir Türk olarak sizinle gurur duyuyoruz
varna
bak sen bu bulgarların yaptıkları işe
bunların doğuru oldunu kım bılıyor
kafasına gore yazıyor işte
sende doğuruları yaz kardes elini mı tutuyorlar
haydı basla yazmaya bekliyoruz
sen ne turk ne bulgarsın
sen nedi belirsiz bırısın
bunlar hepsi uydurma uydurma
hala buyazıyı okuyan varmı
Komünistler ve aJANLARA alerji yapar bu yazı, okumasınlar. Hakiki halktan olanlara da ilaç gibi gelecektir. 12 mayıs günü için bir ince çizgi aslında. Alerji olanlar barajın altına gömülecekler, şifa bulanlar için de hayat huzurlu bir biçim de devam edecektir.
12 mayısta hepiniz gizleneceksiniz inlerinize
sizler hepiniz zavalısınız
HÖH HÖH hÖH HÖH HÖH HÖH
Bulturkün yeri burada donmek için son fırsat
aba hey sen ruya goruyorsun galıba
Bulturk-Kasim birlikte
HÖH'ü silip süpurecekler
az kaldı az 12 mayıs yok olma gununuz
TÜRKİYE-Bulturk-Kasim-Korman ELELE
HÖH ilk defa baraj altında kalacak arkadaslar
bu yazıyı saklayın 12 mayıs aksamı gerekecek
bunu herkes soyleyemez amma gerçekler ortada
Türk halkı güvenini yitirdi HÖH ten
şu anda arayıs Kasi-Güner hangisi olacak
tebrıkler
mukembel bır yazı
Anıt yapılır ve hepimiz gider dedelerimize birer fatiha okuruz.
Elinize sağlık guzel hıç kımsenın bakmadı dusunmedı bir açıyı gundeme bıle getirmeniz bizler için sevindirici ve rahatlatıcı
Sen yoluna devam et konusan konussun
BENCE SEN BİR DEVRİM NITELİNDE YAZILARINI DAHA COK SONRA ANLAYACAKLARDIR BUNA EMIN OLUN
ONLARA DA KIZMAYIN ÇUNKU ALGILAMA PROBLEMİ VAR
DEVRİM YAPANLAR BUNU DAHA İYİ BİLİRLER HERHALDE
tebrikler
BULGARİSTAN CUMHUR BAŞKANLİNDA BÜYÜK AKTÖR OLAN BULTURK .ŞİMDİ MECLİSE GİRMİŞ DURUMDA ŞİMDİDEN HAYİRLİ OLSUN .HAKİN VE ÖZGÜRLÜN OLMADİ BİR PARTİNİNDE OCANDAN İCERİ KİBRİT SUYU DÖKÜLMÜŞTÜR O YÜCE KÖYLÜ FAKİR AMA HER ŞEYE RAMEN DİK VE MERT HALKİMİZ.ALDATİCİ MASKELİ HÖH PATİSİNE SANKİ ŞEYTAN TAŞLARCASİNA KİBRİT ATMA YARİŞİNA GİRİP AL AŞAGA EDECEKTİR .PANİGE KAPİLAN HÖH MASKELİ YÜZÜSLERDE BULTURK KAPİSİ ÖNÜNDE SIRAYA GİRECEKTİR LİSTEDE BİZEDE VER DİYE EYERKİ BUL TÜRKTE BUNLARA YER VERİRSE ONUNDA KAPİSİNA KİBRİT SUYU DÖKÜLÜR .TÜRK HAKİNİ APTAL YERİNE KOYMAYA ÇALİŞANLAR MUHAKAK CEZASİNİ CEKECKTİR BİR GÜN .TANRİ TÜRKÜ KORUSUN VE YÜCELTSİN
Публикуване на коментар
Забележка: Само членове на този блог могат да публикуват коментари.