четвъртък, 14 февруари 2013 г.
Bizler aynı yoldan vites yükselterek devam etmekteyiz DOĞRU YOLU GÖSTEREN UMUT-2
BULTÜRK – Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği'nin doğuşu ve fiilen kuruluşu büyük bir kültürel birikim ve medeni cesaret ürünüdür.
1989 öncesi Bulgaristan göçmenleri Balkan Türkleri Kültür ve Dayanışma Derneği'nde örgütlenmişti. Genel Merkezi İstanbul / Çemberitaşta bulunan Dernek çok dağınık olan göçmen kitlesinin nabzını tutmakta zorlanıyordu. Başkanlık görevinde bulunan Mehmet Çavuş, İsmet Sezer gibi Bulgaristan Türk aydınları edebiyat dergisi ve kitaplar yayınlayıp, göçmen geceleri düzenleyerek Vatan özlemiyle yanan dertli göçmen ruhuna manevi gıda sağlamaya çalışıyordu. Dernek 1972'de Pomakların ve 1984'te Bulgaristan Türklerinin adlarının değiştirilmesine değişik biçimde güçlü gövde gösterileri ile tepkiler gösterdi. Bulgaristan göçmenlerinin İstanbul Taksim ve Aksaray kitlesel protesto mitingleri yapan ve en çok katılımcının birlikte yürüdüğü bir organizasyona imza attı.
Balkan Türkleri Kültür ve Dayanışma Derneği'nin Türkiye’de Yazarlar ve Gazeteciler Birlikleriyle gerçekleştirdiği ortak eylemlerde Bulgaristan Türklerine karşı uygulanan zulüm politikası Türkiye kamuoyuna, dünyaya duyuruldu. Bu eziyet kınandı ve protesto edildi. Türkiye Doğu Türkistan, Ahıska, Afganistan ve Türkiye’de bulunan Karadeniz ve diğer bölge STK’ları, Tiyatrocu ve Sinema Oyuncuları, Gazeteciler Derneği ve benzer kuruluşlar "Bulgarlaştırma zulmüne" sert tepki gösterdi, haklı davamızla dayanışma içindeydi ve acılarımızı paylaştılar.
Değişik biçimlerde ortaya çıkan güçlü başkaldırmanın unutulmaz örneklerinden biri, Bulgar ve Türk iyi komşuluğuna, barış ve güvenlik direnişine katkılarından dolayı Bulgaristan'ın en büyük edebiyat ödülü olan "Kiril ve Metodiy" madalyası ile ödüllendirmek üzere, 1985'te Bulgaristan Cumhuriyeti Devlet Konseyi Başkanlığı tarafından Sofya'ya davet edilen, bilinen Türk yazar Ceyhun Demirtaş'ın "Siz Türk kardeşlerimin adlarını değiştirip, kendilerine zulüm ederken, ben bu ödülü alamam!" demesi olmuştu.
1989 Ağustosunda Totalitarizmin zincirlerini koparıp, zırhlı kapılarını kıran Türkiye ve soydaşları için kapılarını sonuna kadar açmasıyla Bulgaristan Türkleri ana vatana akın etti ve büyük kentlerine toplu halde yerleşti. Göçmenlerle ilgili yeni bir durum oluştu. Bu defa arkalarında sınır kapıları açık kaldı. Gelenler Bulgaristan'a sırt çevirmemişlerdi. Hepsine çifte vatandaşlık, ardından da hak ettikleri Avrupa Birliği vatandaşlığı tanındı. Yeni tip vatandaşlık, yeni bir etkileşim meydana geldi.
Onları terk etmeyen iyimserlik "Mevlam birçok dert vermiş, beraberinde derman vermiş!" sözlerinde dile geliyordu. Anavatana yerleşirken, Ata Vatan'ı unutmadılar. Totaliter rejimden demokrasiye geçiş sağladığı Bulgaristan'ın toplumsal politik yaşamından el çekmek istemiyor, orada da önemli bir faktör olmaya kararlıydılar. Yerel, Parlamento, Cumhurbaşkanı ve halk oylaması gibi seçimlere katılmaya özel olarak davet edildiler. Oy hakkını hem Bulgaristan'da hem de Türkiye Cumhuriyetinde kullanabileceklerdi. Gelirken yerel ve merkez kütüklerde kayıtlarını sildirmemiş, mal mülk üzerinde hakları korunmuştu. Daha ilk seçimlerde, ilk defa her iki ülkede sandık başına gidip Bulgaristan'ın bir an önce demokratikleşmesine öz katkı Türkiye Cumhuriyetinden geldi. Bulgaristan'da 1990 'da kurulan Hak ve Özgürlükler Hareketi Türkiye'de yaşayan ve daha sonra çifte vatandaş olanların yardımları ve oylarıyla mecliste güçlü oldu ve parlamento grubu oluşturdu. Birkaç yıl sonra koalisyon hükumetine katıldı. Böylece öz haklarını her iki ülkede de yasal yollarla elde edip savunma ve geliştirme yolunu kendi çabalarıyla açtılar. Bu, daha önce alışa gelmemiş ve görülmemiş yeni bir durum oluşturdu. Çabalarında diplomatik destek de gördüler. HÖH (Hak ve Özgürlükler Hareketi) sosyal, ekonomik ve politik yaşamın biricik teminatı olarak kabul edildi.
Resmi rakamlarda 500 bin kişi civarında belirtilen fakat aslında 2011 yılına kadar devam eden ekonomik göçle Türkiye'de çalışan ve okuyanlarla birlikte bu rakam çok daha yüksektir. Küme küme topluca yaşayan bu dinamik kitle giderek büyüyen bir önem kazanıyordu. Son 30 yılda başına gelenleri tüm olup bitenleri sükûnetle, sabırla ve büyük bir olgunlukla karşılaması dikkatleri çekti ve kamuoyunu düşündürdü. Sükûnet ve sabırların da bilgelik ve beklenti vardı.
Söyledikleri Türkülerde "Ana baba hasreti... Dost hasreti zor imiş, Yine gönlüm hoş değil!" diyorlardı. Onlar "şehir ruhlarından, yardım bekleyen" eski soydaşlardan farklı, yüksek ruhlu, pek çoğu da tahsilli kişilerdi. Türkiye'de ardı arası kesilmeyen Balkanlardan göç kafileleri bir "acılar denizi" olarak biliniyordu. Ne ki, yeni gelenler "sıcak vatan sevgisini" unutamıyor, orada kalan topraklarımız "Türk Yurdu","Türk ırkının beşiği" duygusu gönüllerini terk etmiyordu. Balkanlar "Ata Yurdu" gerçeği belleklerine silinmeyen bir mühür gibi basılmıştı adeta. "Acı paylaştıkça azalır!" "Kendi elleriyle kökenlerini koparmamalı insan!!!" bilinci yerleşiyordu.
Düşünenleri düşündüren şu oldu: Bulgaristan Türkleri ihaneti, zorbalığı, baskıyı, terörü ve kötülükleri çabuk unutan, yaralarını kendisi sarabilen, öç almayı düşünmeyen olgunluğa erişmiş bir toplum tablosu. Hoşgörü, garez gütmeme, alicenaplık ve alçak gönüllülük gönüllerine yerleşmişti. Kötülük eden "Allahından bulsun!" bilincine ermişlerdi.
Ata Vatan'da anaerkil bir halk topluluğu olarak yaşaya gelmişlerdi. Türkiye'de Ataerkil bir aile ve toplum yapısı vardı. Birinci ve son söz yaşlı erkeğin, dedenin ve babanındı. Orada erkekleri hapislere, toplama kamplarına sürülünce ayaklanan analar, eşler ve bacılar olmuştu. Ezelden beri hür yaşamak kadın erkek fark etmeksizin genlerinde taşıyorlardı. Bir asır boyunca asimilasyon, soykırım ve çeşitli zulümlere maruz kaldıktan sonra "ateşten gömlek" giymeye geldi iş, yani muhacirliğe. Tüm bu olup bitenlerden sonra farklılık büyüktü ve hemen alışmak zordu. Bu da işi yokuşa sürüyordu
Bir de şu var- KANATKARDILAR! Totaliter zulüm düzenini T. Jivkov'un başına yıkmakla yetindiler ve arkalarındaki köprüleri yıkmak da istemiyorlardı. Acılarını bilinçaltına attılar. Bıçakları bilemek den vazgeçtiler. Ağırdan aldılar. Aralarında "Bulgar devleti gençtir, gencin kanı kaynar. Gelip geçer!" diyenler de vardı. Yaraları sarılınca, Bulgarlara kem gözle bakanlar azaldı.
Balkan Derneği 1989’dan sonra gelenlerle yaşayan farklı duyguları, yerleşen düşünceyi anlamaya, özünde derin Ata Vatan sevgi ve özlemi olan bu mayalanmayı çözmeye çalışmadı. Göçmenler arasında dolaşan "Ata yurdunu koruyan ilerler, korumayan kaybolup gider" gibi sözler buna işaretti. Bulgaristan’a çeşitli vesilelerle gidip gelenler çoğalırken "Vatandan ayrılan yedi yıl ağalar, kardeşlerinden ve halkından ayrılan ömür boyu ağalar!" gibi sözler dilden dile dolaşmaya başladı.
Son büyük göçlerle aileler iyice parçalanmıştı. Yaşlıların çoğu gelemedi. "Dedemin mezarı neredeyse, Vatanım orasıdır!" "Köksüz ağaç olmaz!" "Bizim burada neyimiz var?" diyenler de oldu. Soy köklerini koruyanlar yaşlandıkça ziyaretler, özlem giderme sıklaştı. Bulgaristan’la Türkiye arasında yeni kültürel alış verişin yeni atkısı dokunmaya başladı. Bu atılımda, Bulgaristanlı Türkler birkaç dilli bir kültürel oluşumun baş mimarı olmaya talep oldular.
Göçmen semtlerindeki kahvehanelerde, kulüplerde herkesçe sevilen Türk nihavent makamın bir esintisi olan Bulgar "çalga" müziği duyuldu, soydaşlar gecelerine, bazı düğün ve şenliklere "Glorya", "İvana" gibi Sofya çalga yıldızları davet edilmeye başlandı. Aynı yıllarda Türk sanatı film, kitap, sahne etkinlikleriyle Bulgaristan'a taşındı. Çanak antenler göklere doğru dikildi. Bulgaristan’da Türk TV dizilerinin başarısı nostalji gideren Bulgar aileleri de küçük ekrana kilitledi. Sadece bu filmleri anlayabilmek için Türkçe öğrenenler bile oldu. Farklı kültürler kaynaşmaya tepkili değildi. Turist değiş-dokuşu milyonlara uzanırken, hafta sonu alış verişini Edirne'de yapan Bulgar aileler, yine hafta sonunda Panporovo ve Bansko kayak merkezlerinde boy gösteren, yazları da Bulgaristan’ın Karadenizine giden Türk gençleri Bulgarlarla dostluklar kurdu.
Belki de "dünyayı yöneten bilgi ve sevgidir" diyenlerin haklı olduğunu kanıtlamak için 10 bine yakın Türkiyeli genci, bunlar arasında büyük sayıda soydaş, Bulgar Yüksek enstitülerinde okumayı tercih etti. 1980'lerde başımıza gelenlere rağmen "iyi yürekli bir toplum meydana getirme mümkündür," diyenler geleceği düşünüyordu. Sofya, Plovdiv ve Varna'da çok iyi Türkçe ve iyi Bulgarca konuşan gençlere sık sık rastlamak olağan oldu.
Tarih içinde Barak Baba'nın, Sarı Saltukların, Bali Dedeler'in, Demir Baba ve Gül Baba gibi evliyalarımızın bizim oraları baştan başa gezen ve güzelliklerimizi tüm dünyaya anlatan Evliya Çelebilerin ve daha nice ermişlerin emelinde tıpkı deniz suyundaki tuz gibi, hakikatin içinde erimiş ve herkes için eşit olan bir adalet vardı. Onlar insanların aklından ve ruhundan geçenleri okuyarak dostluk ve kardeşlik yollarını açmışlar, farklı din ve gelenekleri, yaşam tarzını yan yana yaşatmayı başarmışlardı. İnsanları dilleriyle, renkleriyle, kültürleriyle, farklılıklarıyla, yaşam biçimleriyle sevmeyi bu topraklara getiren, onlardı. "Anana babana yardım etmek, el âleme muhtaç etmemektir!" anlayışını Balkanlara yerleştiren de atalarımızdı. "Komşunun tarlasına yağsın, bize nemi yeter!" sözleri bugün de onları hatırlatıyor. Ermişler, "Tanrının verdiği nimetler adaletli dağıtılınca herkese yeter!" kültürünü var olma şekillerimizin güzellikleri içinde yaşatırken, iyi komşuluklara, karşılıklı hoşgörüye hayat hakkı kazandırmıştı. Emel ettikleri topluca yaşamada bir tek zorbalık, baskı ve eziyet yoktu.
"Bir ağaç gibi tek ve hür, bir orman gibi kardeşçe!" felsefesi Şeyh Bedrettinler'in 13. asır Deliorman bilgeliğine dayanır. O zaman bu zaman bu bilgelik o topraklarda derin köklerle yaşar.
Tabi, yeni zamanlarda dünyada insanlar eski değer yargılarına tabii değildir. Her devrin yeni kıstası, yeni bakış açısı vardır fakat kesintisiz bir devamı olan yaşam ermişlerin bilgeliğini asla unutmaz.
Bundan dolayı olacak, gelen Bulgaristan Türkleri'nin onurlu geçmişlerinde "tövbe" edecekleri, utanacakları, karmaşık ve suçluluk duygusu yaratacak hiç bir şey olmadığı görülüyordu. Namus her biri için en önemli değer yargılarından birisiydi. Bu anlamda, son büyük göçten sonra geri dönüşleri hak edilmiş bir seçenekti. Bu böyle olmasaydı 150 bin insanımız Bulgaristan'daki evlerine yerlerine geri dönmezdi. Güneş her yerde herkes için birdi.
Bir başka gerçek de şuydu: "Aydınları, kadınları ve gençliği diri olan toplumların diz çöktüğünü tarih kaydetmemiştir!"
Parçalanırken yara almış ama ayakta kalmışlardı.
İşte böyle bir tarihsel geçmişle oluşmuş bir ordamda, BULTÜRK kurucusu Başkanı Prof. Dr. Hayati DURMAZ ve ekibi stratejik atılım ve hedef oluşturdu. Bu Türkiye’de daha önce hiçbir derneğin yapmadığı, yapmayı düşünmediği bir atılımdı. Nitelik olarak yeni bir yaklaşım gerektiriyordu.
Derin gözlemler ve irdelemelerle büyük birikim sonucu belirlenen amaca ulaşmak için yeni bir yol tutulacak, yeni yöntemlerle çalışılacak herkes seferber edilecekti. Soydaş ve Bulgaristanlı kardeş ve Bulgar gibi deyimlerle ayırım yapılmayacaktı. Soy bir, doku bir, bilinçli yeni bir hedef kitlesine yönelindi.
Bu büyük göçmen kitlesini kucaklayıp yönetmek için sanat, bilgi, birikim, ilim ve bilimi kullanılarak öncülük edilmelidir.
Hedeflerimize ulaşmak için hem Bulgaristan hem de Türkiye Cumhuriyeti'nin imkânlarından ve gücünden yararlanarak, her zaman her yerde iki ülkede yaşayan ama aynı soy ve kökten olan Türk, Gagavuz ve Müslümanlar hiçbir ayrım yapmaksızın savunulacak ve yönetilecektir.
Önce soydaşlarımızın sorunları belirlenip her birine çözüm aranacaktır. Soydaşlar Bulgaristan’daki demokratik yapılanmaya dâhil edilecektir. Soydaşlarımızla Bulgaristan’daki kardeşlerimiz arasındaki temas ve yardımlaşmanın daha da verimli hale getirmenin yolları açılacak, kolaylıklar sağlanacaktır. Göçten önce Bulgaristan'da köreltilen Türk sanat, edebiyat ve kültürü için de gelişme olanakları sağlanacaktır. Eğitim ve öğretime öncelik tanınacaktır.
Türk kültürünü hem ata vatanda hem de ana vatanda yaşatma ve insanımıza her konuda ve her alanda, her zaman hizmet sunma niyetiyle yola çıkıldı. Gazete ve elektronik paylaşım yolları ile halkın nabzı tutuldu.
Bu doğrultuda, Türklüğü ve Müslümanlığı Bulgaristan’daki kardeşlerimiz ve soydaşlarımız arasında, ana dilimizle ve öz kültürümüzle yaymak, gelenek, görenek, örf ve adetlerimizi korumak ve onları yeniden yaşatmak amaçlanmıştır.
En büyük hedefimiz insanımıza Türkiye, Bulgaristan ve Avrupa Birliği vatandaşı olarak saygın birer dünya vatandaşı olmayı hak ettiklerini hissettirmektir.
Başta gelen görevimiz ise, sürekli Türk-Müslüman kimliğimizi savunmak ve geliştirmek olacaktır. Evlatlarımıza Bulgaristan'da ana dilimizle birlikte ulusal dili ve aile ve toplum kültürümüzü öğretmektir.
Türk kimliğimize saldırılar yapıldı ve yapılmaktadır. Tam o dönemde kendi partimiz olan HÖH lideri A.Doğan "bütünleşen" "eriyip kaybolan" kimlikler teorisini ortaya atmıştır. Bu kabul edilemez bir durumdu. Bu teori, farklılıkların güzelliğini gizlemeyi, çoğunluk içinde azınlığı yok etmeyi hedefliyordu ve azınlık olarak stratejimizde bir görüş ve hedef olarak yer alamazdı. O (sözde lider), bu işte bizleri kobay olarak Avrupa’ya örnek göstermeye çalışmıştır. Ancak hedefine ulaşamamış hevesi kursağında kalmıştır. Unutulmamıştır ki, eski cadı Avrupa öteden beri Balkanlar'da Türk-Müslüman kimliğini yok etmeye çalışmış, İslam'ı dışlamak için nice planlar yapmış fakat başarılı olamamıştır.
BULTÜRK - Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği iki ülke arasında benimsenen ve oluşan yeni ortamda "KARDEŞLİK SINIR TANIMAZ" sloganıyla gündem yapmıştır. Bu yeni esinti emsalsiz bir stratejidir. Bu doğrultuda düşünürken Mehmet Akif'in şu dörtlüğü aklıma geldi:
Değil mi cephemizin sinesinde iman bir
Sevinme bir, acı bir, gaye aynı, vicdan bir
Değil mi ortada bir sine çarpıyor, yılmaz
Cihan yıkılsa emin ol, bu cephe sarsılmaz!"
(devam edecek)
Абонамент за:
Коментари за публикацията (Atom)
8 коментара:
BUlturk - Bulgaristan Türklerinin geleceğini düşünen tek kurumdur
Yolunuz acık olsun sizi destekliyoruz
Göstermış olduğunuz partiyi desteklemeye hazırız
bu seçimlerde sizi de görmek isteriz
Bultürk olayı yalnızca bir palavradan ibarettir,bunlar tabela derneği bile değildirler.Köse Rafet'in tek amacı medyalarda adını duyurmak.Bultürk bugüne kadar toplum için hiç bir faaliyette bulunmamıştır,yani bizlere hiç bir katkısı olmamıştır.Bu iş cahillerle olmuyor...
BULTURK artık bir parti kursun
bizi baskası kurtaramaz bu komunistlerden
Ne olursunuz gelin bu seçimlerde
yeni bir parti BULTURK PARTİSİ ile girin secimlere
bultürk parti kuracaklarına Korman ile beraber olsalar daha mantıklı veya Korman onlara katılsın çünkü bukasim olayının istemeyenler var
Bulturk olsun yeter
gogle abinize sorun Bulturk neler yapmıs
artık cahılce halkı yonetemezsınız o donem gectı
Eskıde yalan soylemek kolay
hayde yazın kam Bulturk - google amcanız neler cıkartacak
3 gunun yetmeyecek okumaya
HAYDI BASKA KAPIYA
BULTURK YA PARTI KURSUN YADA BIR PARTIYI DESTEKLESIN
YETER ARTIK KOMUNIST USAKLARDAN ÇEKTIMIZ
BULTURK biz sizinleyiz
sizin gibi parayla satın alınamıyacak
bulgaristanda kurum yok
sizi takip ediyoruz
ve emirlerinizi bekliyoruz
Bulgaristan Türkleri bu gune kadar dik duranı görmedi
sizlerin tüm yazılarınızı okuyorum ve arkadaslarla paylasıyorum
HİÇ BİR ARKADASIM TEPKİ GÖSTERMEDİ
HERKESİN ŞAŞKINLIĞI BU KADAR DÜRÜST
BUKADAR BİLİNÇLİ BİZ BU GUNE KADAR HIÇ KIMSEYİ GORMEDIK
HERKES HAYRANLIĞINI İFADE EDİYOR
O tepki gösteren HÖH uşaklarıdır
BULTURK-BULTURK-BULTURK
Haydı BULTURK Dönemi geldi
haydi soyle kime gideceğiz
yeni parti mi kuruyorsunuz ve ya...
Bekliyoruz, soyle
Публикуване на коментар
Забележка: Само членове на този блог могат да публикуват коментари.